Zikir ve Allah’ı anmanın birçok ruhi ve ahlaki yapıcı etkisi vardır ve bunun karşısında Allah’ın kulunu hatırlaması, kalbin aydınlanması, kalp huzuru, Allah’a itaatsizlik etmeden korkmak, günahların bağışlanması ve ilim ve hikmet bunlardan sayılır. Genellikle zikir kalpsel ve dilsel olarak iki türe ayrılır. Dille yapılan zikre “vird” de denilir. Zikir gerçek manasıyla anmak anlamına gelir. Bu bakışta her varlık kendi varlıksal mertebesi esasınca özel bir makamda Allah’ı anar ve her insan da nerden geldiğine dair taşıdığı bilinç düzeyinde Allah’ı anmanın belirli bir mertebesinde yer alır yahut kendi gerçek kimliğine dönük bir unutma halinde bulunur. Bu yüzden kâmil insan Allah’ı anmanın ve hatırlamanın zirvesinde yer alır. Nitekim İslam Peygamberinin (s.a.a) adlarından biri de zikirdir. Şeriat ve irfanda özel şekillerde özen gösterilen vird veya dil zikrinin hedefi insanın Allah’a yönelmesi ve O’nu anmayla kalbin dirilmesidir. Böylece bu zikrin ve devamlı anımsamanın ışığında zikreden ile zikredilen arasındaki hicaplar kalkmaktadır. Bu yüzden irfanda zikir yolu da bu büyük hedefe nail olmak için bir mukaddime sayılır. Bu şekilde zikir yolcunun varlığında bulunan çokluk ve zulmet âleminin hicaplarını ortadan kaldırmak için gerekli kabiliyeti oluşturur.
Zikir anımsamak, dile getirmek, hatırlamak, söylemek, sena, dua ve vird manasına gelir.[1] Ariflerin sözlerinde ise anımsamak, amele dikkat etmek, korumak, itaat, namaz ve Kur’an anlamlarına gelir.[2] Allah ile âşıkane bir ilişkinin en güzel cilvelerinden ve Allah’a yolculuktaki en temel yollardan biri zikirdir; Allah’ı zikretmek kendi sınırlı varlığını ilahi isimleri hatırlayarak unutmaktır ve bunu devam ettirmek ve sürdürmek kalp üzerindeki günah paslarını siler. Zira Hak Teâlâ’dan gaflet etmek ve O’nu unutmak kalp memleketini kirletir. Bu yüzden ilahi velilerin ve semavi kitapların misyonlarından biri, bu kirlilik ve karanlığı bertaraf etmektir. Bu nedenle zikir Hz. Peygamberin (s.a.a) sıfatlarından ve Kur’an’ın isimlerinden biri olarak sayılmıştır. Nitekim Kur’an-ı Mecit Hz. Peygamberin (s.a.a) zikir olduğuna şöyle işaret etmektedir[3]:
“Allah, ahirette onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey iman etmiş olan akıl sahipleri, Allah’a karşı gelmekten sakının! Allah, size bir zikir (Kur’an) indirdi. İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah’ın apaçık ayetlerini okuyan bir peygamber gönderdi. Kim Allah’a inanır ve salih bir amel işlerse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona güzel bir rızık vermiştir.”[4] Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim’in isimlerinden biri de zikirdir: “Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”[5] Hz. Peygamberin (s.a.a) ve Kur’an’ın zikir olarak adlandırılmasının nedeni, onların Allah-u Teâlâ’yı hatırlatmaya vesile olmalarıdır; zira hatırlamak kalpsel bilgiye bağlıdır ve gaflet ve unutkanlık perdesini kalp üzerinden kaldıran ve ilahi nuru ona yansıtanlar bu peygamberler ve semavi kitaplardır. Bundan dolayı Allah’ı anmak insanı maddiyat karanlığından maneviyat zirvesine çıkarır, insanda ümidi diriltir ve maddi hayatın ve beşeri dengelerin darlıklarından kaynaklanan ümitsizlik ve karamsarlığı bertaraf eder.
