Sitesi Kod
fa923
Kod Gizlilik Bildirimi
74664
Soru Özeti
Acaba Nebiyi ekrem (s.a.a) ezanda kendi nübüvvetine ve hazreti Ali’nin (a.s.) velayetine şehadet veriyor muydu? Neden zamanımızın imametine şehadet vermiyoruz?
Soru
Nebiyi ekrem’in (s.a.a.) kendisi nasıl ezan okuyordu? Acaba ezanda kendi nübüvvetine ve hazreti Ali’nin (a.s.) velayetine şehadet veriyor muydu? Neden Şia “eşhedu enne Aliyen veliyullah” cümlesini ezanda ve meyyit için okunan talkinde tekrar ediyorlar? Eğer imam Ali; “her kes zamanının imamına şahadet vermesi gerekiyor” demiş ise neden biz zamanımızın imamına şehadet vermiyoruz?
Kısa Cevap
- Rivayetler esasınca şu müsellemdir ki İslam Peygamberi (s.a.a.) ezanda kendi nübüvvetine şehadet veriyordu. Zira nebiyi ekrem (s.a.a.) diğer insanlar gibi şer’i hükümlere ve tekliflere amel etmeye mükellef olmadığını ispatlayan has bir delil var olmadığı sürece mükellefti. Ezan bağlamında müstesna kılındığına dair hiçbir delilimiz yok iken mükellef olduğuna dair bir sürü rivayetimiz var ki nebiyi ekrem (s.a.a) ezan okurken Allah’ın vahdaniyetine ve kendi nübüvvetine yakini ve açık bir şekilde şehadet veriyordu.
- Ezanda peygamberin Ali’nin velayetine şahitlik yaptığına delalet edecek açık ve net bir delil yok. Ezanın cüzlerini açıklama bazında imamlardan gelen rivayetlerde de şehadeti salise (imam Ali’nin ( a.s.) şehadeti) ile alakalı bir şey zikir edilmemiştir. Ama ezanın açıklamasıyla ilgili olmayan birçok rivayette peygamberin isminden sonra Alinin isminin zikir edilmesinde, sevabın çok olduğunu söylenmiştir. Bu nedenle Şia âlimlerinin çoğu ezan ibadet olduğu için şöyle bir ihtimal vardır ki şehadeti salise onun bir cüzü olarak değil kurbet ve sevap alma niyetiyle söyleniyor demişlerdir.
- İmam-i zamana şehadet etme konusunda şu hadis var olmaktadır: “her kim bütün imamları, zamanın imamını ve velayetini tasdik eder ve bunda kararlı olursa…”. Zahiren bu rivayetten zamanın imamı hakkında ezanda şehadet verme diye bir şey anlaşılmıyor. Belki imamların velayetinde mümin bir insan sabitkadem olmasına delalet ediyor.
Ayrıntılı Cevap
İlkin birkaç noktayı açıklamak gerekir:
- Ezan ve ikame ibadi olan amellerden ve dolayısıyla tevkifidir: yani onun teşrii etme ve kanun şeklinde beyan etme yetkisi Allah ve Allah’ın resulüne hastır. Onlardan başka kimse bu yetkiye sahip değildir.
- Bir kitap veya birkaç kitapta bir tek rivayeti görerek onu esas alıp hüküm veya fetva verip amel edilemez. Zira bazı rivayetler amdır, bazıları mutlak, bazıları hastır, bazıları mukayyet. Bazıları diğer bazılarıyla çelişiktir. Bazıları da takiye makamında iken açılanmıştır. Bu nedenle bu tür yerlerde uzun yıllar bu bağlamda bilgi sahibi ve bu tür ilimler içinde içtihat ve uzmanlık seviyesine varıncaya dek kalmış kimselere müracaat edilmesi gerekiyor. Bu soruda birkaç mesele bahis konusu olduğu için cevabını birkaç kısımda verilmeye çalışılacaktır.
