Bu dua, İbn-i Tavus’un Cemalu’l-Üsbu’ kitabında nakledilmiştir. Aynı şekilde Kef’emi’nin Misbahı, Veşailu’ş-Şia ve Biharu’l-Envar da bu duayı nakleden diğer kaynaklardır. Dinin kesin esaslarından olan Hz. Peygamber’in (s.a.a) makamının üstünlüğü noktasında bir kuşku bulunmamakla birlikte, Hz. Muhammed’in (s.a.a) ve Hz. Ali’nin (a.s) nurlarının hakikati arasında batıni bir birlik olduğunu yansıtan birçok muteber rivayet mevcuttur. Bu birlikten bazen Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Peygamber’in (s.a.a) ilmi varisi olarak söz edilmiştir. Bu bağlamda nuraniyetteki birliğin çokluk açısı ve İslam Peygamberi’nin (s.a.a) makamının üstünlüğü ile çelişmediği belirtilebilir. Meseleyi zihne yakınlaştırmak için onlar güçlü ve zayıf mertebeleri olan ortak bir nura benzetilebilir.
Belirtilen duayı Şia’nın en büyük âlimlerinden biri olan İbn-i Tavus Cemalu’l-Üsbu’ kitabında nakletmiştir.[1] Aynı şekilde Kef’emi’nin Misbahı[2], Veşailu’ş-Şia[3] ve Biharu’l-Envar da[4] bu duayı nakleden diğer kaynaklardır. “ya Muhammed (s.a.a) ya Ali (a.s), ya Ali (a.s) ya Muhammed (s.a.a)” tabiri belirtilen duaya ek olarak başka dua ve namazlarda da nakledilmiştir ve bu duanın ilgili bölümünü teyit etmektedir. Bu duadaki belirtilen tabir İslam Peygamberi (s.a.a) ile Hz. Ali arasında bir tür birliğe işaret etmektedir. Yanı sıra bu dua Hz. Muhammed’in (s.a.a) batıni nur makamı sayılan, her şeyden önce yaratılmış olan ve Hz. Ali’nin (a.s) batıni makamının da kendisiyle birlikte olduğu bir makama tevessül etmektedir. Bu konuya birçok rivayette açıkça işaret edilmiştir ve aşağıda onların bazılarına işaret edilecektir:
1. Salman-i Farsi’den nakledildiği üzere Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben ve Ali Allah Adem’i yaratmadan dört bin yıl önce bir nurdan yaratıldık.”[5]
2. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben ve Ali bir nurdanız. Ben ve o bir şeyiz. O benden ve ben ondanım. Onun derisi benim derim ve onun kanı benim kanımdır.”[6]
3. Cabir b. Abdullah Ensari Hz. Peygamber’e (s.a.a) şöyle söylediğini nakleder: Ali b. Ebu Talip (a.s) hakkında ne söylersiniz? (Hz. Peygamber’e (s.a.a)) şöyle buyurdu: Cabir ben ve Ali Âdem yaratılmadan iki bin yıl önce bir nurdan yaratıldık. Sonra Adem’in soyuna intikal ettik, temiz soy ve rahimlerde yolculuk yaptık. Ta ki Abdulmuttalib’in soyunda birbirimizden ayrıldık. Böylece nübüvvet ve peygamberlik bende ve hilafet ve seyitlik de Ali’de yer edindi.[7]
Öte taraftan Şia âlimlerinin görüş birliğince İslam Peygamberinin (s.a.a) makamı bütün yaratıklardan ve Hz. Ali’den daha üstündür. Bu konuda bir şüphe yoktur. Her kim Hz. Ali’nin (a.s) makamını daha üstün bilirse henüz İslam Peygamberinin (s.a.a) batıni makamı hakkında kâmil bir marifet elde etmemiştir. Nitekim bizzat Hz. Ali’de bu konuya işaret etmiştir: “Ben Muhammedin kullarından bir kulum.”