Allah tarafından insanı hidayet edip onu ebedi mutluluğuna ve kemaline kavuştumak için gönderilen dinlerin en kâmili ve en kapsamlısı İslam dinindir. İslam dinini kabul etmemizi gerektiren nedenler aşağıdaki kanıtlar ve delillerdir.
1- İslam dinin kapsamlılığı;
2- İslam dininin öğretilerinin akli salim ile uyum içinde olmaları;
3- İslam dininin dışında kalan dinlerinin olgunlaşmamaları;
4- İslam dışındaki dinlerin tarihlerinin bitmesi ve zaman geçmesiyle tahrife oğramaları;
Bunlar, seçilmiş bir din unvanıyla İslam dininin kabul edilmemizi sağlayan bazı delillerdir.
İslam sözcüğü infial babının mastarı olup "s.l.m." kökünden gelme ve sıhhat, afiyet, her çeşit noksanlık, fesat ve ayıptan uzak anlamındadır. İnfial babı ise aşağıdaki manalara sahiptir: boyun eğme, itaat etme ve hiçbir şekilde itiraz etmeksizin emir ve yasaklara imtisal etmek.[1]
Kemal ve mutluluğa ulaşmak için ilahi dinler silsilesinde İslam dini en kâmil ve en kapsayıcı dindir. Ki bu din insanları hidayet etmek için Allah tarafından gönderilmiş. İslam dinini kabul etmemize neden olan şey aşağıdaki delil ve argümanlardır:
a) Her zaman hak olan din bir tanedir. Her kes hak olan bu dini, kamil bir şekilde tanıyıp ona tabi olmak zorundadır. Kuranı kerim anlayışında sahih ve doğru din İslam dinidir. Onu seçip onun doğrultusunda hayatını tanzim etme zorunluluğu vardır. Kuranı kerim şöyle buyurmaktadır: "Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır".[2] Ustad şehit Mutahari bu noktaya tekit ederek şöyle yazıyor: "…hak olan din her zaman bir tanedir. Herkes onu takip etmek zorundadır. Son zamanda kendilerini aydın olarak nitelendiren bazı kimseler arasında revaç bulmuş olan anlayış ve düşünce -ki şöyle diyor: bütün semavi dinler muteber olma noktasında aynı ve her zaman için geçerli ve hakdırlar- yanlış bir düşüncedir. Allahın peygamberleri arasında her hangi bir ihtilafın ve anlaşmazlığın olmadığı doğrudur…, ama bu söz her zaman hak olan dinler birkaç tanedir ve her kes onlardan her hangi birisi kendisi için seçebilir anlamına gelmemektedir. Bunun tam tersine bu sözün anlamı şudur: insan Allahın göndermiş olduğu bütün peygamberleri kabul etmeli ve bilmelidir ki, bir önceki peygamber bir sonraki peygamberin ve özellikle onların en faziletlisi olan son peygamberin müjdeleycisiydiler. Sonra gelen her hak peygamber de kendisinden önce gelmiş olan peygamberleri tasdik etmiş. Bütün peygamberlere iman etmenin gereksinimi, her zamanın insanı kendi dönemindeki peygamberin şeraitine tabi olmasıdır. Dolayısıyla hatemiyet döneminde Allah tarafından son peygamber vasıtasıyla gönderilen en son şeriate ve düsturlara tabi olmak ve onlarla amel etmek bir zorunluluktur. Bu İslam'ın gereksinimidir; yani Allaha teslim olmak ve göndermiş olduğu resullerin şeraitlerini kabul etmektir… Dinde zorlama olmadığı doğrudur; "La ikrahe fi'd-dini"[3]. Ancak bu söz, her zaman Allahın dini birkaç tanedir ve istediğimiz her hangi birisini seçme hakkına sahibiz anlamında değildir… her zamanda tek bir din haktır. Onun dışında kalan bütün dinler batıldır. Her zaman şeriat sahibi bir peygamber Allah tarafından gelmiş ve toplum onun yaptığı kılavuzluklardan yararlanmak, kendi kanun ve ahkâmlarını -ister ibadetler bağlamında olsun ister ibadetler dışında kalan diğer konular bağlamında olsun- ondan olmakla yükümlüdirler. Bu durum peygamberlerin sonu olan hz. Muhammed'e (s.a.a.) sıra gelinceye kadar devam etti. Bu dönemde Allaha varmak isteyen her kes onun (son peygaberin) dininden yardım dilemesi ve ondan kılavuzluk alması gerekir. Bu bağlamda kuranı kerim şöyle buyurmaktadır: "Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır".[4] İslamdan maksat has bizim dinimiz değildir, bilakis Allaha teslim olmak maksattır denilirse, cevap şudur: doğrudur ki İslam teslim olmaktır ve İslam dini, teslim olma dininin kendisidir. Ancak teslim olmanın hakikati her zamanda bir şekilde idi. Bizim dönemimizde ise onun şekli peygamberlerin sonu olan hazreti Muhammed'in (s.a.a) mübarek elleriyle zuhur bulmuş olan değerli dinin kendisidir. İslam kelimesi zorunlu olarak ona tetabuk etmektedir. Onun dışında hiçbir dine tatabuk etmemektedir. Başka bir beyanla Allaha teslim olmanın gereksinimi Allahın düsturlarını kabul etmektir. Her zaman Allahın son düsturlarına amel edilmesinin gerekliliği çok açık ve nettir. Allahın en son düsturları Onun son peygamberi tarafından getirilen dinin kendisidir".[5]
b) İslam dışında dünyada var olan dinlerin yetersizliği:
Günümüz dünyasında mevcut olan dinlerin sahip oldukları delil ve argümanlarının yetersizliği:
Birinci nokta: maksadımız, (İslam dışında kalan) diğer ilahi dinlerde var olan her şey batıldır ve bu dinlerde hak olan hiçbir söz bulunmamaktadır demek değildir. Bilakis maksadımız, bu dinlerde bazı konular var olmaktadır ki kabul edilmesi imkânsız, (dolayısıyla) bu dinler dinin kâmil olan çehresini açıklamaktan aciz olduğunu söylemek istiyoruz.
İkinci nokta: bu kısa araştırmada günümüz dünyasının en önemli dini olan Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın yetersiz olduklarına kısa bir şekilde değineceğiz. Değer ve muteber olma bağlamında bu iki dinden daha düşük olan diğer dinlerin yetersiz ve değersiz oldukları da anlaşılmış olacaktır.
Günümüzdeki Hıristiyan dininin, hakikatin kamil çehresini açıklamaktan aciz olduğunu isbatlayan deliller;
1- (Hali hazırda Hıristiyanların elinde bulunan) İncil mutevatir ve senedi de kati değildir:
Hz. İsa (a.s.) İsrail oğullarından idi. Dili İbrani ve beytu'l-mukaddeste peygamberlik iddiasında bulundu. O bölgenin insanları da İbrani idi. Az bir topluluk hariç kimse ona iman etmedi. Kendisine iman eden az topluluk hakkında da hiçbir bilgiye sahip değiliz. Ama Yunancayı bilen beytu'l-mukaddes halkından bir kaçı Anadolu şehirlerine dağıldılar ve insanları hz. İsa'nın dinine davet ettiler ve yunan diliyle bazı kitaplar yazdılar. O kitaplara bazı konular yerleştirdiler ve Yunan halkına şöyle dediler: İsa şöyle dedi ve böyle yaptı. Hz. İsa'yı görüp amel ve davranışlarını müşahede eden ve onun dilini bilip sözlerini işiten kimseler Filistin'de idiler ve hz İsa'yı peygamber olarak kabul etmediler. Yunan diliyle yazılanları uydurulmuş olduğunu savunmuşlar. Bu kitapları ve kıssaları kabul edenler ise beytu'l-mukaddesi görmemiş ve ondan uzak idiler. Ne hz. İsayı görmüşler idi ne onun dilini biliyorlar idi. Bunların incilde yazdıkları kıssaların hepsi de yalan olmuş olsaydı onları (yazarları) bu kıssaları yazmaktan alı koyacak hiç kimse yoktu. Onu duyanlar da onları yalanlamak için baş vurabilecekleri her hangi bir ölçü ve yol yok idi.