- Peygamberin (s.a.a) Ezan ve İkamesinin Yöntemi:
Rivayetler esasınca bu nokta müsellemdir ki peygamber (s.a.a.) ezanda kendi peygamberliğine şahadet veriyordu. Zira Peygamber (s.a.a) de diğer bireyler gibi şeri hükümlere amel etmek zorundadır. Meğer has bir konu bağlamında has bir delil gelmiş ve peygamberin (s.a.a.) falan konuya karşı mükellef olmadığını açıkça açıklamış olsun. Ezan konusunda böyle has bir delil gelmiş değildir. Belki tersine birçok rivayet gelmiştir ki Peygamber (s.a.a.) ezanda hem Allah’ın vahdaniyeti hakkında hem de kendi nübüvveti hakkında açık ve yakini bir şekilde şehadet veriyordu. Burada konuyla ilgili birkaç örnekle yetiniyoruz:
İmam Bakır (a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Miraç gecesinde nebiyi ekrem (s.a.a.) Beytü’l- Mamur”e vardığında namaz vakti geldi. Cebrail (a.s.) ezan ve ikame verdi. Peygamber önde durdu melekler ve nebiler peygamberin arkasında saf tutarak onunla birlikte namaz kıldılar. Birisi imam Bakırdan şöyle bir soru sordu: Cebrail nasıl ezan okudu? İmam (a.s.) buyurdu: “Allah u ekber, eşhedu en la ilahe illallah, eşhedu enne Muhammeden resulullah…ta sonuna kadar”.[1] Açıktır ki eğer ezan bu şekilde teşri edilmişse nebiyi ekrem (s.a.a.) başka bir şekilde ezan okuyamaz. Bu nedenledir ki nebiyi ekremin (s.a.a.) ezanı Cebrail ve ümmetin ezanından farklı olamaz.[2]
İmam Hüseyin (a.s.) buyuruyor: Babam Ali b. Ebu Talip’ten (a.s.) duydum: “Allah u teala bir melek gönderdi; nebiyi ekremi (s.a.a.) miraca götürdü, on zamandan önce hiç görünmemişti ve ondan sonra da görünmedi, ezan okudu ve o sırada Cebrail (a.s.) peygambere (s.a.a.), namaz kılmak için bu şekilde ezan oku” dedi.[3]
Bunun yanı sıra bilinmelidir ki cal edilen hükümler bütün Müslümanlar için cal ediliyor. Hükümlere amel etmek bağlamında Nebiyi ekrem (s.a.a) herkesin önünde ve herkesin ilerisinde olmalıdır. Nebiyi ekrem (s.a.a.), bazı has hüküm ve teklifler hariç ki has deliller olmalıdır, hükümlere amel etme bağlamında onunla başkaları arasında hiçbir fark yoktur. Bu nedenle nebiyi ekrem’in (s.a.a.) ezanı ve ikamesi diğerlerinkinden farklı değildir.
İmam Bakır (a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Miraç gecesinde nebiyi ekrem (s.a.a.) Beytü’l- Mamur”e vardığında namaz vakti geldi. Cebrail (a.s.) ezan ve ikame verdi. Peygamber önde durdu melekler ve nebiler peygamberin arkasında saf tutarak onunla birlikte namaz kıldılar. Birisi imam Bakırdan şöyle bir soru sordu: Cebrail nasıl ezan okudu? İmam (a.s.) buyurdu: “Allah u ekber, eşhedu en la ilahe illallah, eşhedu enne Muhammeden resulullah…ta sonuna kadar”.[1] Açıktır ki eğer ezan bu şekilde teşri edilmişse nebiyi ekrem (s.a.a.) başka bir şekilde ezan okuyamaz. Bu nedenledir ki nebiyi ekremin (s.a.a.) ezanı Cebrail ve ümmetin ezanından farklı olamaz.[2]
İmam Hüseyin (a.s.) buyuruyor: Babam Ali b. Ebu Talip’ten (a.s.) duydum: “Allah u teala bir melek gönderdi; nebiyi ekremi (s.a.a.) miraca götürdü, on zamandan önce hiç görünmemişti ve ondan sonra da görünmedi, ezan okudu ve o sırada Cebrail (a.s.) peygambere (s.a.a.), namaz kılmak için bu şekilde ezan oku” dedi.[3]
Bunun yanı sıra bilinmelidir ki cal edilen hükümler bütün Müslümanlar için cal ediliyor. Hükümlere amel etmek bağlamında Nebiyi ekrem (s.a.a) herkesin önünde ve herkesin ilerisinde olmalıdır. Nebiyi ekrem (s.a.a.), bazı has hüküm ve teklifler hariç ki has deliller olmalıdır, hükümlere amel etme bağlamında onunla başkaları arasında hiçbir fark yoktur. Bu nedenle nebiyi ekrem’in (s.a.a.) ezanı ve ikamesi diğerlerinkinden farklı değildir.
