Ehlisünnetin birçok âlimi eğer bu dünyada Allah görülmezse onun kıyamette görüleceğine inanır! Onlardan bazıları bu hususta şöyle demiştir: Bu Ehlisünnet ve hadis âlimlerinin inancıdır. Bazıları da Hz. Musa (a.s) ve İsrail oğulları tarafından Allah’ı görme hadisesi hakkında şöyle demiştir: Bu olay Allah’ı görmenin imkânsızlığına delalet etmez, sadece Hz. Musa (a.s) Allah’ı görme gücüne sahip değildi. Allah’ı görmeye inananlar kendi iddialarını ispat etmek için bazı Kur’an ayetleri ve hadislerin zahirine istinatta bulunmuşlardır. Onlar bu cümleden olmak üzere Hz. Peygamberin (s.a.a) şu hadisine atıfta bulunurlar: On dördüncü gecede ayı gördüğünüz gibi Allah’ı göreceksiniz. On dördüncü gecede ayı gören kimse onun ay olduğu hususunda hiçbir şüphe duymaz. Aynı şekilde müminler de Allah azze ve celleyi diğer dünyada görecek ve onun Allah azze ve celle olduğu hususunda hiç şüphe duymayacaklardır. Bizim inancımıza göre dünya ve ahirette bulunmak (cismani dirilişe göre) bu meselede hiçbir farklılık oluşturmayacaktır. Madde üstü bir varlığı olan Allah kıyamette maddi bir varlığa mı dönüşecektir ve sonsuz varlık sonlu bir varlık haline mi gelecektir? Şia, yüce Allah’a bakmaktan maksadın gözle gerçekleşen hissi bakmak olmadığını, aksine iman hakikati vesilesiyle kalpsel bir bakış olduğuna inanmaktadır.
Birçok Ehlisünnet âlimi eğer Allah bu dünyada görülmezse O’nun kıyamet âleminde görüleceğine inanır! Onlardan bazıları bu hususta şöyle demiştir: Bu Ehlisünnetin ve hadis âlimlerinin inancıdır.[1] Bazıları da Hz. Musa (a.s) ve İsrail oğulları tarafından Allah’ı görme hadisesi hakkında şöyle söylemişlerdir: Bu hadise Allah’ı görmenin imkânsızlığını göstermez, sadece Hz. Musa’nın (a.s) Allah’ı görecek gücünün olmadığını gösterir.[2]
Konunun Tarihçesi
Hz. Musa’nın (a.s) Allah’ı görmeye dair isteği hakkında Eşaire ve Mutezile âlimleri arasında geçmişte İslam âlimlerinin zihnini meşgul eden tartışmalar ve bahisler yaşanmıştır. Bu, İslam’ın ilk yıllarından İmam Rıza (a.s) dönemine dek sert tartışmalara yol açmıştır. Özellikle İmam Bakır (a.s) ve İmam Sadık (a.s) dönemlerinde bu husustaki tartışma ve çekişmeler zirveye ulaşmıştır. Mutezile bu hususu mutlak bir şekilde inkâr etmiş, lakin Eşaire meseleyi ahiret bağlamında ispat ve dünya bağlamında ise inkâr etmiştir.[3] Bir grup da Allah’ın hem ahirette ve hem dünyada görüleceğini dile getirmiştir.[4] Enteresan olan her üç grubun da bir ayete (A’raf suresi, 147) istinatta bulunmasıdır. Bu tartışmalar A’li Eyüp eliyle Mutezile fırkasının yok olması zamanına dek sürmüştür.
