Hicretin birinci asrın sonunda İslam ülkelerinin alanları göze çarpacak bir şekilde değişti ve ilime özel bir konum ihtisas edildi. En önemli ilimlerden birisi kelam ilmidir ki dini konuları yeni bir bakışla değerlendirmeye tabi tuttu. Bu ilmin vücuda gelmesi için dâhili ve harici olmak üzere birçok amil neden olmuştur. Bu ilim vücuda geldikten sonra mütekellimler arasında farklılıklar ve dolayısıyla yavaş yavaş fırkalar meydana geldi. O dönemin en önemli fırkaları şunlardır: Şia, Mutezile ve Eş’ari.
Kelam ilmi hakkındaki soru farklı konular içerdiği için cevabını da kaç bölümde ele alacağız:
Bir: İslam peygamberi döneminde İslam toplumu çok fark bir ortamı tecrübe ediyordu. Bu ortam hem peygamberin döneminden önce ve hem peygamberin döneminden sonraki toplumdan çok daha farklıydı. İslam toplumu yeni şekillenmiş bir toplum idi ve bu toplumu şekillendiren mektebin kuruyucusu Hz. Muhammed de hazır bulunurdu ve her kesin kendisine güvendiği bir şahsiyet idi. Peygambere olan bu güvenirlik o derecede idi ki dini bağlamda Müslümanlar arasında münakaşaların vücuda gelmesine asla sebebiyet vermezdi. Veya çok az münakaşalar meydan gelirdi.
İslam dininin önderi Hz. Muhammed’in (s.a.a.) vefat etmesiyle İslam toplumu da değişti. O hazretin hedeflediği hedef çok uzun bir yolu insanların önüne sermişti. Müslümanlarda nesilden nesille farklılaştı. Farklı ve değişik ortamlardan ve kültürlerden hatta bazen tezat içinde olan kültürlerden ve ortamlardan İslam camiasında yeni yeni Müslümanlar zuhur etti ve dolayısıyla farklı renklerden bir ortamın ve halın meydana gelmesi sağlanmış oldu. Bu yeni ortam ve halın faydaları olmasıyla birlikte has ve özel zararları da taşırdı.
Zamanın geçmesiyle İslam toplumunda değişiklikler meydana geldi. Bu değişikliklerden birisi de “kelam ilminin” şekillenmesidir. İşin uzmanı olanlar kelam ilminin şekillenmesi için farklı amiller ve ortamlar zikretmişlerdir. Biz burada kısa ve özet bir şekilde bunların bazısını beyan edeceğiz. Ama bu beyandan önce kelam ilminin ne anlama geldiğini zikretmek zaruri görünmektedir. İlmi kelamın ne anlama geldiği hakkında aşağıdaki şu iki mana ıtlak edildiği söylenmektedir:
- Aşağıdaki üç şekil ve yöntemden her hangi bir yöntemle yapılan itikadi diyaloglar ve mübahaselerdir. Bir: öğretim ve eğitim, İki: Soru ve cevap, üç: Kelami itikat ve mezheplerin vücuda gelmeksizin mücadele ve münazaradır.
- Kelemi konuları mezkûr yöntem ve şekillerle kelami ve itikadi mezhepleri dikkate alarak bahis etmektir.
İlkin şunu söylemek gerekir: Kelam ilminin zuhur bulması İslam dininin zuhur etme tarihiyle aynıdır. Zira zikredilen bu tür konular farklı fırkaların meydana gelmesine neden olmasa da İslamın ilk dönemlerinden beri vardı. Zira o dönemde peygambere muhalefet eden bir kimsenin yardımcısı yoktu. Bu dönemin özelliği ve niteliği şudur ki konular sözsel olarak yapılırdı ve yazılmıyordu. Bu ilim hicretin birinci asrın yarısından yeni bir merhaleye girdi.[1] Ama eğer ikinci manayı ölçü alırsak birinci asrın yarısını bu ilmin başlangıç merhalesi olarak alınması gerekir.