- Ezanda ve Meyyitin Talkininde İmam Alinin (a.s.) Velayetine Şehadet Vermek:
Ama nebiyi ekrem (s.a.a) kendi ezanında imam Ali’nin (a.s.) velayetine şehadet veriyor muydu noktasında ilki veli kelimesinin ne anlama geldiğini açıklamak gerekiyor: Veli kelimesi farklı manalara gelmiş en önemli anlamları şunlardan ibarettir:
- Yetkili ve Tasarruf sahibi: kuranı kerimin birçok ayetlerinde “veli” kelimesi bu manada istifade edilmiştir. “Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakilerini altı gün içinde yarattı, sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için O'ndan başka hiçbir yetkili ve hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?”.[4]
- Dost anlamında;[5] kuranı kerimde “veli” kelimesi dost anlamında da istifade edilmiştir: " İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir”. [6]
- Yardımcı ve yaver anlamında:[7] kuranı kerim bu bağlamda şöyle buyurmaktadır: “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin yardımcı ve yaverleridirler. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar”[8]
Şüphesiz “veliyullah” kelimesinden müminler için ikinci ve ikinci mananın istifade edilmesinde hiçbir sakınca yoktur. Hata hem ehlisünnetin ve hem de ehli Şia rivayetlerinde bu anlamda gelmiştir.[9]
Ama birinci mana için söylenmesi gereken şu ki Alinin (a.s.) yetkili ve tasarruf etme yetkisine sahip olduğu söyleyen rivayetler varit olmaktadırlar. Nebiyi ekrem (s.a.a.) böyleli bir yetki ve tasarrufa sahip olduğu gibi. Elbette Ali (a.s.) Allah’ın velisidir. Ali Allah’ın velisidir, olmaktan maksat Ali (a.s) Allah tarafından ümmetin velisi ve yetkilisi olarak tayin edilmiş olmasıdır. Muhammed Allah’ın resulüdür denildiğinde yani Muhammed Allah tarafından resul olarak tayin edilmiştir, anlamına geldiği gibi.
Hakeza bu da kesindir ki Nebiyi ekrem (s.a) ezanda Ali’nin (a.s.) velayeti hakkında şehadet verdiğine delalet edecek açık bir hadis ve rivayet te bulunmamaktadır. Gerçi “es-Selafetu fi Emri Hilafe” adlı kitapta şöyle nakledilmiştir: Selman Farisi kendi ezanında “şehadeti salise”yi (yani eşhedu enne Aliyen Veliyullahı) söyliyordu. Birisi onu nebiyi ekreme şikayet etmeye gitti, ama nebiyi ekrem (s.a.a.) şöyle buyurdu: “iyi söz duymuşsundur”. Yine bu kitapta şöyle gelmiş: “Gadir-i hum vakasından sonra Ebazer Gaffari ezanında iki şehadetten sonra üçüncü şehadeti de söylüyordu. Münafıklardan bir kısım bunu kabul etmemiş ve duyduklarını peygambere (s.a.a) şikayet etmek için durumu peygambere bildiriyorlar. Nebiyi ekrem bunların cevabında şöyle buyuruyor: “Gadir-i Hum da Ali’nin velayeti hakkındaki hutbemi duymadınız mı? Öyle ise o sahranın, o sıcaklığında, size okuduğum, o uzun hutbemin anlamı neydi? Manası Ali Allah’ın velisi, müminlerin emiri olmaktan başka bir şey miydi? Sonra şöyle buyurdu: “gökyüzü ile yeryüzü Ebu zerden daha sadık ve daha doğru birisini kendilerinde barındırmamışlar” şeklindeki açıklamamı duymadınız mı”?[10]
Ama bu konuyla alakalı sorun şu: evvelen bu kitap şimdi bulunmamaktadır, dolayısıyla bu rivayetin senedi hakkında daha fazla tahkik yapmıyoruz. Saniyen: böyle bir rivayet yedinci asırdan önce yazılmış kitaplarda yoktur, dolayısıyla senedi hakkında görüş belirtemiyoruz.