Örneğin İncil'de şöyle yazılmaktadır: hz. Mesih (İsa a.s.) doğduktan sonra doğudan birkaç Mecusi geldi ve Yahudilerin doğan yeni padişahı nerededir? Diye sordular ve şöyle devam ettiler: onun yıldızını doğuda gördük. Onlar (sorulanlar) Hz. Mesih'in yerini kendilerine göstermediler. Onlar ansızın daha önce görmüş oldukları yıldızı gökyüzünde hareket edip İsa'nın (a.s) içinde bulunduğu eve doğru hareket edip o evin üzerinde durduğunu görünce Hz İsa'nın o evde olduğunu analdılar. Uyduruk olduğu kesin olan böylesine bir öykü ve hikayeyi rezil olacaklarından çekinmeden İncil'de yazmışlar. Beytü'l-mukaddes halkı için İbranice yazmamışlardı, bilakis batılılar için yazmışlardı. Yabancılıkta birçok şey söylenilebilinir. Kesin biliyoruz ki yıldız bilimcilerinin (astrologlar) hiçbirisi hiç kimsenin yaratılmasıyla bir yıldız çıkacak doğan kişinin üzerinde hareket edeceğine inanmıyor. Ne Mecusiler buna inanıyorlar. Hakeza şöyle diyoruz: eski Hıristiyanlar Hz. İsa'nın öldürülmesinde ihtilaf içindeydiler. Bazı İncil kitaplarında Hz. İsa'nın kesinlikle öldürülmediği yazılıyor. Oysaki bir şehirde her hangi birisi öldürülürse çoğunluğun dikkatinden gizli kalamaz. Hele hele öldürülmesi asılarak idam türünden ise kesinlikle gizli kalması imkânsızdır. Ama incili yazan kimseler yabancı ve yabancı bir dille yazmış ve yazarların kendileri de beytu'l-mukaddeste olmadıkları için, Hz. İsa'nın öldürülüp veya öldürülmediğinden haberdar olamamışlar. İncilin yazarları özgür ve hiçbir şeyden çekinmeden maslahat gördükleri her şeyi yazmışlar. Üç yüz yıl Hz. İsa'dan sonra Hıristiyanların âlimleri bir toplantı düzenlediler. Bu toplantıda İncillerde yazılı olan bu tutarsızlıklarını gidermek için kendi aralarında istişare ettiler ve şu neticeye vardılar: yazılmış olan İnciller arasından dört tanesini seçip onlarda yazılmış olan şeylerin doğru, geride kalan sayısı belli olmayan diğer İncillerin, batıl olduğunu ilan ettiler. Diğer İncillerde yazılı olan Hz. İsa'nın öldürülmediği meselesi de böylece resmilikten düşmüş oldu.[6]
2- Hıristiyanlığın yetersizliği hakkındaki ikinci delil:
Günümüzdeki İncil kitabında yer almış olduğu birçok tahrif ve tenakuzlar bizim ikinci dlilimizdir. Konuyla ilgili bilgi edinmek için aşağıdaki kitaplara müracaat ediniz: “Saadet Yolu”[7], Allâme Şa’rani. “İzharu'l- Hak”; Fazıl Hindi. “Kuran ve Diğer İlâhî Kitaplar” Şehit Haşimi Nejad.
3- Hıristiyanlığın yetersizliği hakkındaki üçüncü delil, Hıristiyanların sahip oldukları bazı inançlarının akıl ve mantık kurarlarıyla tezat içinde olmalarıdır. Aşağıdaki inançlar bunun bir kaç örneğidir: oğlan çocuk olan Allaha, Allah insan şeklinde mücessem oldu, insanların günahlarını kendi üzerine alması, çarmıha meselesindeki meşakkatinin tahammülü, işlenmiş günahların kefaretine döndürülmesi.
Yuhanna incilinde şöyle yazılmaktadır: "Allah u Teâlâ varlık âlemini çok sevdiği için biricik ve yegâne oğlunu gönderdi ki insanlar ona iman getirsinler ve ona iman getirerek helak olmaktan kurtulup ebedi hayat kazansınlar. Allah u Teala kendi oğlunu varlık âlemine hüküm etsin diye göndermedi. Allah u Teala kendi oğlunu varlık aleminin onunla kurtuluş bulsun diye gönderdi".[8]
Yahudilik dini hakkında da aynı üç sorun vardır.
Zira ilkin: onlarda da üç nüsha Tevrat vardır:
1- İbranice yazılmış nüsha; bu nüsha Yahudiler ve Protestan âlimleri tarafından muteber sayılmaktadır.
