İslam dini anlayışında insan büyük ve üstün bir değere sahiptir. O Allahın yeryüzündeki halifesidir. İslam dininin insana verdiği değer ve ona gösterdiği ihtiram dünyanın hiçbir yerinde insana bu değer ve ihtiram verilmemektedir. Zira insana değer vermek ile dünyada savaşları başlatmak ve insanları öldürmek kesinlikle bir arada olamıyor ve bir biriyle uyuşmuyor.
Filistin halkına yapılan bu zulümler, son yıllarda Sırbistanlılar tarafından binlerce Müslüman’ın öldürülmelerine şahit olduk, Afganistan ve Irakta günahsız insanların (kadın, erkek, çocuk ve…) Amerika tarafından öldürüldüklerine şahit olduk ve olmaktayız. ABD. ve Avrupa ülkelerinde gün geçtikçe Müslümanların hayat tarzlarına sınırlamalar getirilmektedir, İslam dinine hakaretler yağdırılıyor olmasına şahitlik yapıyoruz. Acaba bunlar insana verilen değer midir? Maalesef günümüz dünyasında bazı Avrupa ülkelerinde teknoloji, ilim, iktisat, askeri ve sağlık alanlarında yapılan hamleler ve kayıt edilen ilerlemeler gözlerimizi kapatmış ve bizi kendilerine meczup etmiş ki artık onların insanlık ve insani değerlerden aldıkları fasıla bizler tarafından görülmez konuma geldi. Onlar böylece kendi ayıplarını, yanlışlıklarını ve günahlarını kapatmış oldular. İslam medeniyeti bir zamanlarda bütün medeniyetlere oranla altın konumundaydı. Ama neden İslami ülkeler günümüz dünyasında örnek olmaktan ve öncülük yapabilir kafilesinden geri kaldılar?, sorusu bağlamında söylenecek çok şeyler var. Özetle şunu söylemek gerekir ki, bunun bir çok nedeni var ve birçok amil bu noktada etkili olmuştur. İlahi düsturlara amel etmemek, Müslümanlar arasında vahdetin/birliğin olmayışı ve… bunlardan birkaç tanesi olduğunu söylemek mümkündür. İslami ülkeler büyük hastalık olan bu etkenlere müptela olmuşlardır.
İran İslam cumhuriyetinde İslami inkılâbın semereye ulaşmasıyla İran’ın geride kalmaya dönük olan gidişatı kesildi ve İran toprağında yaşayan gençler örnek olabilecek bir gayret ve büyük bir himmetle, düşmanlarının göstermiş oldukları tahrip edici büyük çabalarına rağmen kendine geldiler ve geçmişten kalan geriliği telafi ederek ilerlemeye doğru suratla yol almaktadırlar. Gösterdikleri bu himmet ve gayret esasınca değişik alanlarda gün be gün İranlı gençlerinin farklı alanlarda ciddi başarılılarına şahit olmaktayız. Her ne kadar bu bağlamda bazı alanlarda bazı sorunlar, aksaklıklar ve eksiklikler var ise de ama ülkemizin bilginleri ve insanları ilerleme noktasında her zamankinden daha fazla sabit ve daha kararlıdırlar. Bu yola koyulmuşlar ve bütün ciddiyetiyle hareket etmektedirler.
Ayeti kerimedeki rüşt, terakki ve ilerleme anlamında değil, bilakis gerçeğe doğru yol almak anlamındadır.
Asıl konuya geçmeden önce konunun daha net ve aşikar olması için bazı noktalara değinmek gerekli görülmektedir:
1- Bütün ilahi dinler arasında İslam dini, “ bütün fertler”, bütün mekanlar”, “bütün zamanlar” için olduğu gereğince kıyamete kadar, kapsamlı ve geneldir. Dolayısıyla hiçbir tereddüt olmaksızın İslam dini masum imamın (a.f.) gaybeti döneminde de hükümete sahiptir.[1]
Rahmetli allame Tabatabaii, şöyle yazmaktadır: “kuranı kerim insanları hükümet ve siyasi gücü kurmaya davet etmemiş, bilakis hükümet ve siyasi gücü kurmayı zorunlu ve gerekli durumlardan bir durum olarak telaki etmiştir. İnsanları hükümet kurmaya teşvik ve davet etmeye ihtiyaç yok. Kuran insanları kendisine davet ettiği ve onu gerçekleştirmeye teşvik ettiği tek şey dinin yörüngesinde ve din mihverli olarak bir arada toplanmak ve ittifak etmektir”[2]. Dolaysıyla dini sosyal ve siyasi hayattan uzaklaştırıp inziva ve birey dinine dönüştürmek dini tahrif etmek ve hakikatinden ayırmak anlamındadır.