Zikrin Kısım Ve Dereceleri
Zikir Allah için yapılan ibadetlerden sayıldığından diğer ibadetler gibi değişik kısımlara ayrılır. Genel zikir ve özel zikir bunun bir örneğidir. Genel zikir özel bir varlığa özgü değildir ve her şeyde mevcuttur; yani her şey Allah’ı anmakla varlığını sürdürmektedir. Özel zikir ise belirli tür varlıklara özgüdür. Melek veya insana özel olan zikir bu kabildendir. Zikir bazen kalpsel ve bazen de dil iledir. Elbette bu taksim insana özgü değildir; zira bazen şuur taşıyan diğer varlıklar da Allah’ı anarlar. Bu onların kalp zikri sayılır ve bazen de kendilerine özgü dilleriyle Allah’ın adını söyler ve O’nu anarlar ki bu da onların dil zikri sayılır. İmam Muhammed Gazzali, Kimya-i Saadet kitabında zikrin dört derecesi olduğunu belirtir:
1. Bu derecede zikir dil iledir ve kalp ondan gafildir. Bu tür zikrin etkisi zayıftır, lakin eserden de yoksun değildir. Çünkü hizmet ile meşgul olan bir dil beyhude bir işle uğraşan veya herhangi bir işle uğraşmayan bir dilden daha üstündür. İmam Humeyni (r.a), dil zikri hakkında şu görüşe sahiptir: Her ne kadar Hakk’ı zikretmek kalpsel sıfatlardan olsa da ve kalp zikretmesi durumunda zikir için bulunan tüm faydalar ortaya çıksa da kalp zikrinin dil zikriyle birlikte yapılması daha evladır. Zikir mertebelerinin tümünün en mükemmel ve üstün olanı, zikrin insan mertebelerinin tümünde cereyan etmesi ve hükmünün zahir ve batın, gizli ve açığa yayılmasıdır. Dil zikri de iyi ve istenen bir zikirdir ve insanı en sonda hakikate ulaştırır. Bu yüzden rivayetlerde ve kaynaklarda dil zikri çok övülmüştür.[6]
2. Zikrin kalpte olması, lakin yerleşik olmaması ve yer edinmemesidir.
3. Zikrin başka bir şey için zahmetlice kullanılabilecek şekilde kalpte yer edinmesidir.
4. Zikrin zikredenin kalbini istila etmesidir ve bu da zikir değil, Hak Teâlâ’dır [7]
Zikrin Eserleri
Allah’ı zikretmek yolcu kul ile malik rab arasındaki manevi bir irtibat oluşturur. Bu irtibat mucizevi ve muhteşem eser ve semereler taşır. Bunların her biri insanın ahlaki ve ruhsal yapılanışında büyük tesirler yaratır. Bu eser ve semerelerin en önemlilerinden bazıları şunlardır:
1. Allah’ın Kulu Anması
Allah’ı anmanın ilk eseri, yüce Allah’ın da insanı anmasıdır: “Beni zikredin ben de sizi hatırlayayım…”[8] Bu ayeti şerifede Allah’ın anımsaması kulun anımsamasına bağlı olarak değerlendirilmesi konusundan zarif bir nokta anlaşılmaktadır ve o da Allah tarafından gerçekleştirilen iki tür zikrin tasvir edilmesidir:
A. Genel zikir
B. Özel zikir
Genel zikir, tüm varlıkları kapsayan ve özel bir gruba özgü olmayan ilahi genel hidayetten ibarettir. Bunun göstergesi, ilahi genel zikrin evrendeki eserleri ve yüce Allah’ın tüm mümkün varlıklara bahşettiği nimetler ve bağışlardır. İlahi sürekli feyz olan bu kuşatıcı anımsama asla son bulmaz. Lakin özel zikir özel kullar ve zikredenlere aittir ve Allah tarafından bir tür dikkate alma ve lütuf sayılır.
