Tıpkı benzer diğer ayetler gibi, Âli İmran suresinin 106. ayeti de beyaz ırkın diğer ırklardan daha değerli ve üstün olduğunu ilan etme gayesinde değildir. Esasen bu ayetler insanların deri renkleriyle hiçbir şekilde irtibatlı değildir ve sadece Arap dilinde alışagelmiş ıstılahlardan istifade edilmiştir. Tıpkı diğer dillerde olduğu gibi bu dilde de akıbeti iyi olan insanlar için “yüzü ak” ve akıbeti kötü olan insanlar için de “yüzü kara” ifadesi kullanılmıştır. Bu anlamda zenci bir insanın “yüzü ak” sayılması ve beyaz bir insanın da “yüzü kara” sayılması mümkündür. Bu tür ıstılahlar ve “siyah kalp” ve “gece karanlığı” gibi benzeri örnekler hiçbir şekilde özel bir ırkı üstün sayma gayesinde değildir. İşaret ettiğiniz rivayet sağlam bir senede sahip değildir ve bazı yerleri de içerek olarak kabul edilmemektedir. Ama bununla birlikte, maddî dünyadaki gençlik, sağlık, güzellik ve benzeri hususlar her ne kadar insanlar için yalnız başına manevi bir değer ifade etmemektedir, ama onların genç bir çehre, tam bir esenlik ve mümkün olan en güzel şekilde cennete girmesinin hiçbir sakıncası olmadığı da bilinmelidir.
Selam ve saygıyla, cevaba başlarken sizden soruyoruz:
Eğer bir yazıda “gündüz aydınlığında gece karanlığından daha iyi bir şekilde maksada ulaşılabilir” diye okursak, bunu zencilere bir hakaret sayar mıyız?! Veya bir reklam resminde “ilaç ve süs maddelerinden istifade ederek gençlik yüzünüze geri dönecektir” diye şey gözlemlersek, bunu yaşlılara bir hakaret olarak mı değerlendireceğiz?! Bunun cevabı kesinlikle hayır olacaktır; zira gündüzün aydınlığı ve gecenin karanlığı, insan ırklarının farklılığıyla irtibatlı değildir. Her ne kadar insanlar güzel bir yüze sahip olmayı arzulasa da bir insanın insaniyet ve faziletinin kendisinin deri rengi, bedensel sağlık ve zahiri güzelliğine bağlı olmadığından eminiz. Bu esas uyarınca, birçok zenci, engelli ve çirkin yüzlü olan ama yanı sıra insanî yüce değerlere sahip şahsı, bu özellikten yoksun beyaz veya güzel yüzlü veyahut sağlıklı şahıslardan daha üstün ve değerli görmekteyiz. Bu mukaddimeyle, sorunuzun başına dönüyor ve iphamlı olduğunu belirttiğiniz bir ayet ve rivayet hakkındaki yanıtımızı iki bölümde size sunuyoruz:
Birinci Bölüm: Âli İmran Suresi 106. Ayet
Bu hususta bu ayetten algınızın doğru olmadığını belirtmek gerekir. Siz muhtemelen Arap diline aşina olmadınız için, Arapça ve Farsça dâhil birçok dilde bulunan “yüzü kara” ifadesini “siyah rengi” ile karıştırmışsınız. Aşağıdaki noktalara dikkat etmeyle, işaret edilen noktayı kavrayacaksınız. Taşıdıkları tüm farklılıklara rağmen insanoğlunun bir kaynaktan geldiğini, her ferdin üstünlüğünün kendisinin takvasıyla ölçüleceğini ve bedensel, ulusal ve cinsiyet özelliklerine önem verilmeyeceğini bildiren Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet mevcuttur. Örnek olarak şu ayetlere dikkat ediniz:
1. “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”[1]
2. “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.”[2]