[8] Bu grup rivayetleri bir araya getirme neticesinde elde edilen nokta şu olacaktır: Hz. Muhammed’in (s.a.a) nuraniyet makamı evrendeki yaratıkların hepsinden daha üstündür ve Hz. Ali (a.s) kâmil insan sıfatıyla İslam Peygamberinin hakikati ile batıni birlik makamına nail olmuştur. Bu yüzden de ilahi tümel velayetin mazharı olmuştur. Nitekim Kur’an’ın buyurduğu gibi peygamberliğin kemale ermesi ve tamamlanması da onun velayet olgusunun belirtilmesi ile gerçekleşir. Gerçekte bu İslam Peygamberinin (s.a.a) batıni makamının tecessüm etmiş halidir. Gerçekte Hz. Ali (a.s) aşk ve sevgi makamı derecesinde Hz. Peygamber (s.a.a) ile arasında bir fasılanın kalmadığı ilk ve en üstün insandır. Öyle ki İslam Peygamberi (s.a.a) kendi batıni hakikatini Hz. Ali’de gözlemliyordu. Hatta miraçta yüce Allah Hz. Peygamberle (s.a.a) Hz Ali’nin (a.s) diliyle konuşmuştu. Hz. Muhammed (s.a.a) ile Hz. Ali (a.s) arasındaki ilişki biz insanların tasavvur edebileceği türden değildir. Gerçekte bu ilahi bir ilişkidir. Bu yüzden onların birbirlerini nitelerken söyledikleri sözlerde hayret yaratıcıdır. Rivayetlerde belirtilmiş olan bu nursal birlik bu ilişkinin hâsılıdır ve “ya Muhammed (s.a.a) ya Ali (a.s), ya Ali (a.s) ya Muhammed (s.a.a)” tabiri de endirekt olarak buna işaret etmektedir. Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Ey Salman ve ey Cündep ben Muhammed’im ve Muhammed bendir! Ben Muhammed’denim ve Muhammed bendendir. Tıpkı yüce Allah’ın şöyle buyurduğu gibi: İki deniz birbiriyle temasta oldukları halde yan yana dururlar. Onlar arasında bir berzah vardır ve onlar birbirlerine karışmazlar.”[9] Bu anlamıyla Hz. Ali ve imamların Hz. Peygambere (s.a.a) tabii olmaları, varlıksal ve ruhsal bir tabii olmadır. Bu nedenle onlar Hz. Peygamberi tam yansıtan aynalardır. Gerçekte Hz. Ali (a.s)ve imamların Hz. Peygamberden (s.a.a) miras aldıkları ilim ilahi büyük isim sayılan Muhammedi hakikatin nurudur. Bu nedenle imamlar kendilerini ilahi isim ve sıfatların mazharları olarak tanıtmışlardır: “Allah’a yemin olsun ki biz Allah’ın güzel isimleriyiz.”[10] Elbette İslam Peygamberinin (s.a.a) nuraniyetinin hakikati bu konuda önde gelir ve bu alandaki asıl husus sayılır. Burada konunun iyi bir şekilde aydınlanması için İslam irfanında “Muhammedi hakikat” sıfatıyla Hz. Muhammed’in (s.a.a) nuraniyet hakikatine de işaret etmek gerekir. Muhammedi hakikat İslam irfanında Hakk’ın güzel isimlerini toplayan ilahi zatın ilk taayyünü manasını içeren bir ıstılahtır. Bütün âlemler bu hakikatten zuhur etmiştir. Buna hakikatlerin hakikati de denmektedir. Ariflerin inancına göre Muhammedi hakikat kâmil bir şekilde kâmil insanda zahir olur. Nebi, resul ve veli bu hakikatin alt âlemdeki mazharlarıdır ve onun bu âlemdeki en kâmil mazharı ise İslam Peygamberidir (s.a.a).[11] Ariflerin bakışında Muhammedi hakikat âlemdeki tüm hayır ve bereketlerin zuhur vasıtasıdır ve bu makam Alevi velayet sahibi için miras ile geçerlidir.[12] Muhammedi hakikat, Alevi hakikat ve ilahi tümel velayet irfanda birçok yerde ortak bir manada kullanılmıştır. Nitekim arifler şöyle demiştir: İlahi velayet Muhammedi bir meşreptir ve onun tanımı Alevidir.[13] Ariflerin perspektifinde nurların bu birliği makamların farklılığıyla ve birinin diğerini takip etmesiyle çelişmemektedir. Aşk, tevhit, vahdet-i şuhud ve vahdet-i vücut makamında Hz. Peygamber (s.a.a) ile Ehlibeytin nurları arasında herhangi bir farklılık olduğuna inanmak çokluğa inanmaktır. Elbette bu çokluk kendi makamında mahfuzdur. Bu, gerçek irfanda işaret edilmiş birliğin kesretteki sırrıdır:
Burada birliktelik küfür addedilir.
