Başka bir beyanla, bildiğimiz gibi Allah'u Teâlâ zengin ve ibadetlerimize ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla ibadetlerimiz, "kendimiz ibadetlerimize muhtacız" şeklinde gerekçelendiriliyor. Hal böyle olunca burada şöyle bir soru sözkonusudur: Yapılan bütün ibadetler, zikirler, ameller, Allahın karşısında ayakta durmalar, hamdü senalar zati itibariyle kendimiz için ve birer vesile midir? Doğrusu "ben/kendi" kelimesi beni rahatsız ediyor. Hakikatten ibadetin tatlılığını kaçırıyor. Bilmiyorum... İmamların amelleri ‘de kendileri için miydi? kendi manevi konumlarını yükseltmek için miydi?! Bu (anlayış) iyi değil ve güzel görülmediği gibi insanı da rahatsız ediyor. İmam Ali (a) "Bir grup cehennemden korktuğu, bir grup cennete âşık olduğu ve bir üçüncü grup'ta bizatihi Allah için ibadet ediyor" demiştir. O’nun bu sözünün anlamı nedir?
İlk iki grubun ibadetleri kendileri için olmalı değil mi? Zira onların mertebeleri daha düşüktür, gerçekten böyle ise, Allah zengin olduğu halde, üçüncü grubun durumu ve ibadetlerinin anlamı nedir?
Allah'u Teâlâ, hikmet sahibi olup anlam ve hedefsiz her hangi bir şeyi emretmediği kesin olduğu için, biz insanları, yerine getirmekle mükellef kılıdığı ibadetlerin esersiz olmayıp bazı faydalara haiz oldukları kesindir. Diğer taraftan Allah'u Teâlâ, zati itibariyle zengin ve bu ibadetlere ihtiyacı olmadığı hasabiyle, bu ibadetlerin faydası Allah'ın kendisi için değil, bir başkası (yani ibadet edenin kendisi ve diğerleri) için olması da açıktır.
Bu eser ve faydaların, bizim ibadetlerden beklediğimiz hedefle bir aykırılığı yoktur. Yani her ne kadar kendini yetiştirmiş (tezkiye etmiş) bir insan yanlız Allah için ibadet etse de, bu hedef onun yerine getirdiği bu ibadetten kendisine bir fayda gelmesi meselesiyle aykırılık arz etmez.
Bireylerin ibadet etmekteki hedefleri onların fikir türüne, bilinç ve bilgi derecesine bağlıdır. Marifet ve bilincin zirvesinde yer alan İlahi Peygamber ve Masum İmamlar (a), ilahi ibadet bağlamında en yüksek hedefe sahiptirler. O hedef Rablerinin lütuflarına karşı şükür ve rubübiyet makamına yakışır bir amelde bulunmaktır. Hedefin yüksek olduğu oranda, yapılan ibadetten, ibadet eden kimseye ulaşan faydalar da o kadar fazla ve güzeldir.
Başka bir anlayışla insan, ilahi ve nefsanî olmak üzere iki yönlü bir varlıktır. Bu cihetle insan hakiki ve mecazi olmak üzere iki "ben"e sahiptir. İslami anlayışta insanın, kendi hayvani ve nefsani (mecazi) boyutu doğrultusunda göstermiş olduğu devinim ve çalışması yerilmiş ve kınanmıştır. Gerçek ve hakiki olan "ben" boyutunu yükseltmek doğrultusunda göstermiş olduğu devinim ve çalışması ise, gerçekte Allah için ve Allah yolunda olduğu kabul görülmüştür. İnsan, ibadet etmekle kendi ilahi boyutunu yükselterek, Rabbine yakınlaşmayı hedeflerse, onun ibadetleri tamamıyla Allah için yapılan ibadetle aynı yöne ve istikamete girmiştir. Zerre miktarı kadar bile ilahi istikametten sapmış ve eğriliğe kaymış değildir.
Söz konusu edilen sorunun cevabı iki bölümde incelenebilinir:
Bir: Her ne kadar ibadetlerde bazı eser ve faydalar var ise de, ancak masumlar (a) ibadetlerde var olan faydalara göz dikmiş değillerdir. Onlar yaptıkları ibadetleriyle yalnızca Allah’ı hedeflemişlerdir ve dolayısıyla Allah’ı kendileri için değil, yine Allah için istemişlerdir.