2- Samiri nüsha; bu nüsha samirilerce (İsrail oğullarından bir diğer grup) muteber sayılmaktadır.
3- Yunanca nüsha; Protestanların dışında kalan Hıristiyan âlimleri tarafından muteber sayılmaktadır.
Samirilerin kabul gördükleri nüsha, sadece Hz. Musa'nın (a.s.) beş kitabını ve Yuşa ve kazıların (hakim) kitabını kapsamaktadır. Ahdi atikin diğer kitaplarını muteber görmüyor. Hz Âdem ile Hz. Nuh (a.s.) döneminde gerçekleşen tufan arasındaki fasıla birinci nüshada 1656, ikinci nüshada 1307, üçüncü nüshada 1362 sene olduğu yazılmaktadır. Bu çelişkiye dikkatle her üç nüshanın doğru olduğu kabul edilemez. Dolayısıyla onlardan birisinin doğru olması gerekiyor, Oda hangisi olduğu belli değildir.[9]
İkinci olarak: Tevrat'ta da insan aklının kabul edemeyeceği bazı konular söz konusudur: örneğin; tevrat'ta Allah u Teâlâ insan suretinde olup yol yürüyor ve türkü söylüyor. Yalancı ve aldatıcı bir kimse olarak tarif edilmektedir. Zira (kendilerince Allah) Âdem'e (a.s.) şöyle demişti; iyi ve kötü ağaçtan yersen öleceksin. Oysa Âdem ve Hava o ağacın meyvesinden yediler, ölmediklerini bırakın bir kenara onlar iyilik ve kötülüklerle bile tanıştılar.[10] Tevrat'ta; Allah, hz. Yakup ile güreş tutuğu destanı da zikir edilmektedir.[11]
c) İslam dininin üstünlüğü:
İslam dinini kabul etmemize neden olan delillerden birisi, İslam dinin üstünlüğüdür. İslam dinin üstünlüğünü bir çok açısından açıklayabiliriz.
1- İslam dininin canlılığı ve kalıcı mucizesi: zira bu dinin asıl mucizesi "kuran"dır. Diğer geçmiş peygamberlerin tersine bu dinin mucizesi olan kuran kitap, mantık ve bilgi türündendir. Diğer peygamberlerin mucizeleri ise his edilen edilen şeyler türünden idiler. Bu nedenle sürekli canlıdır ve bağımsız olup özüyle kaimdir. Peygamberin (s.a.a.) hazırda bulunmasına ve Onun (s.a.a.) hayatına has bir şey değildir. Bu nedenle İslam dininin mucizesi kalıcı ve süreklilik özelliğini taşımaktadır. Bunun yanı sıra kuranı kerim, meydan okumak ve insanları mübarezeye davet etmesiyle gün be gün canlılığını ve sürekliliğini ilan etmektedir. "Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin)"[12].
2- İslami'n göksel olan kitabının (kuranın) tahriften korunması: İslam dininde (kuranı kerimde) hiçbir değişiklik ve tahrif gerçekleşmiş değildir. Zira Allahın vermiş olduğu şu sözün; "kuranı ben kendim koruyacağım",[13] yanı sıra peygamberin (s.a.a.) kedisi de şahsen kuranın korunması için dakik bir şekilde özen göstermiştir. Bunun için ilk olarak: daha sonra vahyin kâtipleri olarak bilinen bir kısım sahabeyi tayin etti ve kendilerinden kuranın ayetlerini ve sürelerini yazmalarını istedi. İkinci olarak kendi ashaplarını kuranı ezberlemeye davet ve teşvik etti. Bu nedenle sahabelerin birçoğu peygamber (s.a.a.) daha hayatta iken kuranın hafızları olarak tanınmışlardı. Üçüncü olarak: sahabelerini kuranı okumaya teşvik ediyordu. Bunu yaparken kuranın elfazlarına, tecvidine, kelimelerinin doğru okumalarını ve kuranın kavram ve muhtevasını öğrenmekle yetinmemelerini tekit ediyordu.[14] İşte bu etkenler kuranın, tahrif olunmaktan korunmasına neden oldular.
