Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “Sabredenleri müjdele. O kimseleri ki, bir musibete uğradıklarında. “kuşkusuz biz Allah’tanız ve kuşkusuz O’na döneceğiz.” derler. İşte Rablerinin özel bağış ve rahmeti onlaradır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”
Ayrıca buyuruyor ki: “Onlar ki darlık, sıkıntı ve savaş zamanında direnip sabrederler.” ”
Nehc’ul-Belaga’da ise şöyle yer alıyor: Hz. Ali (a.s), Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra Ona hitaben buyurdu ki: “Eğer sabırsızlığı ve kararsızlığı men etmeseydin ve hilim sahibi olmayı emretmeseydin, gözümüzdeki yaşlar kuruyana kadar sana ağlardık.”
Yine Hz. Ali (a.s) Nehc’ul-Belaga’da şöyle buyuruyor: “Her kim bir musibet ve bela anında ellerini dizine vurursa ve esefli olursa, amelleri yok olur.”
Munteha'l-Amal’ın yazarının naklettiği gibi İmam Hüseyin (a.s),Kerbela'da bacısı Zeynep’e (s.a) şöyle buyuruyor: “Bacım! Allah’a ant içerim ki ben şehit olduğumda yakanı parçalama, yüzünü tırnaklarınla kana bulama ve benim şahadetim yüzünden vaveyla ederek haykırma.”
Ebu Cafer Kummi, İmam Ali’nin (a.s) yarenlerine şöyle buyurduğunu nakleder:
“لَا تَلْبَسُوا السَّوَادَ فَإِنَّهُ لِبَاسُ فِرْعَوْنَ” “Siyah elbise giymeyin; zira siyah, Firavun’un elbisesidir.”
El-Safi tefsirinde, Peygamber(s.a.a)’in kadınlardan musibet anında siyah giymemeleri, yakalarını parçalamamaları ve vaveyla ederek haykırmamaları konusunda biat aldığı nakledilir.
Kâfi’de ise Peygamber(s.a.a)’in, kendi kızı Fatıma(s.a)’ya vasiyette bulunduğu ve şöyle buyurduğu nakledilir: “Ben öldüğümde yüzünü kana bulama, saçlarını dağıtıp saçma, feryat etme ve bir kadını bana ağıt yakması için tutma.”
Şia’nın büyüklerinden ve Saduk lakaplı Muhammed b. Hüseyin b. Babeveyh Kummi, diyor ki: “Peygamber’in (s.a.a) sözlerinden birisi de, Ondan önce kimse böyle bir şey buyurmamıştı şudur: “ Ağıt yakmak, cahiliyet döneminin amellerindendir.”
Aynı şekilde Şia âlimlerden Meclisi, Nuri ve Burucerdi, Peygamber’in şöyle buyurduğunu naklederler: “İki tür ses vardır ki Allah onları sevmez: musibet anında feryat ve haykırış, sevinç anında çalınan çalgı sesi.” (Yani ağıt yakmak ve müzik çalmak)
Tüm bu rivayetlerden sonra soru şudur: Neden Şia, bu rivayetlerde zikredilen hakikatlerle muhalefet ediyor? Bizler kimi tasdik edelim Peygamber(s.a.a) ve Ehlibeyt(a.s)’imi yoksa günümüz Şia ulemasını mı?
Bu konu hakkında birkaç noktaya dikkat etmemiz gerekir:
1- Genel hüküm yanı sıra bir özel hükümler de vardır birincisine umum ve diğerine has denir. Buna göre genel hükümlerin istisnalarını göz önünde bulundurmadan her yerde o genele sarılmak dini anlamda büyük yanlışlıklara yol açar. Genel olarak normal ölülere ağıt yakmak dinde yerilen bir iş sayılmasına rağmen ancak bir çok hadiste dinin korunması için özel bir önemi ve anlamı olan Hz. Hüseyin şehadetini anmak konusu ve bunun için ağıt yakmak Peygamber (s.a.a) ve dine önderleri İmamlar tarafından onlarca hadiste tavsiye edilmiştir. Buna göre bu bir istisnadır. Bunu felsefesi de dini yaşatmak ve zalimlerin egemenliğini yıkmak için bu anmamın büyük önem taşıdığı gerçeğidir.