Bu cevabın net bir şekilde açıklanması için bir kaç noktaya dikkat etmek gerekir:
a) İbadetlerde bazı etki ve eserlerinin var olduğu, boş ve faydasız olmadığı açıktır. Zira Allah'u Teâlâ kesinlikle faydasız ve boş şeyleri emr etmez ve onların terk edilmesi için de azabı va'd[1] etmez. Kesinlikle ibadetlerde var olan tesir, Allahın yüce makamına ait kudretinin güçlenmesine ve makamının yücelmesine neden olacak şekilde değildir. Zira Allah'u Taala’nın sahip olduğu makamın fevkinde başka bir makamın tasavvur edilmesi mümkün değildir, bütün insanlar ve yaratmış olduğu diğer bütün yaratıklar, O'nun sonsuz büyüklük denizinin zerrecikleri sayılıyor. O, zati itibariyle zengindir. O'nun için, başkası tarafından telafi edilecek bir fakirlik söz konusu olmadığı gibi, kendisine zarar verebilecek hiçbir kimse de yoktur, halis kulların ibadetleriyle o zarar önlenmiş olsun. Öyleyse bu ibadetlerin tesiri, ibadet eden insanın kendisi, diğer insanlar ve diğer varlıklar içindir.[2] İster bu ibadetler normal insanlar tarafından, ister Masumlar (a.s) tarafından yerine getirilmiş olsun fark etmez. Elbette diğer insanlara oranla Masumlar (a), kendi ibadetlerinden daha fazla fayda alırlar. Zira O'nlar daha kâmil bir bilinçle kendi ibadetlerini yerine getirirler.
b) Fiilin hedef ve gayesi olarak tabir edilen ibadetin eseri, failin (özne) hedefi, yani ibadeti yerine getiren kimsenin niyeti ve gayesiyle karıştırılmamalıdır. Failin hedefi ile fiilin hedefinin aynı olmasını gerektiren hiçbir gereklilik sözkonusu değildir. (Yani) Failin hedefiyle fiilin hedefi birbirinden farklı ve ayrı olabilir.
Bir misalle bu fark daha iyi açıklık kazanır:
Bir hasta için bir ilacın faydalı olduğunu düşününüz. Bu hastanın kendisi sözkonusu olan ilacı içmekten nefret ediyor, kendisine karşı özel saygısı olan hastanın babası da hastadan o ilacın içmesini israrla istiyor, hasta ilacı kendisi için faydalı oluğundan değil babasının kendisinden isteğidiği için içiyor. (Bu misalda görüldüğü gibi) failin hedefi ile fiilin hedefi (birbirinden farklı ve) ikisinin hedefinin aynı olması için bir gereklilik yoktur. (Zira failin hedefi babasının rızası, fiilin tesiri ise hastalığı gidermektir ki bu örnekte hasta da onu gözetmediğini biz farzettik).
Fail ile fiilin hedefi birbirinden faklı olduğu anlaşıldıktan sonra şöyle diyoruz: Her ne kadar Allah'u Taala herkesten daha çok şakir (amellerin karşılığını veren) ve hiç bir ameli karşılıksız bırakmayan ise de, bazı insanlar vardır ki, eğer Allah'a yapılan ibadetlerden hiçbir fayda kendilerine kavuşmayacağını kesin bilseler dahi, yine Allah'a ibadet etmekten el çekmezler. Zira onlar bu ibadeti, Allah'u Taala onlara emr ettiği için yerine getiriyorlar. Biz imamlarımızın bu tür insanlardan olduğuna inanıyoruz.