2. Kalbin Aydınlanması
Yüce Allah kendi zikrini kalplerin nurlanması ve uyanmasına vesile bilmektedir. İmam Ali (a.s) evladı İmam Hasan Mücteba’ya (a.s) vasiyeti olarak yazdığı bir mektupta şöyle buyurmaktadır: Her şeyden çok kalbini bayındır kılmayla uğraş. Ey Evladım sana takvalı olmayı, Allah’ın emrine uymayı, O’nun zikriyle kalp ve ruhunu ongun kılmanı ve ilahi ipe sarılmanı tavsiye ediyorum…[9] Kalp ölümünü tedavi eden ve onu yeniden dirilten en önemli etkenlerden biri, Allah’ın zikrine sığınmaktır; Allah’ın zikri nurdur ve onda sürekli olmak kalbi karanlık, ümitsizlik ve katılıktan kurtarır ve ona sıcaklık ve yeni bir sevinç bahşeder. Zikrin bu semeresini Hz. Ali (a.s) şöyle beyan etmektedir: Yüce Allah kendinin anılmasını kalplerin cilalanmasına vesile karar kılmıştır; bunun neticesinde kulak ağırlıktan sonra duyar, göz karanlıktan sonra görür ve bu vesileyle inatçılık ve düşmanlıktan sonra baş eğer ve ram olur.[10]
3. Kalp Huzuru
Allah’ı anmanın üçüncü bir eseri insan kalbinde huzur yaratmasıdır. Kur’an’ın tabiri ile kalbin itminan ve sükûneti Allah’ı anmanın direkt eserlerindendir: Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.[11] Allah’ı anmak manevi ıstırap ve depresyonun ilacıdır. Psikologların bakışında bunların nedeni korku, geleceğin ipham taşıması, yenilgiye uğramaktan endişe duymak, hastalıklardan korkmak ve doğal etkenlerden kaygı duymaktır. Istırap hastalığı meselesi bir yana, huzur isteminin insan fıtratında bir kökü vardır ve insanların doğasında huzur istemi hissi mevcuttur. Gerçekte insanın birçok faaliyeti fıtratın ilahi nidasına yanıttır. Kendimizin ve birçok bireyin hayatına baktığımız vakit, birçok işimizin hedefinin değerli huzur cevherine ulaşmak olduğunu gözlemleriz; yani insanlar huzur ve sükûnete ulaşmak için ömür boyunca çabalamaktadırlar. Bu noktada insanlar arasında görüş birliği vardır, lakin görüş ayrılığı hayata huzur bahşeden şeyleri belirleme ve teşhis etme konusundadır. Bu değerli cevheri servet biriktirme ve maddi refahta gören birçok insan vardır. Bir başka grup ise huzuru makam ve şöhret elde etmekte görür. Lakin Kur’an-ı Kerim huzur ve sükûneti Allah’ı anmakta görür “Kalpler sadece Allah’ı anmakla huzur bulur”. Yüce Allah namaz hakkında şöyle buyurmaktadır: “Namazı benim zikrim ile kıl.”[12]
4. Allah’tan Ürkmek Ve Korkmak
Müminler için Allah’ı anmanın eserlerinden biri de Allah’tan korkmak ve ürkmektir. Kur’an bu hususta şöyle buyuruyor: “Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.”[13]
5. Günahların Bağışlanması
Allah’ı anmanın uhrevi eser ve semelerinden biri, Allah’ı ananları kapsayan ilahi mağfirettir. Buna ek olarak yüce Allah böyle bireylere büyük ecir ve ödül vaadi de vermiştir. Kur’an-ı Mecid bu hususta şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”[14] Yüce Allah kulları affetmek için değişik fiil ve yolları vesile karar kılmıştır ve herkes bir vesile ile kendi için bağışlanma dileyebilir. Bunlardan biri de yüce Allah’ı çok zikretmektir.