2- Her yerde zikredilen her rivayete itimat edilemez.
3- Ahkâmın değişimi hususunda zaman ve mekân unsurlarının rolleri unutulmamalıdır.
4- Beş tane olan ahkâm-ı şer’i nin içinde sadece farzlar ve haramlar çok hassas konulardır.
5- Vahabiler her ne kadar ağlamayı halka haram kılsalar da akli yönden ağlamak kabul edilebilir ve makbul bir iştir. Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarında da Peygamber’in (s.a.a) değerli amcası Hamza’ya ağlaması, annesine ağlaması ve başka kimselere ağlaması gibi, birçok rivayet mevcuttur ki Peygamber (s.a.a), Ehlibeyt(a.s)’ı ve ashabı böyle amel ederlerdi.
6- Elbette din büyüklerinin ve fakihlerin sözlerinde, bir kimsenin değerli bir yakınını kaybetmesinden ötürü yaptığı her bir iş ve amelin makbul olmadığı belirtilmiştir. Hatta bazı işlerin günah olmasının yanı sıra kefareti de vardır. Halkın bilinçsize yaptığı işler İslam’a veya din büyüklerine ve evliyalara isnat edilmemelidir.
Sorunun cevabında ulaşmak için öncelikle mukaddime olarak birkaç noktayı incelememiz gerekir:
1- Genel hüküm yanı sıra bir özel hükümler de vardır birincisine umum ve diğerine has denir. Buna göre genel hükümlerin istisnalarını göz önünde bulundurmadan her yerde o genele sarılmak dini anlamda büyük yanlışlıklara yol açar. Genel olarak normal ölülere ağıt yakmak dinde yerilen bir iş sayılmasına rağmen ancak bir çok hadiste dinin korunması için özel bir önemi ve anlamı olan Hz. Hüseyin şehadetini anmak konusu ve bunun için ağıt yakmak Peygamber (s.a.a) ve dine önderleri İmamlar tarafından onlarca hadiste tavsiye edilmiştir. Buna göre bu bir istisnadır. Bunu felsefesi de dini yaşatmak ve zalimlerin egemenliğini yıkmak için bu anmamın büyük önem taşıdığı gerçeğidir. Bu hadisleri Hz. Hüseyin'le ilgili kaynaklarda bulmak mümkündür. Örneğin Kamilu'z-Ziyarak, Taberi ve Yanabiu'l-mevedde gibi bir çok eserde bu hadislerin örneğine rastlamak mümkündür.
2- Acaba, her kitapta yer alan her bir rivayete itimat edilebilir mi?
Bu konuda şunu dememiz gerekir: Rivayetlere olan güven ve itimat, onların senet ve dalalet ettiği şey hususunun değerlendirilmesi esasına dayalıdır. Bu iş ise İslamî meselelerde uzmanlaşmış ve kendilerine “Fakih” veya “Müçtehit” denilen kimselerin uzmanlık alanına girer.
Şunun da zikretmemiz yerinde olacaktır ki, sahih kabul ettiğimiz bir hadisin başka bir hadisle ihtilaflı olması durumunda yeni bir incelemeyi gerektirir. Bu inceleme sonucu kesin sonucu ilan edilir.
Şu bir gerçek ki Kur'an ve hadisten faydalanmak, günümüzde bilgisayardan faydalanmak gibidir. Bir işlem için bazen bir düğmeye basmak yeterli olacaktır bazen de iki veya daha fazla düğmeye basmak. Örneğin, bir programı çalıştırmak için sadece Enter tuşuna basmak yeterli olacaktır ama farklı bazı işlemler için Enter ile birlikte Kontrol düğmesine de basmak gerekecektir.