Bunun yanı sıra imamlardan (a.s.) ezanın cüzleri hakkında var olan beyanlarında imam Ali’nin velayeti hakkında bir şey gelmemiştir. İşte bu durum nebiyi ekremin (s.a.a.) dönemindeki ezanı oluşturan cüzleri beyan ediyor. Zira ehlibeyt rivayetlerine göre ezan on sekiz cümleden oluşmaktadır: ezanın cümleleri şunlardan ibarettir: “Allah u ekber, Allah u ekber. Allah u ekber, Allah u ekber. Eşhedu en-la ilahe illallah, eşhedu en la ilahe illallah. Eşhedu enne Muhammeden resulullah, eşhedu enne Muhammeden resullullah. Hayyi alasselah, hayyi alassalah. Hayyi alel – felah, hayyi alelfelah. Hayyi ala hayril amel, hayyi ala hayril amel. Allah u ekber, Allah u ekber. La ilahe illallah, la ilahe illallah.[11]
Evet, Allah ve nebiyi ekremin nübüvvetine şehadet verdikten sonra imam Ali’nin (a.s.) velayeti hakkında şehadet vermenin –eşahedu enne Alliyen veliyullah demenin- sevabı var olduğu noktasında birçok rivayet var. Burada birkaç numuneyle yetiniliecektir:
İmam Sadık (a.s.) şöyle buyuruyor: “Allah u Teâlâ gökyüzü ve yeryüzünü yaratıktan sonra, “münadiye (çağırılan) bu üç şehadete şehadet vermesini emretti”.[12]
Dikkate şayandır ki bu nida zer aleminde var olanların icabeti için olmuştur. İman Cafer Sadık (a.s.) “Hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da, "Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)" demişlerdi. B?yle yapmamız kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir”[13] ayetin zeylinde şöyle buyuruyor: “allah u teala insanların sulbundan beşeri nutfeleri aldı (zatinin tecellisi işiğinda) kendini tanıttı. Eğer bu tanıtım gerçekleşmemiş olsaydı hiç kimse rabbini tanıyamazdı. Sonra Allah şöyle buyurdu: “ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar dediler: evet sen bizim rabbimizsin. Buyurdu: içte bu muhammed de (s.a.a.) ben resulüm ve Ali müminlerin emiri (a.s.) halifem ve güvendiğim kimsedir”.[14]
Hakeza, imam Sadık (a.s.) bir konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Allah u teala arşı, kürsüyü ve…yarattığı vakit üzerinde şöyle yazdı: “la ilahe illallah, Muhammedun resulüllah, Aliyun amiru’l-Müminin…bu neden eğer sizden her kim; “la ilahe illallah Muhammedun resulüllah söylediğinde (ondan sonra) Aliyun emirul müminin, yani Ali müminlerin emiridir” de söylesin”.[15]
Nebiyi ekrem’in (s.a.a.) bazı rivayetlerinden de Allah’ın vahdaniyetine, Muhammed’in nübüvvetine şehadet verdikten sonra Ali’nin (a.s.) velayetine şehadet vermenin caiz ve Allah katında sevimli olduğu istifade ediliyor. İbni Abbas’tan şöyle nakledilmiş: “peygamber (s.a.a.) şöyle buyurdu: “beni nübüvvetle görevlendiren Allaha yemin ederim! Arş, kürsi, eflak, gök ve yer karar kılındıktan sonra üzerlerinde la ilahe illallah, Muhammedun resulullah, Ali’yun emirel müminin yazılarak olmuştur”.[16]
Her halükarda ezan ibadettir. Hazreti Emirel mümininin velayeti ezanın cüzünden olmama ihtimali de vardır. Şia’nın[17] birçok fakihleri onu azanın cüzünden bilmiyor ve şöyle diyorlar: onu ezanın bir cüzü olarak değil, kurbet veya teberrük niyetiyle söylesinler.[18]
Nihayet şüphe niyetiyle burada ortaya atılması muhtemel olan şey şudur: bu şehadet ezanda zikir edilmesi bid’attir. Ama bidat için zikir edilmiş olan mana; -“hükümleri istinbat meselesinde kuran ve masumların sünneti gibi makbul kaynaklara dayandırmadan bir ameli veya akideyi dine sokmaktır ve dinde teşrii yapmak anlamında da alınmıştır”-[19] dikkate alındığında bu cümle ezandan kabul edilir ve ezanın bir parçası olarak kabul edilirse bidat sayılır ve haramdır. Ama Şia’nın bir çok âlimi bu cümleyi ezanın cüzünden saymıyor ve söylendiği vakit ezanın bir cüzü şeklinde algılanmayacak şekilde söylenmesi gerekiyor, dediklerini dikkate aldığımızda bunun ezanda söylenmesi bidat değildir ve hiçbir işkâlı da yoktur.