Günümüz dünyasında var olan İslami ülkelerin her birisi has bir hükümete sahip konuna gelmiştir. Onlardan bir kısmı cumhur-iyet, bir kısmı padişahlık ve … .[3]
Hükümette var olan bu türlülük onlardan bir kısmının dini hükümetler olmadığına delildir. Zira İslam gerçek anlamda tahkiki olarak sayılı hükümet tarzlarını insanlara sunmamıştır. Bilakis İslami anlayışta meşru olan tek hükümet dini, ilahi öğreti ve değerlere dayalı hükümettir.
2- Dini hükümet siyasette, iktisatta ve toplumu yönetme bağlamında has bir dini bütün yönleri ve ayrıntılarıyla kaynak ve referans alan bir hükümettir. Yani devlet ve diğer bütün kuruluşları dini öğretilere ve talimatlarına karşı kendini sorumlu ve yükümlü biliyor. Bütün tedbir, kanun koyma ve toplumun değişik ilişkilerini tanzim etme noktasında din derdini korumaya ve tüm hükümetsel alanlarda dini talimatlardan ve öğretilerden ilham almaya çalışıyor.[4] Sosyal sorunları çözme noktasında, müdüriyet, ve yapacağı programlarda fıkıhsal çerçeveyi ve dini ölçü ve değerlerini dikkate alır ve göz önünde bulunduruyor.[5]
3- Dini hükümette camianın yönetimi (rehberliği) ve müdüriyeti din için bir vesile ve araç konumundadır. Bu nedenle hükümetin dinin hedeflerinden bağımsız kendine has her hangi bir hedefi yoktur. Yani hükümetin dinden bağımsız bir değeri yoktur. Onun değeri dine verdiği değere ve dininin değerlerinin icra ettiği oranla değerlendiriliyor.[6]
4- Demokrasi halkın halka egemen olması anlamındadır ki genelde halkın ekseriyetinin reyine teveccühle seçilen milletvekilleri vesilesiyle kurulan ulus meclis kanalıyla bu egemenlik tahakkuk buluyor. Bu sistemde hükümet işlerini idare etme olgusu kanunen rey sahibi olan ekseriyeti teşkil eden halkın reyine verilmektedir.[7]
Beşerin şimdiye kadar ulaşmış olduğu çeşitli hükümetler içerisinde en uygunu demokrasi şeklinde olan hükümettir. Beşeri hükümetlere karşı ilahi hükümet söz konusudur. İlahi sistemde rehberin tayini ve azledilmesi Allahın elindedir. Dolayısıyla seçilen rehbere itaat etmek topluma vaciptir. Peygamberler (a.s.) döneminde Allah tarafından seçilen peygamberlerin kendileri Allahın seçtiği hâkimler idi. Nübüvvetten (s.a.a.) sonra Şia anlayışında bunun sorumluluğu on iki imamın (a.s.) uhdesindedir. Gaybet döneminde ise bu sorumluluk adil, müçtehit, siyaset medar toplumun siyasi müdüriyetinin uhdesinden gelebilen müçtehitlerin uhdesindedir.[8]
5- Materyalist mekteplerin tersine İslam dini insanın konumuna ve insanın insanlık makamına çok büyük ve olağan üstü bir konum atıf etmektedir. İslam şöyle diyor: “insanın kanı muhteremdir, insanın şahsiyeti muhteremdir, ölü insan bile muhteremdir.[9] İnsan bağımsız ve özgür bir şahsiyet olmasının yanı sıra bir sorumluluğu ve mesuliyeti vardır. İnsan Allah ın emanetçisidir.[10] Anlattıklarımız bu şeyler bir insanın, İslam ve kuran anlayışındaki değerlerden birkaç örneğidir.
Dünyanın neresinde insan denen varlığa matuf böyleli bir ihtiram ve değer bulabilirsin? Birinci dünya savaşında on milyon insan ve ikici dünya savaşında yüz milyon insan öldürüldü veya noksan bırakıldı. Buna karşı dünyayı yöneten hiçbir önderin böyleli büyük bir faciaya karşı bir damla gözyaşını dökmesini bırakın bir yana bütün bunları insan yaratılışının, doğanın gereksinimi ve zamanın determinizmi şeklinde telaki ve yorum ettiler.