3. “O, sizi bir tek candan yaratandır.”[3]
Bu ayetlere dikkat ettiğimiz takdirde siyah ile beyaz arasında hiçbir farkın olmadığını anlayacak ve Hz. Peygamberin (s.a.a) ve dinî önderlerin (a.s) tarihini de okumayla İslam dininin yayılmasında siyahların tıpkı beyazlar gibi onların yanında faaliyet gösterdiğini gözlemleyeceğiz. Bir insanın İslam dinine aşina olması, ama Hz. Peygamberin (s.a.a) müezzini zenci Bilal’ı tanımaması uzak bir ihtimaldir! Evet! Belirtilen dönemde cahiliyet hassasiyetinin henüz yok olmaması nedeniyle, kendilerini siyahlardan üstün gören kimselerin olması muhtemeldir; ama böyle bir düşünce her zaman din önderleri tarafından dışlanmıştır. İslam Peygamberi (s.a.a), takipçilerine şöyle buyurmuştur: Ey insanlar! Tanrınız birdir ve hepinizin babası Hz. Âdem (a.s) ve Âdem de topraktan yaratılmıştır! Allah katında sizin en değerli olanınız, en takvalı olanınızdır. Hiçbir Arab’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur, sadece takvalı olursa üstünlüğü vardır.[4] Hz. Ali (a.s) bir takım malları halka dağıtıyordu ve her ferdin payı üç dinar idi. Ensar’dan bir şahıs geldi ve üç dinarını aldı. Ardından zenci biri geldi ve kendisi de üç dinarını aldı. Ensar’dan olan şahıs şaşırarak Müminlerin Önderine itiraz etti ve şöyle dedi: Bu zenci düne kadar benim kölem ve hizmetçim idi, benim ile onun eşit pay alması doğru mudur? İmam şöyle cevap verdi: Bu itiraz için hiçbir delil bulunmamaktadır ve sizden hiçbirinizin bir başkasına üstünlüğü yoktur.[5] Benzer bir olayda, Müminlerin Önderi kardeşi Akil’in sert bir itirazına maruz kaldı: Benim payımı bir zencinin payı ile eşit mi sayıyorsun?! İmam kızarak şöyle buyurdu: Sadece takvan ve geçmişin ondan çok olması durumunda ondan üstünsün, aksi takdirde senin ile onun arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.[6] Bu nedenle, insaflı hiçbir insan İslam’ın ulusal ve kavimsel taassuplar ile mücadelesini inkâr edemez. Bazı aristokratların İslam dini karşısında uygun olmayan bir bakış taşımalarının sebebi, bu ayrımcılıkla mücadele idi. Hatta bazen görünüşte alt tabaka ve mustazaf kesimden olanların uzaklaştırılması, İslam’ı kabul etmek için aristokratlar tarafından bir şart olarak öne sürülmekte ve Yüce Allah vahiy göndererek Hz. Peygamberi (s.a.a) bu haksız isteği kabul etmekten sakındırmaktaydı.[7] Siz tüm Kur’an ve İslam kaynaklarını tarayacak olursanız, zenci bir şahsın sadece ırk ve deri rengi dolayısıyla malikiyet, evlilik, iş, miras, diyet ve toplumsal hayat ile ilgili bir konuda mahrum veya ikinci sınıf olduğunu göremezsiniz. O, tüm hususlarda beyazlar ile eşit hukuka sahiptir. Aynı şekilde İslam’da davranışsal ödül ve cezalandırmayı salt bir ırka özgü bilen veya özel bir ırkın manevi makamlara ve uhrevî cennete ulaşmada özel bir kabiliyete sahip olduğunu ilan eden bir örneğe rastlayamazsınız. Şimdi sorduğunuz ayetin anlamının ne olduğuna bakılmalıdır; neden orada birinci grubu mutlu ve ikinci grubu ise azapta olacak kıyametteki ak ve siyah çehrelere işaret edilmiştir?! Cevabın başında da belirtildiği gibi, “siyah rengi” ve “yüzü karalık” arasında fark bulunmaktadır. Arapça ve Farsçada akıbeti tatsız olup batınlarının kirliliği aşikâr olan bireylere “yüzü kara” denmektedir. Bu bireylerin gerçek deri rengi beyaz da olsa durum fark etmemektedir. Ama bunun karşısında, temiz bir kalbe sahip olan zenci bir insana “ak yüzlü” denmektedir. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir!”[8] Araplar arasında kızlardan nefret etme geleneği bulunduğunu, onların anlaşıldığı kadarıyla beyaz olduklarını ve bu ayetin kesinlikle zenciler hakkında nazil olmadığını biliyoruz. Aynı şekilde Kur’an’ın bir başka yerinde Hz. Peygambere (s.a.a) şöyle hitap edildiğini görmekteyiz: “Kıyamet günü Allah’a karşı yalan söyleyenleri görürsün, yüzleri kapkara kesilmiştir.”[9] Bu yalancıların beyaz veya siyah olabilecekleri apaçıktır! Farsça bir şiirde de şöyle okumaktayız: “İhanet edenin yüzü kara kesilir.” Bu şiirin insan rengiyle hiçbir irtibatı olmadığından kesinlikle eminiz. Bu tür örnekler çoktur ve belirtilenler yeterli sayılmaktadır. Bazen beyaz renginin de insanlarda bir eksikliğin göstergesi olduğunu bilmelisiniz. Örneğin, Yusuf’un (a.s) ayrılışı macerasında Kur’an’da şöyle okumaktayız: “Onlardan yüz çevirdi ve vah! Yusuf’a vah dedi ve üzüntüden iki gözüne ak düştü.”[10] Burada “siyahlık” değer, “beyazlık” ise eksikliktir! Bu esasla, bu tür örneklerde beyaz ve siyah renkten istifade etmek, beyazlara veya zencilere hiçbir övgü veya hakaret sayılmamaktadır. Aksi takdirde hiçbir zaman sözlerimizde “gündüz aydınlığı ve gece karanlığı”, “ak kalp” ve “kananlık bir düşünce” gibi tabirlerden yararlanmamamız gerekir; çünkü onlar ırksal ayrıcalık çağrıştıracaktır! Son olarak şu noktaya dikkat ediniz: Kur’an ayetlerinin direkt muhatabı olan Arabistan halkı, Avrupa ulusları kadar beyaz değildi ve dolayısıyla beyazlıklarıyla övünmenin bir anlamı yoktu. Onların çoğu, Asyalılara benzeyip siyahımsı bir çehre taşımaktaydı ve kendilerinden daha beyaz olan Rumları “beyaz ulus” veya sarı ırk olarak tanımaktaydılar! Eğer beyaz derili olmak Allah katında insanların üstün olduğunun göstergesi olsaydı, İslam Peygamberinin en beyaz şahıs olması gerekirdi, oysaki kendisi kumral bir yüze sahipti.[11] Diğer ilahi şahısların tümü de beyaz ırktan değildir. Örneğin Kur’an’da kendi adıyla bir sure bulunan, öğüt ve tavsiyeler veren Lokman Hekim bir görüşe göre zenci ve kalın dudaklara sahip ve de asıl vatanı bugün Etiyopya olarak adlandırılan Habeşistan olan bir köleydi.[12] Bundan dolayı, Kur’an ayetlerindeki beyazlık ve siyahlık siyahlara hakaret olarak sayılamaz. Kıyamet günü hakikatlerini beyan etmek için bu renklerden istifade edilmesi, Kur’an’ın Arap diliyle nazil olması ve bu dilin ıstılahlarından yararlanılması nedeniyledir. Belirtildiği gibi bu dilde ak yüzlü ve kara yüzlü olmak, iyi ve kötü akıbet için kullanılan ıstılahlardır ve insanların deri renkleriyle hiçbir irtibatı bulunmamaktadır.