Her halükarda Şia fakihlerinin çoğunluğu üçüncü şehadeti ezanın cüz’ü kastıyla olmaksızın caiz olduğunu söylemelerinin illeti şudur: yukarıda nakil edilen rivayet mutlak bir şekilde şöyle diyor: “her ne zaman tevhit ve risalet hakkında şehadet verdin Ali bin. Ebi Talip’in velayeti hakkında da şehadet verin”. Bu rivayet şartlı değil, mutlak olduğu için ezanı da kapsıyor, ikameyi de ve ikisini dışındaki durumları da kapsıyor. Bu, bu şehadetin ezanın cüzünden sayılıyor anlamına gelmiyor.
Neticede; “Ali’yen veiyullah” cümlesini ezanda, ikamede ve telkinde söylemek eğer hazreti Ali’nin[20] makamını dikkati nazarda tutarak ezanın cüzündendir kastiyle değil, bilakis kurbet ve teberrük niyetiyle söylenirse hiçbir işkâlı yoktur.
Dikkate şayanıdır ki ehlisünnetin bazı kaynaklarında şöyle yazılmaktadır: müezzin Ömer ibni Hatabı sabah namazından haberdar etmek için onun yanına varmak istiyor, onun yanına vardığında uyuyor olduğunu görünce; “es-Selatu hayrun minen nevm= namaz uykudan daha hayırlıdır” diyor. Ömer bu cümleyi duyunca müezzine bu cümleyi ezana yerleştir şeklinde destur veriyor.[21] Bundan dolayıdır ki ehlisünnet bu cümleyi sabah namazında “hayyi allel falah” cümlesinden sonra bu cümleyi söylüyor.[22] Bu cümlenin sabah namazında söylemelerini meşrulaştıran şey nedir? Acaba onların bu işini, Şia’nın ezanda, ezanın cüzünden saymadan imam Ali’nin velayetine şehadet vermeleriyle mukayese edilmesi doğru mudur?
Ama birinci mana için söylenmesi gereken şu ki Alinin (a.s.) yetkili ve tasarruf etme yetkisine sahip olduğu söyleyen rivayetler varit olmaktadırlar. Nebiyi ekrem (s.a.a.) böyleli bir yetki ve tasarrufa sahip olduğu gibi. Elbette Ali (a.s.) Allah’ın velisidir. Ali Allah’ın velisidir, olmaktan maksat Ali (a.s) Allah tarafından ümmetin velisi ve yetkilisi olarak tayin edilmiş olmasıdır. Muhammed Allah’ın resulüdür denildiğinde yani Muhammed Allah tarafından resul olarak tayin edilmiştir, anlamına geldiği gibi.
Hakeza bu da kesindir ki Nebiyi ekrem (s.a) ezanda Ali’nin (a.s.) velayeti hakkında şehadet verdiğine delalet edecek açık bir hadis ve rivayet te bulunmamaktadır. Gerçi “es-Selafetu fi Emri Hilafe” adlı kitapta şöyle nakledilmiştir: Selman Farisi kendi ezanında “şehadeti salise”yi (yani eşhedu enne Aliyen Veliyullahı) söyliyordu. Birisi onu nebiyi ekreme şikayet etmeye gitti, ama nebiyi ekrem (s.a.a.) şöyle buyurdu: “iyi söz duymuşsundur”. Yine bu kitapta şöyle gelmiş: “Gadir-i hum vakasından sonra Ebazer Gaffari ezanında iki şehadetten sonra üçüncü şehadeti de söylüyordu. Münafıklardan bir kısım bunu kabul etmemiş ve duyduklarını peygambere (s.a.a) şikayet etmek için durumu peygambere bildiriyorlar. Nebiyi ekrem bunların cevabında şöyle buyuruyor: “Gadir-i Hum da Ali’nin velayeti hakkındaki hutbemi duymadınız mı? Öyle ise o sahranın, o sıcaklığında, size okuduğum, o uzun hutbemin anlamı neydi? Manası Ali Allah’ın velisi, müminlerin emiri olmaktan başka bir şey miydi? Sonra şöyle buyurdu: “gökyüzü ile yeryüzü Ebu zerden daha sadık ve daha doğru birisini kendilerinde barındırmamışlar” şeklindeki açıklamamı duymadınız mı”?[10]
Ama bu konuyla alakalı sorun şu: evvelen bu kitap şimdi bulunmamaktadır, dolayısıyla bu rivayetin senedi hakkında daha fazla tahkik yapmıyoruz. Saniyen: böyle bir rivayet yedinci asırdan önce yazılmış kitaplarda yoktur, dolayısıyla senedi hakkında görüş belirtemiyoruz.