Ayet ve rivayetlerde de bazen bir konunun sonuç vermesi için bir ayet yada bir hadis kullanılabilir ama bazen iki veya daha fazla ayet ve rivayetin birlikte incelenmesi gerekir. Örnek olarak Nehc’ul-Belaga’nın bir yerinde İmam Ali(a.s)’ın, Peygamber(s.a.a)’a gusül verirken ağıt olarak şöyle söylediği rivayet edilir: “Eğer sabırsızlığı ve kararsızlığı men etmeseydin, gözyaşlarım kuruyana kadar ağlardım. Bu elemli dert, senin musibetinin karşılığında hiç kalsa da her zaman bende kalır ve kederim sonsuza kadar sürerdi.[1] Ama başka bir yerde Peygamber’i (s.a.a) defnederken Ona ağıt yakarak şöyle dediği rivayet edilir: “Sabır, seni kaybetmenin yarattığı gam haricinde güzeldir, kararsızlık senin ölümünün kederi dışında mekruhtur, senin musibetin büyük ve senden önce ve sonraki musibetler ise bir hiçtir.”[2]
Siyah elbise giyme hususunda birkaç hadis yan yana mevcuttur ki birisinde şöyle naklediliyor: Müminlerin Emiri Ali (a.s) buyurdu ki: “Siyah elbise giymeyin; zira o Firavun’un elbisesidir”[3]
Başka bir hadiste ise İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “ Allah Resulü (s.a.a), üç şey dışında siyahı mekruh bilirdi: Sarık, ayakkabı ve aba.”[4]
1- “Zaman ve mekân unsuru” veya “İkinci bir hüküm ve şartların değişimi” gibi unsurlar, şer’i hükümlerde dikkat edilmesi gereken hususlardır. Bu konuyu İmam Humeyni (r.a) gibi bazı büyük fakihler beyan etmişler ve aynı zamanda Allah Resulü (s.a.a) zamanında da bu böyleydi. Bunu kabirlerin ziyareti gibi örneklerde görmek mümkündür. Ehli Sünnet ulemasının da naklettiği üzere Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Ben daha önce sizleri kabir ziyaretinden men ederdim ama şimdi onların ziyaretine gidin; zira kabir ziyareti, dünyanız için bir züht ve ahret için bir hatırlatmadır.”[5]
Şunu da eklememiz gerekiyor ki kabir ziyaretinin delili kitap ve sünnette oldukça fazladır ama şimdilik bizim konumuz dışındadır.
Bahsedilen konu hakkında da bazı görüş sahipleri şöyle diyor: Siyah elbise giymek, asıl hüküm üzere mekruh olsa da şu anda, bir slogan ve din büyüklerine ve evliyalara saygı unsuru taşıdığından ikinci bir hükme sahiptir ve yerinde bir uygulamadır.
2- Beş hükme sahip olan şer’i ahkâmda, iki tanesi özel bir hassasiyete sahiptir. Birisi yerine getirilmesi gereken farzlar ve diğeri de terk edilmesi gereken haramlardır. Ama diğer hükümler yerine getirilmesi veya terk edilmesi hususunda zorunluluk söz konusu değildir. Sorulan konu hakkında da tek bir hüküm yoktur. Belki kendine özgü bir hükmü vardır. Bunu ileride açıklayacağız.
Ama Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt(a.s)’in sözlerine mi inanalım yoksa günümüz ulema ve fakihlerine mi? Sorusu hakkında birkaç konunun incelenmesi gerekir:
A- Akıl ve ilim yönüyle ağlamanın hükmü nedir?
İnsan, yaşam süresince çeşitli şartlardan ötürü farklı hallere bürünüyor ve bu tabii ve fıtridir. Nasıl ki bazen gülüyor ve mutlu oluyorsa bazen de ağlıyor ve üzüntülü olabiliyor.
Hakikatte ağlamak insanın temel ihtiyaçlarından biridir ve eğer yerinde ortaya çıkar ve gerçekleşirse değer kazanır ve yapıcı olur.
Ağlamak, zor şartlarda insanın yardımına koşar ve onu kindar olmaktan ve kasavetten kurtarır.
Ağlamak kimi zaman paslanan kalbi temizler ve tövbe için ortam hazırlar. Ayrıca katı kalpliliği ortadan kaldırarak kalbe sefa verir.
Mazluma ağlamak, onunla bir çeşit duygusal bağ kurmak ve zalime karşı taarruz ve savaşmak demektir.
Ağlamanın hem sağlık yönünden, hem de ruhsal ve siyasi yönden faydası vardır ki ileride bahsedeceğiz.
Ama geçmiş insanlara ve ölülere ağlamak hususunda insan, değerli bir yakınını kaybettiğinde tabii şekilde ve fıtri olarak mahzun olur. Ayrıca elinde olmadan gözlerinden yaş dökülür. Bu insan yaşantısında çok açık ve inkâr edilemez bir konudur. İslam da fıtrata yönelik bir din olduğundan bu konuyla muhalefet etmemiştir.