İkinci Bölüm: Soruda İşaret Edilen Rivayet
Sorunuzun ikinci bölümü hakkında şunları söylemek gerekir: Anlaşıldığı kadarıyla sorunuzda beyan edilen sözleri söyleyen hatip şu rivayete istinatta bulunmuştur: Hz. Peygamber (s.a.a) Eşca’ kabilesinden bir yaşlıya “yaşlılar cennete girmeyecektir” diye buyurur! Bunun üzerine yaşlı kadın köşeye çekilir ve ağlamaya başlar. Hz. Peygamberin (s.a.a) zenci müezzini Bilal, bu sözlerin delilini Hz. Peygamberden (s.a.a) sorar. Hz. Peygamber (s.a.a) cevap olarak zenciler de cennete girmeyecektir diye buyurur! Bilal bu sözü duyunca yaşlı kadına katılır ve beraber ağlama ve sızlamaya başlarlar! Hz. Peygamberin (s.a.a) amcası Abbas bu ikisini görünce aracılık yapma kastiyle Hz. Peygamberin (s.a.a) yanına gider, ama yaşlı erkekler de cennete girmeyecek diye cevap alır! Hz. Peygamber (s.a.a) sonra onların hepsini toplar ve kalplerini alır ve de bu şakadan neyi kastettiğini şöyle açıklar: Yüce Allah tüm fertleri mümkün olan en güzel şekilde ve nurani genç bir çehre ile cennete sokacaktır. Yanı sıra cennet ehlinin artı tüyleri olmayacağına ve hatta sakal ve bıyıksız olacaklarına işaret eder.[13] Şimdi senet ve muhteva açısından bu rivayeti inceliyoruz:
1. Rivayetin senedi bağlamında, genellikle sahih rivayetleri nakleden muteber kitaplarda bu rivayetten bir eser olmadığını söylemek gerekir. Örneğin bu rivayet Şia’nın dört kitabında yer almamaktadır. Bununla birlikte beş ve altıncı yüzyılın âlimlerinden olan İbn. Şehraşub bu rivayeti hatta itibarsız ve zayıf bir senet belirtmeksizin Menakib kitabında beyan etmiş ve onun ardından asırlar sonra bu rivayet kendisi için bir senet nakledilmeksizin Biharü’l-Envar ve Müstedrekü’l-Vesail kitaplarında yer almıştır. Bu nedenle, bu rivayet mürsel sayılmakta ve İslam âlimlerinin bakışında müstakil isnat değeri bulunmamaktadır.
2. Elbette, diğer öğretiler ve tarihsel gerçekler ile bağdaşması nedeniyle yararlanılabilecek mürsel rivayetlerde mevcuttur. Başka bir tabirle rivayetin mefhum ve muhtevası senedin zaafını telafi etmektedir.
Bu rivayeti muhteva açısından nasıl görmekteyiz?
Bu rivayet muhteva olarak birkaç bölümden teşkil olmaktadır ve bu nedenle her bölüm için ayrı bir yargıda bulunmak gerekir:
2.1. Rivayetin birinci bölümünün muhteva açısından kabul edilemeyeceğini belirtmek gerekir; çünkü mümin insanların örneği olarak ilan edilen[14] güzel ahlaka sahip Hz. Peygamberin (s.a.a) hatta kısa bir süreliğine olsa da başkalarını üzmesi ve ağlatacak derecede muhataplarıyla şaka ve mizahta bulunması uzak bir olasılıktır. Öte taraftan, Hz. Peygamberin (s.a.a) amcası olan Abbas’ın onunla pek bir yaş farklılığı bulunmamaktadır ve Abbas rahat bir şekilde eğer yaşlı erkekler cennete müstahak değilse, benim ile sizin aranızda ne gibi bir fark olacaktır, diyebilirdi! Bu nedenle, rivayetin birinci kısmında bulunan bir takım delil ve karineler onun sıhhatini zedelemektedir.