İslam dini insana insanlık camiasının bütün fertlerini bir bedenin organı bilip bir insanin öldürülmesini bütün insanları öldürmek gibi telaki eder[11] şeklinde insana değer vermektedir.[12]
İslam dininde insana verilen bu denli değer ve ihtiramı, dünyada hiçbir yerinde, insan severlikten ve insan hukukundan söz eden ülkelerin hiçbirinde görebilir mısınız?
Sömürgeci güç ve devletler dünyanın bir çok bölgelerinde kendi menfaatlerini elde etmek için ne kadar savaşlar çıkardılar. Vahşice öldürdükleri insanların sayısı ve yıkıp viran etekleri yerler ne kadardır?
Neden medeni, demokrat, özgürlükçü, insan haklarının savunucusu olduğunu iddia eden Fransa gibi bazı Batı ülkelerinde Müslüman kadının hicabına engel olunuyor?.
Neden kendi ülkelerinden sürgün edilen, her gün onlarca insanı öldürülen birçok insanı kendi karanlık kuyularında hapis ederek durumlarından haber bile alınmıyor şeklinde Filistin halkına yapılan bu denli zülüm karşısında bütün Batı ülkeleri sesiz kalıyor. Bırakın itiraz etmelerini bir yana yapılan bu denli zulümler onların himayesi altında yapılıyor. Allah aşkına insani değerlere riayet etmek bu mudur?
Son senelerde Sırplar tarafından binlerce Müslüman’ın öldürüldüğüne şahit olmadık mı? Öldürülen bu insanlar Batılı değil midi?.
Afganistan ve Irak’ta (kadın, erkek, çocuk, büyük ve küçük) olmak üzere günahsız insanların Amerika tarafından öldürüldüklerine şahit değimliyiz?. Bunlar haklarında insan haklarının riayet edilmesi gereken insan sınıfına giren varlıklar değil midirler?
Daha birkaç yıl önceye kadar güya medeniyetli olan batılı ülkeler Afrikalıları köle aldıklarına şahit olmuyor muyduk?
Amerika ve Avrupa ülkelerinde hemen hemen her gün Müslümanlara sınırlamalar getirildiğine ve hakaret yapıldığına şahit olmuyor muyuz? Ve…
Maalesef bu gün bazı batı ülkelerinde gerçekleşen bazı ilmi, iktisadi, askeri ve sağlıktaki gelişmeler bizim gözlerimizi kamaştırmış ve kabartırmış, öyle ki, artık onların insanlıktan, insani değerlerden ve insan haklarından aldıkları bu denli fasılayı göremeyeceğimize neden olmuş. Onların işaret edilen alanlarda göstermiş oldukları, bu ilerlemeler ve gelişmeler yaptıkları bu denli hatalarını, yanlışlıklarını ve günahlarını kapatmış.
Burada kısa da olsa İslam medeniyetine de değinmekte yarar var: İslam dini hicaz bölgesinde zuhur etti. Hicaz bölgesi İslam’ın zuhur ettiği esnada temeddün ve kültür bakımından dünyanın en çok geri kalmış bölgelerinden bir bölge idi. İslam “cahiliyet devri” olarak isimlendirilmiş bu hicaz bölgesinde zuhur etti ve buradan varlığını başladı.
Peygamberin (s.a.a.) risalet döneminden sonra hilafet başlamış ve bu hilafet on ikinci asırlara kadar devam etmiş. Bu yıllarda İslam medeniyetlerin en parlaklılarına sahip idi. Özellikle üçüncü, dördüncü ve beşinci asırlarda emsalsiz olan bilim adamları ilim ve fünün üretmek için amansızca çalışmış ve bu bağlamda gözleri kamaştıracak şekilde hizmetler vermiş ve ilerlemeler kayıt etmişlerdir. Örnek babından Farabi, ebu Rayhan, ibni Sina, Hace Nesiruddin-i Tusi gibi şahsiyetlere işaret edebiliriz. Bu şahsiyetlerin kitapları asırlarca Batılıların üniversitelerinde okutuluyor ve onların ilmi kaynakları idiler.