Bu ilimde akıl çok önemli rol oynamaktadır. İslami mütekellimler her ne kadar mantık kurallarını yâd etmekten alınıyorlardı ama kendi konularında ondan çok yararlanıyorlardı. Ele aldıkları konularını bu tür kurallar çerçevede beyan ediyorlardı.[2]
- İlahi dinlerin takipçilerinden bir kısmı ve hata müşriklerden çoğunluğu İslam dinine girmeleri onların daha önce sahip oldukları inançlarının tümünü kenara atabildikleri anlamında alınmamalıdır. Zira daha önce senelerce ünsiyet buldukları geçmişteki adap ve inançların birçoğundan gönül koparmak bazıları için çok zordu. Onların birçoğu kendi akidelerini İslamın içine getirip yeni kabul etmiş olduğu İslam akidesiyle birleştirmek için uğraşırlardı. Bu grubun karşısında Müslümanlar kendi akideleri ve inançlarını onların sahip oldukları yabancı akidelerine karşı korumak mecburiyetini his etmişlerdir.
- Müslümanlar arasında münakaşaya kaynaklık eden meselelerin Müslümanların arasına girmesi ki bunların çoğu siyasi ihtilaflardan kaynaklanıyordu. Büyük günah işlemek, Allah’ı vasıflandırma ve buna benzer konular gibi. Büyük günah işleme konusunda şu konular ortaya atıldı: Acaba büyük günah işlemek insanı İslam’dan çıkarıyor yoksa kişi büyük günah işlemekle birlikte Müslüman olarak bakı kalıyor veyahut bu ikisi arasında mı kalıyor? Allah’ı vasıflandırma konusunda şu soru ortaya atıldı: Acaba Allah vasıflandırılıyor yoksa vasıflandırılmaz mı? Eğer Allah vasıflandırılsa ve sıfatlara sahip olduğunu söylersek, Acaba bu Allahın vahdaniyetine uyuyor mu? İşte bu türden olan meseleler kelam-i fırkaların vücuda gelmesi için ortam hazırladı.
- Bütün bunlar o zaman ilmi ortamın meydana gelmesiyle Müslümanları tahrik eden merak hissi ve onların ilim bağlamında sahip oldukları aşk duygunsu, ilahiyatla ilgili meseleleri ciddi bir şekilde konu edip araştırmaya tabi tutmalarına ve kelam ilminin rüşt edilmesi için zemine ve ortamı meydana gelmesini sağladı.
Yabancı ve ithalci ilimler fırkaların şekillenmesi kuran takipçilerini harekete geçirdi ki Allah kelamının asaletini korumak için bir yöntem izlesinler. Bu yöntemi takip etmeye –sahip olduğu bütün genişliğiyle- daha sonraları “kelam ilmi” denildi.
İki: ama bu ilmin “kelam ilmiyle” isimlendirilmesi için bu ilmin âlimleri tarafından bazı nedenler zikredilmiştir. Burada onların bir kısmına değineceğiz.
- Bu ilimde en meşhur olan konu Allahın “kelam” meselesidir; bu bağlamdaki soru şuydu: Allahın kelamı “kadim midir hadis midir?” Bu soru nedeniyle ortaya çıkan tartışma o denli önem haline gelmişti ki bu ilimin “kelam ilmi” olarak isimlendirilmesine neden oldu.
- Mütekellimler meseleleri konu ettikleri vakit, her konuya “el-kelamu fi…” şeklindeki unvanla giriş yapıyorlardı, dolayısıyla bu ilim her konunun unvanıyla yani “kelam” ile isimlendirildi.
- Kelamı mantıkla eşit ve onun diğer İslami ilimlere olan oranını mantığın felsefeye olan oran şeklinde ve anlamında saymışlardır. Dolayısıyla bu ilmi “kelam ilmi” olarak adlandırdılar[3]
Üç: İslam dünyasında vücuda gelen önemli ve Müslüman ve gayri Müslüman kimseler üzerinde etki bırakan fırkalardan Şia, Mutezile ve Eşaire’dir. Sırasıyla bu fırkalar hakkında kısa bir bilgi vermeye çalışacağız.
Şia Kelamı:
Şia güçlü ve azınlık unvanıyla İslam tarihinde söz konusu olmuştur. Şia’nın, ilk başlarında siyasi ve itikadi ihtilaflar bağlamındaki konuları daha çok renkli olduğu göze çarpmaktadır. Ama zamanın iktizasınca Şiiler kendi çalışmalarını farklı alanlarda genişlediler. Hicretin ilk asrın son döneminden özellikle “aşura” vakıasından sonra Şiiler siyası baskılar ve sorunlar nedeniyle çok şiddetli bir darlıkta ve baskı altında oldukları için ilmi konularda kendi çabalarını fazlalaştırdılar. Bu hareket ve intifada Şiilerin beşinci imamı olan İmam Muhammed Bakır (a.s.) döneminden başladı ve Şiilerin altıncı imamı olan İmam Sadık (a.s.) döneminde en üst düzeye vardı.
