İslam Asya’da ortaya çıktığı için orada daha fazla yayılmıştır. İslam dininin Avrupa’da daha az yayılmasının, Müslümanların arasındaki ihtilaflar, Öz Muhammedi İslamın güzel çehresinin anlatılamaması vb. gibi nedenleri vardır.
Hz. Peygamberin vefatından sonra, İslam dinin yayılması için çabalar gösterilmeye başlandı. Ama Müslümanların arasındaki ihtilaflardan dolayı istenilen sonuca ulaşılmadı. Hicri 71’le 389 yılları arasında yeniden başlayan çabalar sonucu Afrika ve Avrupa kıtaları İslamın hakimiyetine girdi ve oralarda da bir ölçüye kadar yayıldı. Günümüzde İslam Avrupa ve diğer kıtalarda gözle görülür ve inkar edimeyecek bir şekilde ilerlemektedir.
Bu konu bu kısa yazıya sığmayacak kadar çok geniş bir konudur. Ancak şu kadarıyla yetinelim ki, İslam dini Asya’da (Hicaz’da Mekke şehrinde) doğduğundan onun yayılışı da İslamın beşiği olması hasebiyle Asya’da olmuştur. İslam dininin Avrupa’da daha az yayılmasının, Müslümanların arasındaki ihtilaflar, Öz Muhammedi İslamın güzel çehresinin anlatılamaması vb. gibi nedenleri vardır.
Peygamberimizin vefatından sonra Müslümanlar, Saad Vakkas’ın komutanlığında doğuya, bir başka grubun komutanlığında (Amr b. As, Yezid b. Ebi Süfyan, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah ve Şerhebil b. Hasana) Filistin’e ve Halid b. Velid’le Şam’a gittiler. Müslümanlar Faris’e geldiler, ama bu batı ordusu ilerleme kaydedemedi. Çünkü Muaviye b. Ebi Süfyan’ın halifeliği döneminde Rumlarla yapılan antlaşma Müslümanların batıda ilerlemelerine engel olmuştu.[1]
Ayrıca halifeliğin Muaviye tarafından padişahlığa çevirilmesi batının İslamın mahiyetini anlamasına engel oldu ve İslam’a inanmaları için kendilerinde herhangi bir neden göremediler. Bu yüzden büyük Alman bilginlerinden biri şöyle diyor: ‘Muaviye’nin heykelini altından yapıp Almanya’nın başkenti Berlin’e dikmemiz gerekiyor. Çünkü Muaviye’nin İslam’a vurduğu darbe olmasaydı İslam bütün dünyayı kuşatmış, biz Almanlar ve diğer Avrupa ülkeleri Arap ve Müslüman olmuştuk.’[2]
Ama ondan sonra Velid b. Abdulmelik’in zamanında Müslümanlar, Irak, İran, Şam, Mısır ve Afrika’yı Atlantik sahillerine kadar hakimiyetleri altına almış, Cebeli Tarık boğazını geçmişlerdi. Hicri 71 yılında İspanya halkına İslam’ı sunulduktan sonra İslamın daveti diğer Avrupa ülkelerine de ulaştı.
Aynı şekilde Müslümanlar Seyhan ve Ceyhan’dan geçmeyi başarmış, devamlı olarak şehirlerde ve ülkelerde insanları İslama davet ediyorlardı. Böylece Suriye’de merkezi Dimeşk olan büyük İslam imparatorluğu kurulmuş oldu.[3] Dolayısıyla hicri 78 yılı civarına kadar bütün Afrika ve Avrupa İslamın hakimiyetine girmiş oldu. İslamın bu hakimiyeti Avrupa’da hicri 398’e kadar sürdü. 398’de Abdulmelik Mansur’un ölümüyle kardeşi en-Nasır Li Dinillah lakaplı kardeşi Abdurrahman Avrupa hükümetinin başına geçti. O da babası ve kardeşi gibi zamanın Emevi halifesine (Hişam b. Hakem)[4] itina etmiyordu. O, halifelik geleneğinin geri kalanını ortadan kaldırmaya karar verdi. Bu yüzden Hişam’dan kendisini veliaht etmesini istedi. Onun veliahtlığı halkın çoğusunun kızgınlığına ve aile içindeki savaşlara neden oldu. Müslümanlar bu şekilde kendileriyle meşgulken sınırlar korumasız kaldı. İçeride ise taife padişahları ortaya çıktı ve gece gündüz düşmanların gözü önünde birbirlerinin canına düşüp birbirlerini öldürmeye başladılar. Müslümanlar arasındaki bu ihtilaf ve yöneticilerin kötü yönetimleri neticesinde Hıristiyanlar durumu fırsat bilip çeşitli savaşlar yaparak Müslümanları Avrupa kıtasından attılar.[5] Ama sonraları, özellikle günümüzde İslam kültürü Avrupa’da ve dünyanın diğer bütün ülkelerinde önemli ölçüde nüfuz etmiştir.
Bu arada, Avrupalıların gelişmiş teknoloji ve tebliğ imkanlarıyla İslamın çehresini kötü göstermeleri ve hakikatın sesinin halkların duymasına engel olmak için gösterdikleri çabalar da göz ardı edilmemelidir. Bu konu başka bir zaman genişçe ele alınması gereken bir konudur.
Bir başka ihtimalde şudur: Rumlar o zaman Hıristiyan olduklarından Hıristiyanlığı hak bir din olarak görüyorlardı. Savaşarak böyle bir inancın üstesinden gelmek zordu.
Dolayısıyla Müslümanlar onlarla iki cephede savaşmalıydılar. Birisi İslamın hak, Hıristiyanlığın batıl din olduğunun ispatını yapan bilim ve kültür cephesi, diğeri ise düşmanı askeri alanda yenilgiye uğratacak cepheydi. Emevilerin ise bu alanalarda dinlerini savunacak insanları yetiştirmedikleri açıkca görülüyordu.
Bunların yanı sıra, Ehl-i Beyt mektebinin ışığı, Emevilerin taassuplarından dolayı o bölgelere ulaşamadı. Oysa İran ve çevresindeki ülkeler İslamın bu gelişmiş mektebini tanıdıkları için o bölgelerde iki işe birden koyuldular: Biri İslam dinine girmeleri, diğeri onu savunup yaymaları. Abbasilerin, Emevilerin karşında seçtikleri ‘Âl-i Muhammed’in Rızası’ sloganı bu iddiaya en güzel delil olabilir.
[1] -Ahmed b. Ali b. A’sam Kufi, el-Futuh, s.182-305, Muhammed b. Ahmed Mustevfi’nin çevirisi, İntaşarat-ı İlmi Ferhengi, h.ş.1374.
[2] -Salihi Necefabadi, Şehid-i Cavid, s.313, 8. Baskı, Ebi Ca, Bi Ta.
[3] -Şekip Ersalan, Tarih-i Futuhat-ı İslami Der Avrupa, Çeviri: Ali Devvani, s.37, Kitapfuruşi-i Benî Haşim, Bi Ta.
[4] -Bu Hişam, Emevi hakimi olan meşhur Hişam b. Hakem değildir. O, Endülüs hakimlerinden el-Müeyyid Billah’dır. (el-A’lam, c.2, s.310).
[5] -a.g.e. s.295.