Allah’ı Görmeye İnananların Delilleri
Bu grup kendi iddialarını ispatlamak için bazı ayet ve hadislerin zahirine istinatta bulunmuşlardır ve aşağıda onların bazılarına işaret ediyoruz:
Ehlisünnet müfessirlerinden biri bu hususta şöyle demektedir: Hz. Musa’nın (a.s) Allah’ı görememesinin sebebi, yüce Allah’ın kendisini görmeye dair müminlere verdiği vaadin dünyada değil ahirette gerçekleşecek olmasıdır. Hz. Musa’nın (a.s) isteği, gerçekte vakitten önceki bir istekti. Bundan dolayı bu isteğine kavuşamadı. Müminlerin Allah’ı görmesi kesin bir husustur, lakin bu ahiret diyarında gerçekleşecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: On dördüncü gecede ayı gördüğünüz gibi Allah’ı göreceksiniz. Ayı on dördüncü gecede gören kimse, onun ay olduğuna kesin bir bilgiyle inanır. Aynı şekilde müminler de Allah azze ve celleyi ahiret diyarında görecek ve gördüklerinin Allah azze ve celle olduğu hususunda hiçbir şüphe duymayacaklardır. Hz. Musa (a.s) Allah’ı dünyada görmek istedi ve bu esnada Hz. Muhammed (s.a.a) henüz atalarının sulbünde yer alıyordu. Bu yüzden o Allah’ı görmekten mahrum kaldı. Yüce Allah ona hayır dedi, ben kulum Muhammed (s.a.a) beni görmeyinceye dek hiç kimsenin beni görmemesine karar verdim ve benim ile görüşmek cennette gerçekleşecektir.[5] “Vucuhuyyevmeizinnadirah.İla rabbihanazirah.” (O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar.)[6] Yani insan gözüyle Allah’ı görecektir. Nitekim Buhari sahihinde şöyle bir hadis nakletmiştir: “Çok yakında gözlerinizle Allah’ı göreceksiniz.”[7]Ahirette Allah’ın müminler tarafından görülmesi, sahih hadis kitaplarında mütevatir yollardan ve hadis aktarıcılarından bize ulaşmış bir şeydir ve bu hadisler hiçbir şekilde görmezlikten gelinemez ve reddedilemez; çünkü Ebu Said ve Ebu Hureyre sahih olan hadislerinde şöyle nakletmektedir: “Allah Resulü’ne (s.a.a) biz kıyamet gününde Allah’ı görecek miyiz diye sorulur ve Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur: Bulutların arkasında olmadıkları zaman güneş ve ayı görmede bir zarar görüyor musunuz? Soranlar hayır dedi ve Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: Bu şekilde Allah’ı göreceksiniz.”[8] İki sahih kitapta Cerir’den nakledildiği üzere Hz. Peygamber (s.a.a) on dördüncü gecenin ayına bakmış ve şöyle buyurmuştur: Sizler bu ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz![9] Allah müminlere güler bir halde tecelli edecektir.[10] Elbette bu grup “Len terani” (beni göremeyeceksin)[11]ayetinden gafil değildi. Onlar şöyle demekteydi: Len terani (beni göremeyeceksin) ayetinin manası, görmenin sonsuza dek imkânsız oluşu değildir, ayetin manası şudur: Ey Musa (a.s) hiç kimse beni görüp diri kalamaz. Bunun üzerine Musa (a.s) seni görmeyip yaşamaktansa, seni görüp ölmem benim için daha iyidir[12] diye buyurmuştur.