Tarihi kaynaklarda zikir edildiği gibi bu dönemde Avrupa ve Batılılar için bu bağlamda böyle bir gelişme, ilerleme ve ilmi kalkınmanın var olduğu sept edilmemiştir. Bilakis onlar için bu dönem bütün Avrupa’yı kapsamış istibdat ve istismar devri olmuştur.
Miladin sekizinci asrından on birinci asra kadar İslam’ın altın çağı olarak adlandırılmıştır. Batılı düşünürler bu dönemi İslam dünyasının kültürü ve medeniyetinin ilerleme ve kalkınma bağlamında had safhasına ulaştığını kabul görmektedirler. Onlar Batı ve Avrupa dünyasının orta çağının düşüncelerine yakalandığı bu dönemde İslam dünyası ve İran, medeniyet ve kültür bağlamında en parlak medeniyetine sahip olduğunu itiraf ediyorlar.[13]
Günümüzde dünyanın her tarafına hâkimiyetini kuran Avrupa’nın büyük ve hayret verici yeni temeddünü art niyetli olmayan araştırmacıların itirafı ve ikrarınca her şeyden önce İslam’ın başarılı ve güçlü temeddünden mayasını almıştır.
Örneğin Govstavlovbovn (Gvstavlvbvn) şöyle diyor: “bazıları, inkarcı ve kafir (Müslümanlar) bir kavim Hıristiyan Avrupa’yı müptela olduğu vahşilikten ve cehaletten çıkardığını ikrar ve itiraf etmekten utanıyorlar. Bu nedenle bunu gizlemeye çalışıyorlar… Müslüman bilinen bu insanların ahlakının nüfuzu, Romanya saltanatını alt üst eden Avrupa’nın vahşi kavimlerini ilerleme ve kalkınma yoluna sürükledi. Hakeza onların felsefi nüfuzu, batılıların kendilerinden tamamen bihaber oldukları ilimlerin, fenlerin ve felsefenin kapısını onların yüzüne açtı ve altı yüz sene biz Avrupalıların üstadı idiler”.[14] [15]
Ama İslami toplumların geri kalmışlıklarının sebebi nedir? Sorusuna gelince cevaben bu geri kalmışlığa neden olan sebeplerin bir kaçına kısa bir şekilde işaret ediyoruz:
1- Peygamberin (s.a.a.) vefatından sonra çok az bir zaman hariç İslam’ın düsturlarına amel edilmemesi.
2- İslam dünyası ve İran coğrafyasının sınırları içerisinde gerçekleşen iç savaşlar, askeri kargaşalar, Emevi ve Abbasilerin gerçekleştirdikleri savaşlar gibi. İslam medeniyetine ve İslami ülkelere dışarıdan yapılan yıkıcı ve viran edici saldırılar; Moğolluların İslam dünyasına yapmış olduğu saldırı ve İslam medeniyetine karşı yapmış olduğu yağmacılık gibi. Çok açıktır ki, İslam dünyasının bir bölümünde elde edilen ilmi gelişmeler ve kalkınmalar sulh ve emniyet gölgesinde olmuştur. Farabi ve İbni sina gibi şahsiyetlerin yapmış oldukları ilmi çalışmalar gibi.
3- İslam’ın yayıldığı coğrafya dünyasında fikirsel ortamının ve vahdetin olmayışı.[16]
4- Sömürgeci görüngü ve fenomeninin farklı şekil ve kalplarda zuhur etmesi. Bu görüngü ve fenomen İslami ülkelerin servetini yağmaladı, İslami ülkelerde Müslümanlara ait olan üretici ve tasarrufa dayalı kültürü çözerek kendi israfçı ve tüketici kültürünü onlara dayattı. Bunun ardından bu ülkelerin insani kaynaklarını kendi hedeflerine hizmet edecek duruma getirdiler.
5- Peygamber (s.a.a.) döneminde şekillenen İslam’ın, birlik ve beraberlik, adalet kültür ve ilme taliplik gibi inkılab-i ve ıslahatçı peygam ve şiarlarının unutulması. On dört asır boyunca varlığını sürdüren hükümetlerin hiçbirisi pratikte İslam’ın ve İslami peygamın ve kültürünün hamisi değil idiler.[17]
6- İslami ülkelerin bazı hakimlerinin yetersizliği ve bencil olmaları.