Şia’nın en önemli usullerinden olup onları diğer fırkalardan ayırt eden ayırıcı mesele “imamet” meselesidir. Onlar kendi imamlarını peygamberin (s.a.a.) halifesi ve masum olduklarını savunurlar. Bu nedenden dolayı kendi itikadi konularının usullerini onlardan almışlar ve onların kelemi yöntemi imamları tarafından iblağ edilmiş olan usullere uygundur. Şiiler kelamsal konulardaki uğraş ve çabalarının büyük bir bölümünü bu ilke üzerinde bina etmişlerdir ki akıl ve şer’i den doğru bir şekilde gerektiği gibi istifade edebilsin ve hiç birisini başka bir diğeri için feda etmesinler.
Mutezile
Hicretin ikinci asrın başlarında fikirsel bir grup olarak meydana geldi ki onlara “mutezile” denildi.[4] İtizal, kenara çekilmek ve uzaklaşmak anlamındadır.[5] Bur grup aynı zamanda “ashab-i tevhit” ve “ashab-i adl” olarak ta tanınıyor.
Mutezile fikirsel bir grup olup teorik şeylere (zihniyat) eğilimlidir. Onlar zamanın geçmesiyle başka fikirlerle birleştirebilecek duruma geldi. Öyle ki bu doğrultuda bir takım fikirler meydana geldi: “Hanefi mutezilesi”, “Zeydi mutezilesi”, “İmamiye mutezilesi” ve hata “Yahudi mutezilesi” şeklinde birleşim ve terkipleşme yapılmıştır.
Bu grup yeni bir ruh akla kazandırdı. Başkalarının gözünde aklı her şeye hata şer’in önüne almış ve sadece akla sarılmış ve şer’i kâmil bir şekilde tatil etmiş bir grup sayılmaktadır.
Ama gerçek ise bundan farklıdır. Onlar her ne kadar akla yüksek bir hücciyet vermişler ise de ama Kur’an ve sünneti de kabul ediyorlar ve çoğu yerlerde kuranın ve sünnetin zahirine hüküm ediyorlar. Onların farklılıkları onların bakış türündedir. Onlar ilahi kelamın konumunu akla aykırı olmaktan çok yüce biliyorlar. Onlar şer’i akla aykırı olmadığı durumlarda kabul ederler. Zira bunu dini meselelerinin tatiline sebep olmayacağını bırakın bir yana belki bunu şer’i meselelerinin kemali şeklinde algılıyorlar. Onlar Allahın matlubu olan şeylerin akla ters olacağını asla kabul edemezler. Bu cihetle aklı çok önemsiyorlar. Bu bağlamda daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki sorulara verilen cevaba bakabilirsiniz:
8864 (سایت: 8811) “Usuli İtikadati Mutezile”:
8740 (سایت: 8689) “Şeklgiriyi Mutezile Mufit Est”.
Eş’ari Kelmı:
Eş’ari’nin kendisi hicretin 260. sensende Basra’da doğmuş ve 324. Veya 330. Senesinde Bağdat’ta vefat etmiştir. Babası “ehli hadis” taraftarlarından idi. Bu cihetle Eş’ar’i küçüklükten beri “ehli hadis” akidesiyle büyümüş ve buna alışkanlık kazanmıştı. Ama gençlik döneminde “itizal” mektebine girdi ve kırk yaşlarına kadar “itizal” mektebiyle beraber idi. Hicretin 300. Senesinde Basra mescidinde açık bir şekilde “mutezile”den ayrıldı ve yeni akidelerini açıkladı ve yeniden “ehli hadis” akidesinin faydasına kıyam etti.[6]
Eş’ari’nin fikirsel sistemi daha fazla Şafii’nin fıkıhsal mektebine bağlı ve Ahmet b. Hanbel’in düşüncelerinden etkilenmiş olarak şekillenmiştir.