Oysa bu tekrar edilmiş bir vahdetin ifadesidir.[14]
Âşık ile maşuk arasında yaratıkların idrakinden üstün olan bir sır vardır. Onda derece ve makamlar ile ilişkili farklılıklar ortadan kalkar ve âşık ile maşuk arasındaki fasıla yok olur. Âşık maşuk ve maşuk da âşık olur. Birlik ve tecellinin bundan başka bir yorumu olamaz.
Bu nur birliği nuraniyet makamındaki farklılığa rağmen nurun derecesel birliği yoluyla da açıklanabilir: Farklı dereceleri kabul etme varsayımıyla birlikte de zati birlikteliğe bağlı kalınabilir; başka bir ifadeyle her ne kadar bu nurlardan biri daha güçlü ve diğeri daha zayıf olsa da nur olmada aralarında hiçbir farklılık bulunmaz ve onlar bir sayılırlar.[15] Lakin masumların nurları hakkında derecesel birlik izahının salt meseleyi zihne yakınlaştırmak ve teşbih etmek için olduğunu belirtmek gerekir. Bu sadece onların hakiki birlikteliğini doğru anlamak için bir yöntemdir. Tecelli sırrı, Allah ile O’nun en kâmil mazharları arasındaki kulluk ve bu nurların kendi aralarındaki ilişkiye dönen kesret halindeki birliğin gerçek mahiyetini idrak etmek, aklın alanı dışındadır. Yanı sıra bu konu şöyle de dile getirilebilir: Her zaman bir ayrıcalık ve üstünlüğe sahip olmak velayet makamında ve yakınlaşma derecelerinde de Allah’a daha yakın olma konusunda üstünlük anlamına gelmez; yani velayet makamında eşitlik varsayımıyla birlikte de birinin üstün olması ve peygamberlik gibi bir erdeme sahip olması imkân dâhilindedir.[16]İmam Humeyni’nin (r.a) sözlerinde de bu görüşü destekler mahiyette karineler mevcuttur. İmam Humeyni(r.a) Muhammedi nübüvvet hakkında şöyle buyurur: Allah isminin mazharına sıra gelince, (yolcu) birinci yolculuğun sonunda Hakk’ı tüm yönleriyle zahir görür ve hiçbir yön onu diğer yönlerden alıkoymaz. İkinci seferinin sonunda tüm hakikatler ilahi kapsayıcı isimde yok olur ve ortadan kalkar ve hatta ilahi kapsayıcı isim salt ahadiyette ortadan kalkar. Bunun için ilahi kapsayıcı varlıkla halka döner, ezeli nübüvvet ve zahiri ve batıni hilafete sahip olur. İmam Humeyni (r.a) şöyle devam eder: Dördüncü sefer de dâhil olmak üzere bu seferler kâmil veliler içinde hâsıl olur. Nitekim müminlerin önderi ve masum evlatları için de hâsıl olmuştur. Lakin Hz. Peygamber (s.a.a) cem’ makamının sahibi olduğu için kendisinden sonra hiçbir yaratık için teşri yolu bulunmaz. Bu makam esasta Allah Resulü içindir ve diğer masumlar için ise tabi olma yoluyladır. Onların hepsinin ruhaniyeti birdir. Kamil arif Şah Abadi şöyle demiştir: Eğer Ali (a.s) Allah Resulü’nden önce gelmiş olsaydı tıpkı Hz. Peygamber (s.a.a) gibi İslam şeriatını ortaya koyar ve gönderilmiş bir peygamber olurdu. Bu, iki yüce şahsın ruhaniyet, maneviyat ve zahiri makamlarda birbirleri ile birlik içinde olmaları nedeniyledir.