6. Hikmet Ve İlim
Zikrin semerelerinden biri aklın olgunlaşması ve kemal ile hikmettir. Zikir insanın idrak yetisinin gelişmesi ve düşüncenin üretime geçmesine neden olur. İnsan ruhu, gaybi hakikatlerin kendinde tecelli etmesi liyakatine erer ve yüce Allah böyle bireylerin düşünce ve aklına yardım ulaştırır. Bu hakikati İmam Ali şöyle beyan etmektedir: “Nimetleri büyük olan yüce Allah için her zaman diliminde, peygamberlerin bulunmadığı ve dinin gevşediği dönemlerde düşüncelerinde kendileri ile sırlaştığı ve akıllarında kendileri ile konuştuğu kulları olagelmiştir. Bunlar hidayet meşalesini gözlerin, kulakların ve kalplerin uyanmasının aydınlığıyla tutuşturup yükseltmişlerdir.”
Zikir Ve Zikredenlerin Manevi Konumu
Zikir anımsamak ve Allah’ın isimlerini tekrarlamaktan ibaret olan vird olarak dil ile veya zihin ile iki şekilde yapılması nedeniyle, zikrin mertebeleri ve onun zikredenlerin manevi makamı ile ilişkisi hakkında da açıklama yapmak gerekir:
1. Anımsamak manasıyla zikir hakkında şöyle söylemek gerek: Zikir yolunda bulunan her yolcu insan, gerçekte Allah’tan başlayan ve en alçak düzeye ulaşan bir yolu anımsamak ile meşguldür; yani yolcu bu yolu Allah’a dönme açısından hatırlamakta ve bu anımsamak manevi ve irfani bir dalga halini insana hatırlatmaktadır. Bazen bundan yâri ve diyarı anımsamak ve vuslat gününü hatırlamak diye de tabir edilmiştir; çünkü insan ruhu bu dünya diyarında hicrana maruz kalmış, gurbete gelmiş, tedrici olarak asıl vatanını anımsamış ve ona doğru hareket etmiş bir yuva kuşu mesabesindedir. Bu dönüş yolu, Allah’ı zikretmek ve onu anımsamaktan ibarettir. İnsan ancak önceden görmüş olduğu ve unuttuğu şeyi hatırlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de bu hususa işaret edilmiş ve Allah’ı anmayı unutan kimselerin kendilerini de unuttukları belirtilmiştir: “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.”[15]Bundan dolayı hepsi zikir dairesinde belirtilmiş olan ve zikir manasıyla kullanılmış olan namaz, Kur’an, peygamber ve diğer hususlar bu anımsamayı dile getirir ve bundan dolayı onlara zikir denilmiştir. Bu bakışta herkesin hatırlayanlar kategorisinde özel bir derecede yer aldığı apaçıktır. Kendi ilahi hakikatinden ve Allah ile olan fıtri ilişkisinden bir eseri bile hatırlamayan ve sadece dil zikriyle yetinen kimselerin olması da muhtemeldir. Bazıları da bu ilahi kimliklerinden haberdar olmuş ve Allah’a doğru hareket etme isteğinde bulunmuştur. Bunlar zikir eden ve zikredilen birbiriyle bir oluncaya dek zikir yolunda hareket ederler. Bundan dolayı bu bakışta her birey kendine özel bir zikir makamında yer alır.