2.2. Rivayetin ikinci bölümü veya bu içerikte nakledilen başka her rivayeti kabul etmemizde ve cennetliklerin en güzel şekilde cennete gireceklerine inanmamızda bir sakınca bulunmaz; zira geçkin bir yaşlı gençlerin şekil ve tipiyle, engelli sağlıklı bir insan suretiyle ve hatta zenci bir fert ak ve nurani bir çehreyle cennete girecek olursa, bunların tümü bu fertlerin geçmişlerine bir hakaret sayılmaz ve onların yaşlılık, engellilik ve deri rengini tahkir etmek addedilmez. Bugünkü dünyada bile eğer bir takım şahıslar zencilerin insanî olarak beyazlardan daha az bir değere sahip olduğunu ve doğal olarak toplumsal imkânlardan daha az yararlanmalarını öne sürerse, dünya kamuoyu tarafından uyarılacak ve eleştirilecek ve de Güney Afrika ırkçı devleti gibi zail olmaya mahkûm olacaktır. Ama örneğin beyazların zencilerden daha güzel olduklarını beyan etmek bir ayrımcılık olarak değerlendirilemez. Bu nedenle insan haklarıyla ilgili ve ırkçı ayrımcılık karşıtı hiçbir konvansiyonda estetik olarak dünyadaki tüm insanları bir derecede değerlendiren bir hususa rastlamamaktayız. Bu tabii gerçeklik esasınca bazı ırklar diğer ırklardan daha güzeldir ve hatta beyazlar arasında bile güzellik bir derecede değildir. Bu nedenle, tüm insanların ak ve nurani bir yüzle, mümkün olan en güzel şekille, engelli ve yaşlılık göstergesi taşımaksızın ve her ırktan her insanın duçar olduğu artı tüy, ekler ve kötü kokulu terler olmaksızın cennette yeni bir hayata başlayacaklarını söylememizin bir sakıncası olmaz. Cennetlikler hakkında böyle bir nitelemede bulunmanın maddî dünyada onların geçmişlerini tahkir etmek anlamına gelmediği apaçıktır. Nitekim nice güzel yüzlüler ahirette azaba maruz kalacak ve görünüşte çirkin olan nice şahıs da salih amelleriyle cennetteki ebedi hayatı kazanacaktır.
[1] Hucurat, 13, "یا أَیُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْناکُمْ مِنْ ذَکَرٍ وَ أُنْثى وَ جَعَلْناکُمْ شُعُوباً وَ قَبائِلَ لِتَعارَفُوا إِنَّ أَکْرَمَکُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقاکُم"
[2] Nisa, 1, "یا أَیُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّکُمُ الَّذی خَلَقَکُمْ مِنْ نَفْسٍ واحِدَةٍ وَ خَلَقَ مِنْها زَوْجَها وَ بَثَّ مِنْهُما رِجالاً کَثیراً وَ نِساء"
[3] En’am, 98, "وَ هُوَ الَّذی أَنْشَأَکُمْ مِنْ نَفْسٍ واحِدَة"
[4] Tacuddin, eş-Şairi, Camiu’l-Ahbar, s. 182, İntişarat-ı Rezi, Kum, 1363 h.k.
[5] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Kafi, c. 8, s. 69, h. 26, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365 h.ş.
[6] A.g.e. c. 8, s. 182, h. 204.
[7] En’am, 52, وَ لا تَطْرُدِ الَّذینَ یَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَداةِ وَ الْعَشِیِّ یُریدُونَ وَجْهَهُ ما عَلَیْکَ مِنْ حِسابِهِمْ مِنْ شَیْءٍ وَ ما مِنْ حِسابِکَ عَلَیْهِمْ مِنْ شَیْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَکُونَ مِنَ الظَّالِمین"
[8] Nahl, 58, "وَ إِذا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِالْأُنْثى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَ هُوَ کَظیم"
[9] Zümer, 60, "وَ یَوْمَ الْقِیامَةِ تَرَى الَّذینَ کَذَبُوا عَلَى اللَّهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌ"
[10] Yusuf, 84, "وَ ابْیَضَّتْ عَیْناهُ مِنَ الْحُزْن"
[11] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharü’l-Envar, c. 16, s. 144, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, 1404 h.k.
[12] Biharü’l-Envar, c. 13, s. 423.
[13] Muhaddis Nuri, Müstedrekü’l-Vesail, c. 8, s. 410, h. 9826, Müessese-i Âlu’l-Beyt, Kum, 1408 h.k.
[14] Ahzab, 21, "لَقَدْ کانَ لَکُمْ فی رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ کانَ یَرْجُوا اللَّهَ وَ الْیَوْمَ الْآخِرَ وَ ذَکَرَ اللَّهَ کَثیرا"