[17] Bundan dolayı dinin esaslarından olan İslam Peygamberinin nübüvvetinin erdemi konusunda hiçbir kuşku bulunmaz. Bununla birlikte Muhammedi ve Alevi nur hakikati arasında batıni birlikteliğin olduğunu yansıtan birçok muteber rivayet de mevcuttur. Bu birliktelikten bazen ilmi miras ve kâmil uyma olarak söz edilmiştir. Bazen de masumların nurundaki derecesel veya şahsi birliktelik olarak dile getirilmiştir. Bu bakışta on dört masumun tümü Muhammedi hakikat olarak tabir edilen ve ilahi büyük isim olan bir hakikat ile kaimdirler. Nitekim bahse konu olan “ya Muhammed (s.a.a) ya Ali (a.s), ya Ali (a.s) ya Muhammed (s.a.a)” cümlesinde de ilk önce Hz. Peygamberin ismi gelmiştir. Çünkü onlar bu hakikatte asıl sayılırlar ve ikinci defa onlar arasında ikiliğin olmadığını da vurgulamak için de ya Ali (a.s) ya Muhammed (s.a.a) tabiri kullanılmıştır. Bu vesileyle hem İslam Peygamberinin üstünlüğü ve hem de onlar arasında bulunan nur birliğinin belirtilmesi hedeflenmiştir. Belirtildiği gibi bu mana birçok rivayette de vurgulanmıştır. Bu yüzden dua makamında belirtilmiş olan “ya Muhammed (s.a.a) ya Ali (a.s), ya Ali (a.s) ya Muhammed (s.a.a)” tabiri gerçekte Hz. Ali’nin “ben Muhammed’im ve Muhammed bendir” sözünden ve aynı şekilde Hz. Peygamberin (s.a.a) ben ve Ali bir nurdanız buyruğundan ilham almıştır. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için 7648 sayılı (Site: 7701) soruya müracaat edebilirsiniz.
[1] İbni Tavus, Cemalu’lÜsbü, s. 280, İntişaratıRezi, Kum.
[2] Kef’emi, İbrahim b. Ali Amuli, el-Misbah, s. 176, İntişaratıRezi.
[3] Şeyh Hürr’üAmuli, Vesailu’ş Şia, c. 8, s. 84, Müessese-i A’lulBeyt.
[4] Meclisi, Muhammed Bakır, c. 51, s. 304, Müessese-i el-Vefa, Beyrut.
[5] a.g.e, c. 38, s. 150.
[6] İhsai, İbniebi Cumhur, Avaliu’llai, c. 4, s. 124, İntişaratıSeyyidu’şŞuheda(a.s).
[7] Taberi, İmadu’d Din, Beşaretu’l Mustafa, s. 190, KitaphaneyiHayderiyye, Necef.
[8] Kuleyni, el-Kâfi, c. 1, s. 89, Daru’lKutubu’l İslamiye.
[9] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’lEnvar, c. 26, s. 5, Müessese-i el-Vefa, Beyrut.
[10] Kuleyni, el-Kâfi, c. 1, s. 143.
[11] Danişnameyi cihanı İslam, neşri bonyadıdairetu’lmearifi İslami, zeyli harf “Ha”.
[12] Şerhi Fususu Kayseri, bi kuşesi üstad Seyit Celalu’d Din aştiyani, pişgoftar, s. 55, Şirketi intişaratı ilmi ve ferhengi.
[13] a.g.e, Havaşiti cilve, s. 279.
[14]Divanı Attar Nişaburi.
[15]Tarhan, Kasım, Nigerişiirfani ve felsefi kelamibi Şahsiyet ve kıyamı İmam Hüseyin (a.s), s. 121, İntişaratıçilçırag, Kum.
[16]a.g.e, s. 135.
[17] İmam Humeyni, Misbahu’lHidayeile’lHilafeve’lVilaye, s. 87 – 90 ondan nakille, a.g.e, s137.