Bunun yanı sıra imamlardan (a.s.) ezanın cüzleri hakkında var olan beyanlarında imam Ali’nin velayeti hakkında bir şey gelmemiştir. İşte bu durum nebiyi ekremin (s.a.a.) dönemindeki ezanı oluşturan cüzleri beyan ediyor. Zira ehlibeyt rivayetlerine göre ezan on sekiz cümleden oluşmaktadır: ezanın cümleleri şunlardan ibarettir: “Allah u ekber, Allah u ekber. Allah u ekber, Allah u ekber. Eşhedu en-la ilahe illallah, eşhedu en la ilahe illallah. Eşhedu enne Muhammeden resulullah, eşhedu enne Muhammeden resullullah. Hayyi alasselah, hayyi alassalah. Hayyi alel – felah, hayyi alelfelah. Hayyi ala hayril amel, hayyi ala hayril amel. Allah u ekber, Allah u ekber. La ilahe illallah, la ilahe illallah.[11]
Evet, Allah ve nebiyi ekremin nübüvvetine şehadet verdikten sonra imam Ali’nin (a.s.) velayeti hakkında şehadet vermenin –eşahedu enne Alliyen veliyullah demenin- sevabı var olduğu noktasında birçok rivayet var. Burada birkaç numuneyle yetiniliecektir:
İmam Sadık (a.s.) şöyle buyuruyor: “Allah u Teâlâ gökyüzü ve yeryüzünü yaratıktan sonra, “münadiye (çağırılan) bu üç şehadete şehadet vermesini emretti”.[12]
Dikkate şayandır ki bu nida zer aleminde var olanların icabeti için olmuştur. İman Cafer Sadık (a.s.) “Hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da, "Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)" demişlerdi. B?yle yapmamız kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir”[13] ayetin zeylinde şöyle buyuruyor: “allah u teala insanların sulbundan beşeri nutfeleri aldı (zatinin tecellisi işiğinda) kendini tanıttı. Eğer bu tanıtım gerçekleşmemiş olsaydı hiç kimse rabbini tanıyamazdı. Sonra Allah şöyle buyurdu: “ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar dediler: evet sen bizim rabbimizsin. Buyurdu: içte bu muhammed de (s.a.a.) ben resulüm ve Ali müminlerin emiri (a.s.) halifem ve güvendiğim kimsedir”.[14]
Hakeza, imam Sadık (a.s.) bir konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Allah u teala arşı, kürsüyü ve…yarattığı vakit üzerinde şöyle yazdı: “la ilahe illallah, Muhammedun resulüllah, Aliyun amiru’l-Müminin…bu neden eğer sizden her kim; “la ilahe illallah Muhammedun resulüllah söylediğinde (ondan sonra) Aliyun emirul müminin, yani Ali müminlerin emiridir” de söylesin”.[15]
Nebiyi ekrem’in (s.a.a.) bazı rivayetlerinden de Allah’ın vahdaniyetine, Muhammed’in nübüvvetine şehadet verdikten sonra Ali’nin (a.s.) velayetine şehadet vermenin caiz ve Allah katında sevimli olduğu istifade ediliyor. İbni Abbas’tan şöyle nakledilmiş: “peygamber (s.a.a.) şöyle buyurdu: “beni nübüvvetle görevlendiren Allaha yemin ederim! Arş, kürsi, eflak, gök ve yer karar kılındıktan sonra üzerlerinde la ilahe illallah, Muhammedun resulullah, Ali’yun emirel müminin yazılarak olmuştur”.[16]
Her halükarda ezan ibadettir. Hazreti Emirel mümininin velayeti ezanın cüzünden olmama ihtimali de vardır. Şia’nın[17] birçok fakihleri onu azanın cüzünden bilmiyor ve şöyle diyorlar: onu ezanın bir cüzü olarak değil, kurbet veya teberrük niyetiyle söylesinler.[18]
Nihayet şüphe niyetiyle burada ortaya atılması muhtemel olan şey şudur: bu şehadet ezanda zikir edilmesi bid’attir. Ama bidat için zikir edilmiş olan mana; -“hükümleri istinbat meselesinde kuran ve masumların sünneti gibi makbul kaynaklara dayandırmadan bir ameli veya akideyi dine sokmaktır ve dinde teşrii yapmak anlamında da alınmıştır”-[19] dikkate alındığında bu cümle ezandan kabul edilir ve ezanın bir parçası olarak kabul edilirse bidat sayılır ve haramdır. Ama Şia’nın bir çok âlimi bu cümleyi ezanın cüzünden saymıyor ve söylendiği vakit ezanın bir cüzü şeklinde algılanmayacak şekilde söylenmesi gerekiyor, dediklerini dikkate aldığımızda bunun ezanda söylenmesi bidat değildir ve hiçbir işkâlı da yoktur.