B- Şeriat açısından ağlamanın yeri nedir?
1- Kuran’ın bakışıyla ağlamak:
Yusuf suresinin ayetlerinde Yakup(a.s)’ın çok ağladığı ve dert edindiği bu nedenle de gözlerini kaybettiğini okumaktayız.[6]
Elbette bu güzel sabır ile çelişmemektedir. Çünkü İlahi insanların kalbi sevgi merkezleridir. Kendi çocuğundan ayrı kalmasından ötürü gözyaşlarının sel gibi akması şaşılacak bir durum değildir. Bu bir sevgi göstergesidir. Önemli olan kontrolü elden vermemek, yani Allah rızasının dışında bir söz ve eylem gerçekleştirmemektir.
2- Peygamber (s.a.a), Ehlibeyt (a.s) ve Müslümanların sünnetinde ölülere ve şehitlere ağlama konusunda incelenmesi gereken bir konudur. Tarihsel bir incelemede –ölülere ağlamanın haram olduğunu söyleyen Vahabiler’in aksine- İslam Peygamber’i (s.a.a) ve yarenlerinin fıtri esaslı bu tutuma amel ettikleri neticesine ulaşabiliriz. Şimdi bu iddiamıza tarihi şahitler sunacağız:
İslam Peygamber’i (s.a.a), oğlu İbrahim’in ölümünde ağlıyordu. Bazıları kendisine itiraz ettiklerinde cevaben şöyle buyurdular: “Göz ağlar, kalp hüzünlenir ama Allah’ı gazaplandıracak şey söylemem.”[7]
Başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur: “Bu ağlayış bir kararsızlık değildir. Bu bir rahmettir. "
İnsanın göğsünde bir taşın değil kalbin olması hasebiyle ve duygusal meseleler karşısında gösterdiği tabii tepkiler olduğunu gösterir. Bunun en basit örneği gözlerden yaş akmasıdır. Bu bir ayıp değil bir histir. Ayıp olan insanın, Allah’ı gazaplandıracak bir söz söylemesidir.”[8]
Peygamber(s.a.a)’ın yaşantısından bir diğer örnek ise amcası Hz. Hamza hakkında söylediği şu sözdür:
“Uhut savaşında Hz. Hamza şehit olduğunda bacısı Safiye gelerek Peygamber(s.a.a)’i arıyordu. Peygamberi bulduğunda, Peygamber (s.a.a), Onu Ensar’dan ayırarak şöyle dedi: Onu kendi haline bırakın. Safiye Peygamber’in (s.a.a) yanında veya cenaze başında oturup ağladı. Onun ağlama sesi her yükseldiğinde Peygamber(s.a.a)’in ağlama sesi de yükseldi. O yavaş şekilde ağlarken Peygamber (s.a.a) de yavaş ağladı. Allah Resulü’nün (s.a.a.) kızı Fatıma (s.a) da ağlıyordu ve Peygamber (s.a.a) de Onunla birlikte ağlıyor ve şöyle buyuruyordu: “Hiç kimse senin kadar musibete uğramayacak.”[9]
Bazı rivayetlerde ise şöyle naklediliyor: Allah Resulü (s.a.a), Uhut savaşından sonra Ensar’ın evlerinde şehitlere yüksek sesle ağlandığını duyunca şöyle buyuruyor: “Ama Hamza’nın ağlayanı yoktur.” Sa’d b. Muaz, bu sözü duyunca “Beni Abdul-Eşhil” kabilesinin kadınlarının yanına gidiyor ve onlardan Hamza’ya ağlamalarını istiyor. Ondan sonra hiçbir Ensar kadını Hamza’ya ağlamadan ölülerine ağlamadı.[10]
Bu olaylardan anlayabiliriz ki sadece Hazret Resulullah (s.a.a) kendisi Hamza’ya ağlamakla kalmadı hatta Ensar’ın kadınları da buna tavsiye etti ve onlar da ağladılar.