Ayetin Açıklaması
Ayeti açıklamadan önce şu noktaya dikkat etmek gerekli gözükmektedir: “İla” kelimesi “yönüne doğru”[13] ve “nimet”[14] manasında harf ve isim şekliyle kullanılmıştır. Ayeti şerife ve nakledilen hadislerde görmek için “ila” kelimesinden istifade edilmiştir. Bu yüzden Ehlisünnete mensup bir grup bunu tevil etmiş, ayet ve hadisteki “ila” kelimesini isim olarak ve “ala”[15] kelimesinin tekili olarak nimet manasında değerlendirmiştir. Aynı şekilde Suri Mansur’dan o da Mücahitten naklettiği üzere kendisi şöyle demiştir: “İla rabbihanazira”[16] cümlesinin manası rabbinin sevabını beklemektir.[17] Bu görüş bazı Şii kaynaklarında da nakledilmiştir. Uyun-u Ahbaru’r Rıza kitabında İmam Rıza’dan (a.s) tevhit bilgileri hakkında nakledilenler arasında İbrahim b. ebi Mahmut’a ulaşan bir senetle şöyle aktarılmıştır: İmam Ali b. Musa’r Rıza (a.s) “Vucuhuyyevmeizinnadirah. İla rabbihanazirah”[18] ayetinin manası hakkında şöyle buyurmuştur: “O gün çehreler nurani olacak ve rablerinin sevabını bekleyecektir.”[19]
Allah’ı Görme Görüşünün Eleştirisi
Bizim inancımıza göre bu görüşün yanlış olduğu çok açıktır; zira dünyada veya ahirette bulunmak (cismani dirilişe inanma esasınca) bu meselede hiçbir farklılık oluşturmaz. Madde üstü bir varlığı olan Allah maddi bir varlığa mı dönüşecektir ve sonsuz bir makamdan sonlu bir makama mı inecektir? Bundan dolayı yüce Allah’a bakmaktan maksat, göz ile gerçekleşen hissi bakış değildir, bilakis bundan maksat iman hakikati vesilesiyle kalbi bakış ve kalbin görmesidir. Nitekim akli kanıtlar da bunu belirtmektedir. Temiz Ehlibeytten ulaşan haberler de bu anlama delalet eder.[20] Başka bir ifadeyle akli deliller Allah’ın asla göz ile görülmeyeceğine tanıklık eder; zira göz sadece cisimleri veya daha doğru bir ifadeyle onların bazı niteliklerini görür ve cisim olmayan ve cisim niteliği taşımayan bir şey ise asla göz ile görülmez. Başka bir tabirle eğer bir şey göz ile görülürse, kesinlikle o mekân, cihet ve madde taşımalıdır. Oysaki yüce Allah bütün bunlardan daha üstündür. O, sonsuz bir varlıktır. Bu nedenden ötürü maddi dünyadan daha üstündür; zira madde dünyasındaki her şey sınırlıdır. Birçok Kur’an ayetinde ve bu cümleden olmak üzere İsrail oğulları hakkındaki ve Allah’ı görme istediğinden söz eden ayetler tam bir açıklık ile Allah’ı görmenin imkânsız oluşunu bildirmektedir.[21] Bu ayet, hiçbir şekilde Allah’ın görülemeyeceğini açık bir şekilde ifade eden ayetlerdendir; zira “len” kelimesi meşhur ediplerin görüşü esasınca, sonsuza dek reddetme anlamındadır. Bundan dolayı “lenterani” cümlesinin mefhumu şudur: Ne bu âlem de ve ne de başka bir âlemde beni görmeyeceksin. Eğer bir kimse “len” kelimesinin sonsuza dek reddetme manasında oluşu hakkında bir şüphe duyarsa, ayetin mutlak oluşu ve görmenin hiçbir kayıt ve şart belirtmeksizin reddedilişi, hiçbir zaman ve hiçbir koşul altında Allah’ın görülemeyeceğine delil teşkil eder.[22]
İlgili başlık: Allah’ı görmek, 4289 (Site: 4559).
[1] Reşit Rıza, Muhammed, Tefsiri’l Kur’an-i’lHakim (Tefisiri El- Minar), c. 7, s. 653, Daru’lMarife, Beyrut, Lübnan, çapı dovvum.
[2] Seyyit bin Kutub bin İbrahim Şazeli, Fi Zilali’l Kur’an, c. 3, s. 1369, Daru’şŞuruk, çapı Beyrut, Kahire, Salı 1412 h.k, çapı hivdehum.
[3] Kurtubi, Muhammed bin Ahmet, El- Camiu’lAhkami’l Kur’an, c. 7, s. 54 ve 279 ve c. 19, s. 8 – 107, İntişaratı Nasır Hosro, Tahran, sali 1364 h.ş, çapı evvel; Razi, Ebu Abdullah Fahru’d Din Muhammed bin Ömer, Mefatihu’lGayb, (Tefsiri Kebir), c. 13, s. 5- 124, Daruİhyau’tTurasu’l Arabi, çapı Beyrut, sali 1420 h.k, çapı sevvum.