3- İslam'ın üstünlüğünü ispatlayan üçüncü delil, İslam peygamberinin (s.a.a.) hatemiyet meselesine göstermiş olduğu dikkattir: İslam'ın dini metinleri[15] İslam peygamberinin Allahın son peygamberi olduğunu ve ondan sonra her hangi bir peygamberin söz konusu olamayacağı tekitle vurgulamaktadırlar. Tüm beşeri topluluklarda bir müdürün son düsturları ve son bildirileri amellerinin ve yaşamının nasıllığı için ölçü olarak kabul görülmekte ve zorunlu olarak icra edilmeye tabi tutuluyor. Gelende yeni düsturlarla daha önceki düsturlar kendiliğinden devreden çıkıp ilga olunuyor.
Diğer dinlerin dini metinlerde, peygamberlerinin Allahın son peygamberi olduğu zikir edilmemiştir. Bilakis kendi muhataplarını dolaylı veya dolaysız bir şekilde İslam peygamberinin (s.a.a.) çıkacağını müjdelemişler.[16] Yani bu dini metinler bir anlamda kendilerin getirmiş oldukları şeriatın geçici olduğunu yine kendileri açıklamışlardır.
4- İslam'ın üstünlüğü bağlamında dikkate alınması gereken diğer nokta İslam dinin kapsamlılığıdır: İslam dininin öğretileri insanın bütün boyutlarını; bireysel ve toplumsal, ruhi ve psikolojik, maddi ve manevi yaşamını kapsıyor ve bütün bu boyutlar ile ilgili söz söylemiştir. İslam dininin kapsamlılığını ve bu bağlamda İslam kavramlarının üstünlüğünün anlaşılması için karşılaştırmalı bir çalışma yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada İslam dininin dini metinlerinin ihtiva ettiği muhteva ile diğer dinlerin dini metinlerinin ihtiva ettiği muhteva karşılaştırılmalıdır. Bu karşılaştırmada İslam dininin inançlar, tevhit ve Allahın sıfatları, bireyin ahlakı, toplumun ahlakı; hukuk, iktisat, siyaset, hükümet ve… gibi konularda diğer dinlerden ne kadar farklı ve ne kadar üstün olduğunu göreceksiniz.
5- Beşinci nokta: İslam'ın üstünlüğünü ispatlayan noktalardan bir diğeri, günümüz dünyasında var olan dinler arasında canlı ve muteber tarihe sahip olan din İslam dininin olmasıdır: tarihçiler İslam peygamberinin (s.a.a.) çocukluk dönemini bile en ince ayrıntılarıyla yazmışlardır. Oysaki diğer dinlerin muteber ve geçerli bir tarihi belgelere sahip değildirler. Bu nedenledir ki, bazı batılı düşünürler Hz. İsa'nın (a.s.) varlığında şek etmişlerdir. Eğer Müslümanların kitabı olan kuranı kerim Hz. İsa ve diğer peygamberlerin ismini zikiretmemiş olsaydı Yahudi ve Hıristiyanlığın ve peygamberlerinin, beşeri topluluklarda bu denli resmiyet kazanamaz ve bu denli revaç bulamayacakları kanısındayız.[17]-[18]
Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki index'lere müracaat edebilirsiniz:
Kuran ve manayı İslam ve Müslüman" 665. Soru.
Delaili berteri şia", 277. Soru.
Delaili hakkaniyeti İslam", 275. Soru.
"din ve mesihiyet", 13. Soru.
Delaili tahrifi "ahdeyn", 299. Soru.
[1] "En-nüketü ve el-uyun, (tefsiri Maverdi)", c. 1, s. 379-380.
[2] Ali İmran 85.
[3] Bakare 256.
[4] Ali İmran 85.
[5] "Mecmua-i asar", c. 1, s. 277.
[6] Şa’rani, Eb-ul Hasan, "rah-i saadet", s.187–188; 197–221.
[7] A.g.e.
[8] "Yuhanna incili", 3: 16-17.
[9] "Rah-i saadet", s. 206 - 207.
[10] "Tevrat", sefer-i peydayış, bab; 2 ve 3.
[11] A.g.e., bab 21, ayet, 24.
[12] Bakara 23.
[13] Hicr 9.
[14] "Rah-i saadet", s. 22, 24, 25, 215.
[15] Ahzap 40; sahih-i buhari, c. 4, s. 250.
[16] "Rah-i saadet", s. 226-241; Yuhanna incili, 21: 41.
[17] "Mecmua-i asar", c. 16, s. 44.
[18] 275 sorudan alıntı yapılmış.