İrfan, sezgi ve batınla elde edilen özel bilgidir. Böyle bir bilgi edinme şekli belli nefsi tezkiye ve programlara bağlı olduğu için ameli veya seyr u süluk yöntemlerine de irfan denmiştir. Gerçek arif, özel amelleri yerine getirerek Allah-u Teala’ya, sıfatlarına ve fiilerine şuhudi (sezgisel) ve huzuri bilgi elde eden kimsedir.
Bu meseleye karşı çeşitli tavırlar alınmıştır. Kimileri İslamda irfan denen bir şeyin olmadığını, onun bidat, ariflerin de sapıtmış olduğunu söylerken, kimileri de irfan adına öyle şeylere inanırlar ki onları kitap ve sünnette bulmak mümkün değildir. Böyle şeyler açık nasslara aykırı olup tevil edilecek türden değillerdir. Yine amel açısından da bir taraftan kendi başlarına adap ve kural koyar veya gayr-i islami fırkalardan ameller alırken, diğer taraftan ermiş arifin farzlarla mükellef olmadıklarına inanırlar.
Gerçek şu ki, irfana muhalif olanların sağlam ve elle tutulur bir delilleri yoktur. İrfan İslamın bir parçasıdır, hatta onun ruhu ve beynidir. İrfan da İslamın diğer bölümleri gibi Kur’an ve nebevi sünnetten alınmıştır. Bu da, irfandaki seyr u sülukun şeriata rağmen ondan ayrı bir yol olmadığını gösterir. Hatta şeriatın içinde ve onun boylamındadır. Başka bir ifadeyle şeriat ahkamı açıklarken, irfan bu ahkamının sır, hikmet ve hakikatlarını keşfeder. Ancak bu söz ‘irfan diye sunulan herşey doğrudur’ manasına gelmez. İslamın sunduğu irfanın -kendi yerinde bahseldiği gibi- kendine özgü dalları vardır.
İrfan lugatte tanımak/bilmek demektir. Istılahta ise sezgi ve batın yoluyla elde edilen özel bilgiye denir. Böyle bir bilgi edinme şekli nefsi tezkiye etmeye ve özel programlara bağlı olduğu için ameli veya seyr u süluk yöntemlerine de irfan denmiştir.
Bu açıklamaların ışığında gerçek arifin, özel amelleri yerine getirerek Allah-u Teala’ya, sıfatlarına ve fiilerine şuhudi (sezgisel) ve huzuri bilgi elde eden kimse olduğunu söyleyebiliriz.
İrfanın ve ariflerin seyr u sülukunun doğruluğu hakkında birçok ihtilafın ortaya çıkmasına neden olan şey, acaba ‘İslam’da irfan denen bir şey var mıdır, yoksa Müslümanlar onu başkalarından mı alıp dine sokmuşlardır’ şüphesine verilen cevapların farklılığından kaynaklanmaktadır.
Bu soruya cevap verilirken kimileri İslamda kesinlikle irfanın olmadığını, onun bidat olduğunu ve ariflerin yoldan çıktığını söylerken, kimileride tam aksine onun İslamın bir parçası, hatta İslamın ruhu ve beyni olduğunu, İslamın diğer bölümleri gibi Kur’an-ı Kerim’den ve nebevi sünnetten alındığını söylemekteler.
Kur’an-ı Kerim’i, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’inin (a.s) sözlerini dikkatle inceleyen kimse şüphesiz irfan hakkında çok derin ve manası çok yüce konuları bulacak, irfana ait seyr u süluk düsturları görecektir. Örneğin Tevhid suresi, Hadid suresinin ilk ayetleri ve Haşr suresinin son ayetleri, zat, sıfat ve fiillerin tevhidine ait ayetlerdir; yine Allah’ın varlığının bütün alemde olduğuna, bütün varlıklara ihatasına, bütün varlıkların Allah’ı tekvini olarak tesbih ve secde ettiklerine dair ayetlere işaret edebiliriz.
Aynı şekilde özel adap ve sünnetleri içeren ayetler var ki, onlara İslam’ın seyr-u süluku diyebiliriz. Tefekkür ayetleri, zikir ve daimi teveccüh, gece ibadeti, oruçlu olmak, geceleri uzun secdeler ve tesbihler etmek, huzu, huşu, ağlamak, ibadette ihlas, Allah’a olan bağlılıktan dolayı Onun kurb ve rızasına ulaşmak için hayır işler de bulunmak, tevekkül, rıza, teslimiyet hakkındaki ayetler; Resul-i Ekremin (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’inin (a.s) bu konularla ilgili sözleri, duaları ve münacaatları sayılmayacak kadar çoktur.
Ayetlerin, Resul-i Ekremin (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’inin (a.s) bu düsturlarına rağmen ifrat ve tefrite gidenler de vardır. Dar görüşlü ve zahirci tefritçiler, bu düsturlara düşük manalar yükleyerek ayet ve rivayetlerin yüce manaların içini boşaltan kimselerdir. Onlar genel olarak İslamda irfan denen şeyin varlığını inkar ederler.
İfratçılar ise irfan adına öyle şeylere inanırlar ki, din, kitap ve sünnetten asla böyle şeyler yoktur. Böyle şeyler açık nasslara aykırı olup tevil edilecek türden değillerdir. Yine amel açısından da bir taraftan kendi başlarına adap ve kural koyar veya gayr-i islami fırkalardan ameller alırken, diğer taraftan ermiş arifin farzlarla mükellef olmadığına inanırlar.
İfrat ve tefrite gitmeyenler ise irfan seyr u sülukunun şeriatın yanında kendi başına bir yol olmadığına, aksine onun daha dakik ve latif bölümü olduğuna inanırlar. Şeriatı ahkama özgü kılarsak şöyle dememiz gerekir: Tarikat, şeriatın boylamında veya onun batınında yer almaktadır. Örneğin, şeriat namazın dış ahkamını belirlerken irfan namazda dikkatlerimizi nasıl toplayacağımız ve kalp huzurunu nasıl sağlayacağımız konusunu üstlenir.[1]
Ancak bu söz, irfan diye sunulan her şeyin doğru olduğu manasına gelmez. İslamın sunduğu irfanın -kendi yerinde bahseldiği gibi- kendine özgü dalları vardır.
İslami irfanı ve özellikleri hakkında daha fazla bilgi için bkz: balagh.net sitesi ve 1223. Soru (site:1220), 2389. Soru (site:2548) ve 924. soru (site:1490).
[1]- Muhammed Taki Misbah, Faslname-i Marifet, sayı:21’de ki İrfan ve Hikmet-i İslami makalesinin özeti