Her halükarda Şia fakihlerinin çoğunluğu üçüncü şehadeti ezanın cüz’ü kastıyla olmaksızın caiz olduğunu söylemelerinin illeti şudur: yukarıda nakil edilen rivayet mutlak bir şekilde şöyle diyor: “her ne zaman tevhit ve risalet hakkında şehadet verdin Ali bin. Ebi Talip’in velayeti hakkında da şehadet verin”. Bu rivayet şartlı değil, mutlak olduğu için ezanı da kapsıyor, ikameyi de ve ikisini dışındaki durumları da kapsıyor. Bu, bu şehadetin ezanın cüzünden sayılıyor anlamına gelmiyor.
Neticede; “Ali’yen veiyullah” cümlesini ezanda, ikamede ve telkinde söylemek eğer hazreti Ali’nin[20] makamını dikkati nazarda tutarak ezanın cüzündendir kastiyle değil, bilakis kurbet ve teberrük niyetiyle söylenirse hiçbir işkâlı yoktur.
Dikkate şayanıdır ki ehlisünnetin bazı kaynaklarında şöyle yazılmaktadır: müezzin Ömer ibni Hatabı sabah namazından haberdar etmek için onun yanına varmak istiyor, onun yanına vardığında uyuyor olduğunu görünce; “es-Selatu hayrun minen nevm= namaz uykudan daha hayırlıdır” diyor. Ömer bu cümleyi duyunca müezzine bu cümleyi ezana yerleştir şeklinde destur veriyor.[21] Bundan dolayıdır ki ehlisünnet bu cümleyi sabah namazında “hayyi allel falah” cümlesinden sonra bu cümleyi söylüyor.[22] Bu cümlenin sabah namazında söylemelerini meşrulaştıran şey nedir? Acaba onların bu işini, Şia’nın ezanda, ezanın cüzünden saymadan imam Ali’nin velayetine şehadet vermeleriyle mukayese edilmesi doğru mudur?
- Ezanda İmam Zamana (a.f) Şehadet Vermek
Soruda ezanda imam zamana (a.f.) şehadet verme hakkında sorulmuş; zahiren sorunun bu kısmı şu hadisten esinlenmiştir ki şöyle diyor: “her kim imamların (a.s.) ve zamanının imameti ve velayeti üzerinde baki kalırsa…”[23] Ama bu hadis hiçbir şekilde ezanda zamanın imamın imametine şehadet vermeye delalet veya işaret etmiyor. Belki bu rivayet şuna işaret ediyor ki mümin olan bir kimse “Eimmei ethar”ın (a.s.) imameti üzerinde sebat kadem ve bakı kalacaktır.
[1] Tusi, Muhammed b. El-Hasan, “Tehzibul – Ahkam”, Muhakkik ve Musahhih: Musevi Hurasan, Hasan, baskı, 4, Tahran: darul kutubul İslamiye, 1407 kameri, c. 2, s. 60.
[2] Bkz. Subhani, Cafer, “el-İtisamu bil Kitabi ve es-Sünne”, baskı, 1, Kum: müesessei imam Sadık (a.s.) tarihsiz, s. 27.
[3] Kazi Numan b. Muhammed, Temimi, “Deaimul İslam” Kahire: c. 1, s. 142.
[4] Secde 4.
[5] Endeksler: “Manayı Velayet”, soru: 153; “Velayet der Kuran ve Ehli Sünnet”, Soru: 8435.
[6] Fussilet 34.
[7] İbni Manzur, Muhammed b. Mukrem, “Lisanul Arap”, baskı, 3, Beyrut: daru sadır, c. 15, s. 407.
[8] Tevbe 71
[9] Bkz. İbn. Ebi Hatem, Abdurrahman b. Muhammed, “Tefsirul Kuranil Azim”, tahkik: et-Teyyip, Esad Muhammed, baskı, 3, mektebetu nezar mustafa el-baz, 1419 kemeri, c. 2, s. 675.