7- İran’ın İslami inkılâbın semereye ulaşmasıyla İran’ın geride kalmaya dönük olan gidişatı kesildi ve İran toprağındaki gençler örnek gösterilebilecek bir şekilde büyük bir himmetle, düşmanlarının göstermiş oldukları tahrip edici büyük çabalarına rağmen kendine geldiler ve geçmişten kalan geriliği telafi ederek ilerlemeye doğru yol almaktadırlar. Gösterdikleri bu himmet esasınca değişik alanlarda gün be gün İranlı gençlerinin başarılıklarına şahit olmaktayız. Bu yolda her ne kadar bazı aksaklıklar ve eksiklikler var ise de ama ülkemizin bilginleri ve insanları her zamankinden daha fazla sabit, kararlı ve ileriye doğru hareket etmektedirler.
“Kad tebeyyene rüştü minel gay” ayetindeki rüşt kelimesinden maksat olan rüşt:
Lügatte “rüşt” kelimesi “yolunu bulmak ve gerçeğe varmak” anlamındadır. Bu kelime “hakikatten sapma ve gerçeklikten uzaklaşma” anlamını taşıyan “gayy” kelimesin karşıtıdır.[18] Dolayısıyla ayeti kerimedeki “rüşt”, terakki ve ilerleme anlamında değil, bilakis gerçeğe doğru yol almak anlamındadır. Bu nedenle Müslümanların ilerlemesi veya geri kalmışlıklarıyla yakından ve uzaktan her hangi bir irtibatı yoktur.
[1] MEZAHİRİ , “ nüktehayi piramuni velayeti fakih ve hükümeti dini ” , intişarati besair , çapi rezevi b . 3 , b . t . 1378 , s . 20 ve 22 arası.
[2] TABATABAİ , seyit Muhammed Hüseyin, “ elmizanu fi tefsiri kuran ”, tahran: daru’l-kutubi’l-islamiye , b . t . 1393 h. K., c. 3, s. 144.
[3] Bkz. CEVADİ AMULİ , Abdullah nisbeti , “ din ve dünya “ merkezi neşri isra, birinci baski , b. t. 1381 hicri şemsi, s. 20.
[4] VAİZİ, Ahmet, “ hikmeti İslami ” Kum: defteri telif ve neşri mutuni dersi havza neşri samir, birinci baskı, b. T. 1380, s. 30 – 31.
[5] CEVADİ AMULİ, Abdullah, “nisbeti din ve dünya” merkezi neşri isra, birinci baski, b. t. 1381 hicri şemsi, s. 22.
[6] CEVADİ AMULİ, Abdullah, “nisbeti din ve dünya, merkezi neşri isra, birinci baski, b. t. 1381 hicri şemsi, s. 25.
[7] RABBANİ GÜLPAYGANİ, Ali “din ve devlet”, merkezi neşri asar pejohişgahi ferhekg ve endişeyi İslami, b. 3, b. t. 1381, s. 25.
[8] RABBANİ GÜLPAYGANİ, Ali “din ve devlet”, merkezi neşri asar pejohişgahi ferhekg ve endişeyi İslami, b. 3, b. t. 1381, s. 27.
[9] Nisa , 93.
[10] Ahzap , 72.
[11] Maide , 32.
[12] SUBHANİ, Cafer , “kitabi simayi insan kamil der kauran”, Kum: merkezi çap ve neşri defteri tebligati İslami havzayi ilmiye, b. 9, b. T. 1385, s. 300 – 307.
[13] RENAN, Colin, “tarihi ilmi Cambridge”, , tercüme: hasan efşar, Tahran: meşri merkez, b. 3, b.t. 1371 hş. S. 281 ve 350.
[14] MUTAHARİ, Murtaza, “insan ve sirişt”, b. 6, intişarati sadra, b. t. 1361, s. 6 – 9.
[15] WİLL DURANT, “tarihi temeddün”, b. 4, intişarati ilmi ve ferhengi, b. t. 1373, c. 4, s. 815.
[16] SEMİH ATIF EZ-ZEYN, “rişehayi zaaf ve akabmendegi müslimin”, tercüme: Mahmut RECEBİ, ve KEMALİ NİYA, b. 1, Kum: hicret, s. 41 ve 68.
[17] ALEMDAR, Kazım, “çıra iran akab mand ve garb pişreft kerd?”, Tahran: neşri tavsia, b. 7, b. T. 1381, s. 293 ve 363.
[18] MEKARİMİ ŞİRAZİ, Nasır, “tefsiri numune”, b. 18, Tahran: darulkutbil arabiye, b. t. 1365 hş., c. 2, s. 204.