Onun “itizal mektebinden” neden ayrıldığı noktasında bazı amiller zikredilmiş ve her birisi araştırmaya müsaittir. Zikredilen nedenlerden bir kısmı şöyledir: Mutezili olan üstadının Eş’ari’nin sorularını cevaplandıramayışıdır. Mutezile fikrinde takip edilen yöntem ve akla aşırı derecede değer verilmeleri, mutlak bir şekilde akla dayanarak gaybe iman etmekle uyumsuzluğu, Müslümanlar arasında meydana gelen ayrılmaların ve ihtilafların çözümü için yeni ve orta bir yolun vücuda gelmesini zorunlu kıldı.[7]
Eş’ari “kelami yöntemini” özetlen şöyle açıklayabiliriz:
- Sünnetin ispatladığı her akideyi kabul etmek gerekir. Bu bağlamda mütevatir ve vahit şeklindeki sünnet arasında hiçbir fark yoktur.
- Layık olan insanlar için bazı nişaneler vardır ki mucizeden ayrı bir şey olan keramet bu nişanelerden olabilir.
- Eş’ari Allah için teşbih vehmini oluşturan ayetlerin zahirine sarılıyor ve zahirine göre amel ediyor. Ama kedince teşbih anlayışına müptela olmuş değildir. Zira ona göre Allahın sureti vardır ama kullarının sureti gibi değil, Allahın elleri vardır ama kullarının elleri gibi değil.
- Onun bir inanç sahibidir ki imam Ahmet b. Hanbelî’n akideleriyle aynıdır. Ahmet b. Hanbelî önlü imam ve anlama seviyesinin yüksek olduğunu savunur.[8]
O, “teklifi ma la yutak-ı = gücünün dâhilinde olmayan bir şeyle mükellef kılınmayı caizdir” biliyor. Yani şuna inanıyor: Bir insan bir “fiili” yerine getirme yeteneğine sahip olmasa bile onunla mükellef kılmak caizdir!.[9]
Eş’ari’nin Yükselişi Ve Gerilişi:
Mutezilenin ufuliyle (gerilemesiyle) ehlisünnet arasında bu mektep revaç buldu. Eş’ari’cilik “şer’i sünnetin yolu” için kelamsal bir tevcih bulmak isteyen düşünürler tarafından kabul görüldü. Moğollarının saldırılarına kadar Eş’ari’lik konumunu koruyor ve yerinde saygın bir şekilde sayılıyordu. Bu saldırıdan sonra bu mektep İslam camiasında konumunu kaybetti ve sahip olduğu yerini koruyamadı. Her ne kadar Eş’ari anlayışını taşıyan bazı kimseler bulunuyordu, Ama Eş’ari’nin gücü bu iki dönemde o kadar faklılaştı ve sonraki dönemde o kadar geriledi ki bir biriyle mukayese edebilinecek durumdan bile çıktı.
[1] Rabbani Gülpaygani, “Mecele-i Keyhan”, s. 50, makale: “tarih ve ilel zuhur ilmi kelam”.
[2] İlmi kelam ve mantık hakkında daha fazla bilgi edinmek için YOZFAN ES’ in “saht mentiki ilmi kelam İslami”, unvanıyla tercüme edilmiş makalesine bkz: dergi: “tahkikat İslami”, birinci sene, sayı, 2,
[3] Mahmut Fadıl, Mecelle-i Danışkede-i Meşhet, sayı 18, Makale; “Firkehayi Kelami ve Seyri Tarihiyi An”, s, 169.
[4] El-Ömerci, Ahmet Şevki, “El-Mutezile Fi Bağdat Ve Eseruhum Fi’l-Hayati’l-Fikriye ve Es-Siyasiye”, Kahire: mektebetu medbuli, 2000, s. 20.
[5] “Ferhengi Ebcedi Arabi-Farisi”, madde: “itezele-itizalen (azele) eş-Şey’e ve Anhu”, yani o şeyden fasıla aldı, “itezele el-amele”, yani o işten el çekti.
[6] Fermaniyan, Mehdi, “Fireki Tesennun” Eşariye, Kum: Neşr-i Edyan, 1386, s, 483.
[7] Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek için bkz: “Freki Tesennun” Eşariye konusu, s. 485-489.
[8] Ebu Zuhre, Muhammed, “Tarihi Mezahibi İslami”, Farsça Tercümesi; Alirıza İmani, Kum: merkezi mutaalati edyan ve mezahip, 1384, s. 276.
[9] Rıza Nejad, makale: “peydayi rukabayi Kelam Mutezile”, mecele-i kelam İslami, sayı, 46.