İslam ve dini öğretileri öğrenmek diğer benzer konular gibi birbirine bağlı dalları olup, tam olarak hangisinden başlayacağınızı söylemek zordur. Eş zamanlı ve çaba göstererek bütün dallarda bilgi sahibi olmanız gerekir. Ancak Allah’ı tanımak dindarlığın en önemli merhalesi olduğu için ilk adımda araştırmaya oradan başlamalısınız. Fakat unutmayın ki, yeni Müslüman olmuş kimselerin imanı daha önce bu dinde olanlardan daha sağlamdır, diye genel bir kural yoktur. Öylesine ermiş arifler var ki onların dini bakışları başkalarından ve bu cümleden yeni Müslüman olanlardan daha güçlüdür. Başkalarının hata ve yanlışlıkları dinden uzaklaşmamız için asla bir dayanak olamaz. Herkes Allah’a ayrı ayrı hesap verecektir.
Sorunuzu şu üç bölümde ele almak gerekir:
1- Dini araştırmalara hangi konulardan başlamalı.
2- Yeni Müslüman olanların genelde imanlarının diğer Müslümanlardan güçlü olması meselesi.
3- Dindarlarda görülen bazı yanlışlık ve riyakarlıkların dinden uzaklaşmak için bir dayanak olması konusu.
Birinci bölüm hakkında söylemek gerekir ki, dini inançlar zincirleme olarak birbirlerine bağlı olduğundan onlar için belli bir başlangıç noktası belirlemek zordur. Ancak kendisini tanımayan insan Allah’ı da tanıyamaz ve Allah’a inancı olmayan kimse Onun resulüne inanmaya davet edilemez. Peygamberin (s.a.a) risaletini tanımayan kimseyle Ondan sonra ki imamlar ve halifeler hakkında konuşulmaz. Dolayısıyla Masum İmamların (a.s) imametini kendine ispat etmemiş kimseyi Onların verdiği ölçülere davet etmenin faydası olmayacaktır.
Öte yandan Allah’ı en iyi şekilde Peygamberin sözlerini inceleyerek tanıyabiliriz. Bu yüzden İmam Sadık’ın (a.s) ashabından birine öğrettiği ve gaybet döneminde onun muhtevasının ne olduğunu Allah’tan talep edilmesini istediği bir münacaatta şöyle gelmiştir: ‘Allahım! Kendini bana tanıt, eğer kendini bana tanıtmazsan seni tanıyamam. Allahım! Peygamberini bana tanıt, eğer peygamberini bana tanıtmazsan onu tam manasıyla tanıyamam. Allahım! İmam ve hüccetini bana tanıt, eğer onu tanıtmazsan dinimden saparım!’[1]
Başka bir ifadeyle, Peygamberlerin izinden gitmenin gereği Allah’ın hakkında temel bilgilere sahip olmaktır. Ve bu temel bilgilere ulaşmanın yolu Peygamberlerden geçer. Bunu felsefe açısından imkansız olan batıl devir olarak görmeyiz. Zira, Allah’ın hakkında temel bilgilere sahip olmak bizi peygamberleride tanımaya götürmektedir. Bu da arkasından Allah’ı daha iyi tanımayı getirir. Böyle bir sıralama mümkün ve doğrudur. Dini inançlara ait diğer konularda da böyle bir sorunla karşılaşabiliriz. Gerekli dikkat gösterilmezse nereden başlayalım diye bir bocalama içine girebiliriz. Emir-ül Müminin’in (a.s) buyurduğu gibi dindarlığın ilk adımı Allah’ı tanımaktır.[2] Samimi olarak ve çaba harcayarak dini meseleleri anlamak istersek kesin olarak Allah’a giden yolları bulacağız. Çünkü Allah’ın kendisi bunu vaadetmiştir.[3]
Yukarıda söylenenlerden, dini meselelerde araştırmayı, bir yerden başlayıp başka bir yerde biten koşu yarışına benzetemeyeceğimiz neticesi alınır. İnançlarımızı eşit zamanda ve birbirine bağlı olarak takviye etmemiz gerekir. Nitekim yüksek tahsil yapacak, araştırma yapacak, evlenecek, gelir elde edecek, anne babaya bakacak ve dini görevlerini yerine getirecek bir gence, bunların birisinden başlayıp sırayla başkalarına geçmesi tavsiye edilemez. Böyle birinden bunların hepsini aynı zamanda planlı ve programlı bir şekilde idare etmesi beklenir. Veya bilgisayar öğrenmek isteyen kimse yazılım, donanım, virüsler vs. konuların tümünü eş zamanlı olarak öğrenirse bilgisayar kullanmayı öğrenebilir.
Dini araştırmalarda da aynı metotla hareket edilmelidir. Yani kimseyei önce Allah ve peygamberi hakkında araştırma yap, belli bir sonuca ulaştıktan sonra namaz, oruç, hac gibi farzları yerine getir, daha sonra mahrumlara ve mustafzaflara yardım eli uzat, şeklinde bir tavsiyede bulunulmaz.