[10] Meraği Mısri, Şeyh Abdullah, “es-Selafetu fi Emri el-Hilafe”, s. 32-33. El yazı nüshası, Meraği ehlisünnet alimlerindendir. Yedinci asırda yaşamış, kitabi el yazısıyla mevcuttur. Dımışk’ta Zahiriye kütübhanesinde mevcuttur.
[11] Şeyh Saduk, “Men La Yahduru el-Fakihe”, Kum: intişarati camiatu mudderisin, 1413, kameri, c. 1, s. 289-290; “Tehzibul Ahkam”, c. 2, s. 61.
[12] Kuleyni, Muhammed b. Yakup, “el- Kafi”, Muhakkik ve Musahhih: Gaffari, Ali Ekber ve Ahundi, Muhammed, baskı 4, Tahran: darul kitap el-islamiye, 1407 kameri, c. 1, s. 441; Şeyh Saduk, “el-Amali”, baskı, 5, Beyrut: ealemi, 1400, kameri, s. 604.
[13] Araf, 172.
[14] Saffar, Muhammed bi Hasan, “Basairu ed- Deracat fi Fedaili Ali Muhammed, (s.a.a.)”, Muhakkik ve Musahhih; Kuçe Baği, Muhsin b. Abbas Ali, baskı 2, Kum: Mehktebetu Ayetullah el – Meraşi en – Necefi, c. 1, s. 71; Kufi, Farat b. İbrahim, “Tefsiri Farat el- Kufi”, Muhakkik ve Musahih: Kazım, Muhammed, baskı, 1, Taharan: müesessei et – teb ve neşr fi vezareti el irşad el İslamiye, 1410 kameri, s. 148 – 149.
[15] Taberisi, Ahmet b. Ali, “el-İhticac ala el-Lücacc, Muhakkik ve musahih: Horasan, Muhammed Bakır, baskı, 1, Meşhed: neşr Murtaza, 1403, kameri, c. 1, s. 158.
[16] Meclisi, Muhammed Bakır, “Biharul Envar”, c. 27, s. 8; Şeyh Hur Amili, Muhammed b. Hasan, “el – Cevahuru es-Sunniye fil – Ehadisi el – Kudsiye (Kulliyati Hadisi Kudsi)”, baskı, 3, Tahran: intişarati, dihkan, 1380, şemsi, s. 587.
[17] Her ne kadar fakihlerden bir kısım onu ezanın bir cüzünden bilmiş ve söylenmesini müstahap bilmiştir. Bkz. “Biharul Envar”, c. 81, s. 111: Heseyni Şirazi, Seyit Muhammed, “Min Fikhiz – Zehra Aleyhas Selam”, baskı, 1, Kum: teşid, 1428, kameri, c. 3, s. 144. Bahrani, Muhammed Sened, “eş – Şehadetu es – Salise”, Mukarir: Şekeri Bağdadi, Ali, naşirsiz, tarihsiz, s. 43 – 46.
[18] Bkz. İmam Humeyni, “Tvedihul Mesail”, (Muhaşşi), baskı, 8, Kum: defteri intişarati, islami, 1424, kameri, c. 1, s. 519, mesele; 919.
[19] Bkz. Ragib İsfahani, Hasan b. Muhammed, “el Mufredat fi Garibil Kuran”, Tahkik: Davudi, Sefvan Adnan, baskı, 1, Beyrut: darul ilm daruş şamiye dımışk, 1412, kameri, s. 111; Abdurrahman, Mahmut, “Muhcemu Mustelehati ve el-Elfazil Fıkhiye”, naşir yok, tarih yok, c. 1, s. 361 – 362
[20] Bkz. Endeks; “İsbati İmemet-i İmam Ali (a.s.)”, soru; 999; “İspati İmamet-i İmam Ali (a.s.) ez Kuran”, soru 324.
[21] Muvata, bab: “en-Nidau Lisselat”, ibn. Ebi Şeybe, Hafiz Abdullah, b. Muhammed, Musannıf, ibn. Ebu Şeybe fi Ahadisi ve el-Asar, Beyrut: darul-Fikr, c. 1, s. 361 – 362.
[22] Bkz.”Sunen-u Ebi Davud”, babu “keyful Ezan”, hadis; 422; Sunenun Nesaii, Babu “el ezan fi es sefer”, hadis, 629; Sunenu ibn. Mace, babu “bud’ul ezan”, hadsi, 699.
[23] Meclisi, Muhammed Bakır, “Biharul Envar”, Beyrut: muessesei el vefa, 1404, kameri, c. 80, s. 47.