[4] Fahru’d Din bin Muhammed Ebu Abdullah Razi, Tefsiri Kebir, (Mefatihu’lGayb), c. 13, s. 127.
[5] Taberi, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir, Camiu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, Müterciman, tahkik: Habib Yagmayi, c. 2, s. 536 ve 537, İntişaratıTus, Tahran, 1356 h.ş, çapı dovvum.
[6] Kıyamet Suresi, 22 ve 23. ayet.
[7] Buhari, Ebu Abdullah, Muhammed bin İsmail, Sahih Buhari, c. 22, s. 445, Sahih Buhari, saytu’l İslam, http://www.al-islam.com (Mektebetu’ş Şamile).
[8] Deruze, Muhammed İzzet, Et- Tefsiru’l Hadis, c. 2, s. 199, Daruİhyau’lKutubu’lArabiyye, Kahire, sal, 1383 h.k; Meraki, Ahmet bin Mustafa, Tefisru’lMeraki, c. 29, s. 153, Daruİhyau’tTurasu’l Arabi, Beyrut; Tantavi, Seyyid Muhammed, Et- Tefsiru’lVesitli’l Kur’an-i’l Kerim, c. 15, s. 205; İbni Kesir Demeşki İsmail bin Ömer, Tefsiri’l Kur’an-i’l Azim, c. 8, s. 287, Daru’lKutubu’l İlmiye, Menşurat Muhammed Ali Beyzun, Beyrut, çapı evvel, 1419 h.k.
[9] Et- Tefsiru’lMunirfi’lAkidetive’ş Şeriat, c. 29, s. 267; Zuheyli, Tefsiru’lVesit, c. 3, s. 2783; Mealimu’t Tenzil fi Tefsiri’l Kur’an, c. 3, s. 280.
[10] Müslim, Sahihi Müslim, Babu İman, Hadis 316, Me’vgiu’l İslam, http://www.al-islam.com (Mektebetu’ş Şamile).
[11] A’raf Suresi, 143. ayet.
[12] İbniEbiHatemAbdu’r Rahman bin Muhammed, Tefsiri’l Kur’an-i’l Azim, c. 5, s. 1559, Tefsiri’l Kur’an-i’l Azim, Tahkik Es’ad Muhammed Et- Tiyb, Naşir MektebetuNizar Mustafa El- Baz, Arabistan, sali 1419 h.k, çapı sevvum.
[13] Böyle bir durumda bağımsız bir manası olmayacaktır, sadece kelimeler arasında bir bağ olarak ondan istifade edilecektir.
[14] Böyle bir durumda çoğulu “آلاء” olur. Bu Kur’an’da otuz dört defa kullanılmış ve otuz bir defa "فَبِأَيِّ آلاءِ رَبِّكُما تُكَذِّبان" (Rabbinizin hangi nimetlerini inkar ediyorsunuz?!) şeklinde zikredilmiştir.
[15] “Yöneliş” manasındaki “ila” harfi değildir.
[16] Kıyamet Suresi, 22 ve 23. ayet.
[17] İbni Kesir Demeşki, Tefsiri’l Kur’an-i’l Azim, c. 8, s. 287 ve 288, Tefsiri’l Kur’an-i’l Azim, Daru’lKutubu’l İlmiye, Beyrut, 1419 h.k.
[18] Kıyamet Suresi, 22 ve 23. ayet.
[19] Saduk, Uyun-u Ahbaru’r Rıza (a.s), c. 1, s. 114, İntişaratı Cihan, sali 1378 h.k.
[20] Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, El- Mizan fi Tefsiri’l Kur’an, Musevi, Muhammed Bakır, s. 20, s. 178, Defteri İntişaratı İslami, Kum, sali 1374 h.ş, çapı pencum.
[21] MekarimŞirazi, Nasır, Tefsiri Numune, c. 5, s. 381, Daru’lkutubu’l İslamiye, Tahran, sali 1374 h.ş, çapı evvel.
[22] a.g.e, c. 6, s. 360.