Ancak dini davranış konusunda şu çok önemli noktaya dikkat etmek gerekir: Yaşamımız boyunca dinin bize ispat olan bölümüne tam olarak amel ederken, diğer konularda da araştırmamızı sürdürelim. Nitekim ramazan ayının gecelerinde okunan İftitah duasında Rabbimizden şu dilekte bulunuyoruz: ‘Allahım! Haktan bize gösterdiğin şeye amel etmemizi sağla ve şimdiye kadar göstermediğim şeyide göster.’[4] Allah-u Teala Kur’an’da, hak kendilerine açık şekilde göründükten sonra ona muhalefet edenleri şiddetle tehdit etmiştir.[5] Böyle birinin Allah’a getireceği hiç bir özrü yoktur. Dinin bir bölümünü tanıdığımızda, onun gerektirdiği şeylere amel etmeli, diğer bölümlerin ispat edilmesini beklememeliyiz. örneğin Kur’an’ın mucizesi ve onun Allah tarafından nazil olduğu ispat olduktan sonra, namaz ve oruç neden farzdır, faiz ve kumar neden haramdır gibi onda olan ahkamın felesefesinde takılıp kalmayalım. Bu hükümlerin felesefsini araştırmak tabii ki takdir edilecek bir durumdur. Ancak bizim demek istediğimiz ahkamın felesefesi ortaya çıkıncaya kadar onları da terketmeyelim ve yerine getirelim.
Yeni Müslüman olanların tümünün imanlarının önceki Müslümanlardan daha güçlü olduğu konusuna gelince böyle bir görüşü kabul etmiyoruz. Sadece böyle insanların imanlarının araştırmaya dayalı olduğu için, araştırmaya dayanmayan, aile ve toplum Müslüman olduğu için Müslüman olanların imanından daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Müslümanların içinde ailesinden dolayı değilde araştırarak ve nefis tezkiyesi yaparak Allah’a yakın olanlar da vardır.
Yeni Müslüman olanlar hem Müslümanların saygısını kazandıkları, hem de yeni bir manevi ortama girdikleri için İslami vazifelerine karşı daha iyi bir duyguya sahiptirler.
Bu meseleyi insanın gençliğinde ilk defa tuttuğu ve faydalarını gördüğü müstehap oruca benzetebiliriz. Onlarda Allah’ın inayetine nail olurlar ama ermiş ariflerin hiçbir zahiri göstergesi olmayan amellerinin ve tamamen itminandan kaynaklanan sessizlikte tuttukları oruçla kıyaslanamaz.
Sorunuzun, dindar toplumun riya ve yanlışlıklarla dolu olduğunu düşündüğünüz bölümü hakkında diyoruz ki, dindarların hataları inkar edilemez, ama yalnızca dindarlar mıdır hataya düşenler? Bütün dinsizlerin davranışları insani kurallara ve fıtrata uygun mudur?
Gerçek şu ki, bütün insanlar hata ve yanlışlık yapabilirler. Ama dindarların hataları sahip oldukları konumdan dolayı daha çok göze çarpmaktadır; bu yüzden onlar amellerine daha çok dikkat etmeliler. Mesela tek bir dindar kişi trafik kuralını ihlal ettiği zaman çektiği dikkat, dindar olmayan onlarca kişinin yaptığı ihlal kadar dikkat çekmiyor.
Dindarların hatta bazı din alimlerinin şer’i ölçülerin dışına çıkmaları bizim dinden çıkmamıza dayanak olamaz. Çünkü din insanı doğru yola ve hidayete götüren ölçülerden ibarettir. Bu ölçülerin Allah’tan geldiğine emin olduktan ve içeriğinin doğruluğunda herhangi bir şüphe etmedikten sonra dindarlık iddiasında bulunanlardan kimileri o ölçülere uymuyor diye dinin temellerinin zayıf olduğunu zannetmeyelim. Bazı doktorların uyuşturucu bağımlısı olması, bazı mühendislerin bina yaparken onun kurallarını yerine getirmemesi vb. gibi durumlar uyuşturucuyu savunmamıza veya binanın kurallarına uymamamıza neden olabilir mi? Dolayısıyla dinin ölçüleriyle dindarların davranışları arasında fark koymak gerekir. Dinin bir meselesinde şüpheye düşersek daha fazla araştırma yaparak hak olan şeye ulaşmamız gerekir. Ona ulaştıktan sonra artık başkalarının ne yaptığına bakmayalım ve Allah’ın şu buyruğuna amel edelim: ‘Ey inananlar, siz, kendinize bakın; doğru yolu buldunuzsa sapık kişi, size bir zarar veremez. Hepinizin dönüp varacağı yer, Allah tapısıdır...’[6] ve Allah’ın yardımından ümidimizi kesmeyelim ki, O şöyle buyuruyor: ‘Şüphe yok ki biz, elbette peygamberlerimize ve inananlara, dünyâ yaşayışında da yardım ederiz, tanıkların getirileceği günde de.’[7]
[1]- Muhammed b. Yakup Kuleyni, Kafi, c.1, s.342, hadis:29, Dar-ul Kütüb-ü İsmailiyye, Tahran, h.ş.1365
[2]- ‘Dinin evveli Allah’ı tanımaktır.’ (Nehc-ül Belağa, s.39, Dar-ul Hicreti Li’n Neşr, Bi Ta)
[3]- ‘Kim bizim yolumuzda cihad ederse onu kendi yollarımıza hidayet ederiz.’ (Ankebut/69)
[4]- Şeyh Tusi, et-Tehzib, c.3, s.110, Dar-ul Kütüb-ü İsmailiyye, Tahran, h.ş.1365
[5]- Al-i İmran/103, vb.
[6]- Maide/105.
[7]- Mümin/51