Peygamber (s.a.a) annesinin kabrini ziyarete gittiğinde çok ağladı. Hazretin ağlamasıyla etrafındakiler bile ağlamaya başladılar.[11]
Peygamber’in kızı hakkında da rivayetler vardır:
Hazreti Zehra (s.a) Allah Resulü’nün (s.a.a) vefatından sonra ağlıyor ve şöyle diyordu: “ Ey baba, Sen Rabbine ulaştın ve davetine icabet ettin. Babacığım, Firdevs cenneti şimdi senin mekânın oldu.”[12]
Allah Resulü (s.a.a), Ehlibeyt (a.s) ve ashabının ölülere ve şehitlere ağladıkları hakkında birçok şahit mevcuttur. Ama biz kısaca değinmiş olup onların tamamını beyan etmeyeceğiz.
C- Acaba fakihler ve ilahiyatçıların görüşü mersiyelerde, musibetlerde, zorluklarda, acı olaylarda her işin yapılabileceği yönünde midir? Bu konuda bazı büyük fakihlerin mersiye hakkındaki görüşlerini getireceğiz:
Ölüye ağlamak, caizdir. Hatta çok kederli zamanlarda müstehaptır ama Allah’ı gazaplandıracak sözler dile getirilmemelidir. Ayrıca muhtevasında yalan ve haram sayılan şeyler olmayan şiir veya benzeri şeylerle mersiyeler okumak caizdir. Hatta farz ihtiyat gereği “vaveyla veya vay vay” sözleri de söylenmemelidir. Yine farz ihtiyat gereği yüze vurmak, deriyi soymak, saçları çekmek ve örfün dışında olan feryatlar caiz değildir… Hatta zikrettiğimiz bazı eylemler için kefaret de ödenmelidir.[13]
Buna binaen, Şii ulemasının görüşleri, rivayetlerde yer alan ve evliya sünnetinden gelen görüşlerdir.
Şunu da eklememiz gerekir ki din büyükleri ve fakihleri, İslam kaynaklarının yol göstericiliğinde “sabır” kelimesinin önemini bilmişler ve tüm zorluklarda, musibetlerde ve yakınların kaybedilmesinde sabrı tavsiye etmişlerdir ta insan, güzel sabır vesilesiyle ilahi mükafatlara ulaşabilsin.
Bu nedenle bir Müslüman’ın musibet ve bela anında ilk ve en önemli adımı sabır ve tahammüldür. Ağlamanın da bir sakıncası yoktur ama halkın bazı kesimlerinin başı ve yüzü çizmek, feryat etmek, saçları yolmak gibi yaptığı işler, İslami rivayetlerde ve din ulemasının sözlerinde yer almamıştır. Neticede soru soran kardeşin yaptığı çıkarımı düzeltmesi gerekmektedir.
D- Önemli olan şudur ki insan, çok boyutlu bir varlıktır. Bu boyutlarda, birbirinden etkilenmekte ve İslam, bu psikolojik durumdan da dinin güçlenmesi ve yayılması hususunda faydalanmıştır. İslam Peygamber’i (s.a.a) Hamza’ya ağlanması emrini vermiş ve kendisi de bizzat ağlamıştır. Bu nedenle de Yine Peygamber (s.a.a) ve İmamlar (a.s), İmam Hüseyin’e (a.s) ağlama ve mersiye söylemeyi de tavsiye etmişlerdir.[14]
Daha fazla bilgi için 171 numaralı, Baki mezarlığının ziyaretçilerinin Ağlaması konulu soruya müracaat edin.
[1] Nehc’ul-Belağa, kelam 235
[2] Nehc’ul-Belağa, hikmetli sözler 292
[3] Şeyh Saduk, İleluş-Şerayi’, 2.c, 347.s
[4] Şeyh Saduk, İleluş-Şerayi’, 2.c, 347.s
[5] Sünen’i İbni Mace, 1.c, 114.s
[6] Yusuf Suresi, 84. ayet
[7] Kafi, 3.c, 262.s
[8] Tefsir’i Numune, 9.c, 352.s
[9] El-Esma’ Makriyzi, 154.s
[10] İbni Sa’d, Tabakat, 3.c, 11.s; Müsnedi Ahmet, 2.c, 129.s
[11] Cafer Subhani, Rahnemai Hakikat, 231.s
[12] Cafer Subhani, Rahnemai Hakikat, 232.s
[13] İmam Humeyni, Tahrirul-Vesile, 1.c, 93.s
[14] Bihar’ul-Envar, 44.c, 292.s