Allah’ın isimlerini tekrar etme ve vird manasıyla zikir hakkında ise şöyle söylemek gerekir: Bu mesele İslam’da iki açıdan ve iki farklı boyut perspektifinden göz önünde bulundurulmuştur:
1. Şeriat boyutu
2. İrfan ve tarikat boyutu
Şeriat boyutunda birçok hadislere işaret edilebilir. Bu hadislerde kutsal zikir ve virtler tavsiye edilmiş ve onların söylenmesi de manevi ilerlemenin, Allah’a yakınlaşmanın ve şeriat sahibinin istediği doğrultuda yer almanın vesileleri olarak değerlendirilmiştir. Bu açıdan tüm zikir ve virtler iyidir ve herkes bulunduğu manevi her makam ve konumda bu zikirleri yerine getirebilir. Örneğin en çok tavsiye edilen zikir olan salâvat veya istiğfar veyahut dua kitapları ve meşhur rivayetlerde yer alan “la havle vela kuvvete illa billah” zikirleri tabii olarak irfan ve riyazet ehlinin belirttikleri özel ve belirli şartlara tabi değildir ve belirli birey ve gruplara veya özel bir manevi makama sahip kimselere özgü değildir. Gerçekte bütün bu zikirler zikreden bireyde manevi miracın ve Allah’a dönmenin batıni yolculuğunun başlaması için kalbi hazırlama niteliğindedir.
2. Lakin irfani boyutta genellikle bazı irfani amel buyruklarında görüldüğü üzere yolcuya özel bir zikri belirli bir sayıda ve özel günler sayısınca (bir kırk gün) yapması tavsiye edilir. Bunun ruhsal ve psikolojik olarak özel eserleri mevcuttur. Bu meselede dikkate şayan olan nokta şudur: Bu tür irfani amel buyrukları üstat ve izne ihtiyaç duyar ve bunlar herkese tavsiye edilemez. Elbette bu durumda her zikir ve vird yolcunun manevi makamı, konumu ve özel engelleri ile uyuşur olacaktır. Bu yüzden kâmil üstat kendi ilmiyle mürit ve yolcuyu vird ve zikirlerden oluşan özel bir programa yöneltir ve gerçekte manevi bir araç sıfatıyla bu zikirlerin etkilerinden istifade eder. Bu bakışta manevi miracın mertebelerinin veya gaybi ve manevi makamlara girmenin yolcu için hâsıl olması gayesiyle vird ve zikir yolundan yardımcı bir etken sıfatıyla yararlanılır. Gerçekte zikrin özel bir mertebesine nail olmak, manevi âlemleri hatırlamak manasına gelir. Bazen bazı kitaplarda gaybi hususlara ve tabiat ötesine ulaşmak için özel bir takım virtleri içeren bazı konu ve amel buyruklarının nakledildiğini belirtmek gerekir. Bilinçli ve arif bir üstat olmadan bu meseleler ile uğraşmak yolcunun şaşkınlığına neden olur. Bu yüzden bu yolda kâmil ve vuslata ermiş bir üstadın olması zorunlu hususlardan sayılmaktadır.
[1] Saidi, Gül baba, FerhengiIstılahatıİbni Arabi, s. 228, İntişaratıŞefii, çapı dovvum, Tahran, 1384.
[2] Seccadi, Seyyid Cafer, FerhengiIstılahatıİrfani, s. 402, İntişaratıTahuri, çapı çaharum, Tahran, 1378.
[3] Talak Suresi, 10 ve 11. ayet.
[4] Hicr Suresi, 9. ayet.
[5] İmam Humeyni, Şerhi Çehil Hadis, s. 292 – 293, Müessese-i neşri asarı İmam Humeyni, Tahran, çapı bistuheştum, 1387.
[6] Gazali, Kimyayı Saadet, c. 1, s. 254, İntişaratı ilmi ve fehengi, Tahran, çapı heftum, 1375.
[7] Bakara Suresi, 152. ayet.
[8] Nehcü’lBelağa, name 31.
[9] a.g.e, hutbe 222.
[10] Ra’d Suresi, 28. ayet.
[11] Taha Suresi, 14. ayet.
[12]Enfal Suresi, 2. ayet.
[13]Ahzab Suresi, 35. ayet.
[14] Nehcü’lBelağa, hutbe 222.
[15] Haşr Suresi, 19. ayet.