c) İbadi olan bir amelin, derece bakımından tesiri ve faydasının ne kadar olduğunu, onu yapanın (öznenin) o amelden hedeflediği gayenin kendisi belirler. Yani failin niyeti ihlâslı olduğu oranda, fiilin hedefi ve işlenen ibadi amelin faydası da o kadar geniş ve iyidir. Gerçekte her hangi bir amel, Allah için yapılmadığı sürece bir etki ve sonuca sahip olamaz. Yani bir amel ancak Allah için yapıldığı zaman etkili olur. Elbette bir amelin Allah için olmasının da aşama ve dereceleri vardır. (Şöyle ki); “Bir grup cennet'e âşık olduğu, bir grup cehennemden korktuğu, bir diğer grup ise, Allah'ı ibadete layık görüp O'na karşı şükrü yerine getirmek için Allaha ibadet ediyor. Birinci grubun ibadeti tacirlerin ibadetidir (ibadetleri alış veriş türündendir, dolayısıyla fazla bir değeri yoktur ve faydası da azdır), İkinci grubun ibadeti ise köle olan kimselerin ibdeti türündendir, (korku için yapılan bir ibadettir ve dolaysıyla fazala bir değeri yoktur yine faydası da azdır). Üçüncü grubun ibadeti ise, hür ve özgür olan kimselerin ibadetidir. (Dolayısıyla çok değerli ve faydası da oldukça fazladır).[3]
Bu söz Hz. Ali’nin (a) çok değerli sözlerindendir adeta failin (ibadetten hedeflediği) hedefine işaret etmektedir. Elbette bir insanın cennete gitmek veya cehenneme gitmemek gayesiyle yaptığı ibadeti onu, ilahi gayeden uzaklaştırdığını göstermez. Zira sonuç itibariyle insanın cennete gitmesi Allah'ın istemiş olduğu bir şeydir. İbadi amellerin doğal eseri de takva cevherini kazanıp onun ışığında cennete gitmektir. Elbette insan, “Allah'ı, Allah için isteyecek” aşamaya varmalıdır.
Tarikatın hilafınadır ki evliya,
Temenni etsin Allah'tan, Allahın gayrisini,
Dost'tan gözün ihsanında ise,
Sen kendinin esirisin, dostunun değil..[4]
Hatırlattığımız gibi yalnız Allah için yapılan ibadetlerin fayada ve etkisi, ibadet eden kimsenin kendisine kavuşarak onun, ilahi yakınlığa (kurb-i ilahi) ve rizvan (rizayet) makamına ulaşmasına sebep olur. Elbette o bu fayda ve eserleri ele geçirmek için ibadet etmemiştir. Böyle bir makama kavuşmuş olan kimse, ibadet etmeyi âşık olduğu ma'buda giden yol olarak algılar[5] ve ma'şukuna kavuşmak dışında hiçbir şeyi kendi beyninde canladırmaz. Hatta (bazen âşık kendi maşuku bağlamında) öyle yerlere varır ki, kendisi için hiçbir şey istemez. Aşık kendi varlığını kendi maşuku için feda eder. Baba Tahır bu bağlamda şöyle söylemştir:
Biri dert peşinde diğeri derman,
Biri kavuşma peşinde diğeri hicran,
Ben ne dert ve ne derman, ne kavuşma ve ne hicran.
Cananın kabul ettiğini kabul ederim ben.[6]
İki: Diğer bir cevap ise şöyledir: İnsanın, ilahi ve nefsani olmak üzere iki boyutu vardır; birisi için “hakiki ben” diğeri için “mecazi ben[7]” tabirini kollaniyorlar. İslamda kınanmış ve kendisiyle mucadele edilmesi cihad-i ekber (büyük cihad) olarak algılanmış olan “ben”, mecazi olan “ben” ve onun istekleridir. Eğer Kur’anı Kerim’de hüsran ve ziyanların en büyüğu, insanın kendisini ziyan etmesi[8] olduğu zikir edilmiş ise, maksat gerçek “ben”i yitirmek ve ziyan etmektir.
Kur’anı Keriminde şöyle buyurulmuştur: “Allah’ı unutuklarından dolayı Allah’ta onlara, kendlerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız”.[9] Bu ayette sözkonusu edilmiş olan "kendi" hakiki ve gerçek “kendi” ve "benlik"tir. Yani insan, sözkonusu olan gerçek ve hikiki “ben”i Allah’ı tanıdığı zaman ancak tanıyabilir. Dolayısıyla, hakiki ve gerçek olan “ben”in şühüd edilmesi hiçbir zaman Allah’ı şühüd etmekten ayrı değildir.[10] Bu “ben” ile mücadele yapılmaması olumlu olmanın yanı sıra onun aziz ve değerli olduğunu bilmek gerekir. İnsanın, toplum içinde kendi itibar ve saygısını tehlikeye sokacak türünden olan bir eylemde bulunamamasının hikmeti de burada yatmaktadır.[11]
Şehid Mutahhari’nin tabiriyle “Allah’a teveccüh etme şeklinde olan ibadetin ruhu ve hakikati, kendi gerçeğini ve hakikatini bulmaktır. İnsan gerçek ve hakiki benliğini ibadet ve Allah’a teveccüh etmekle bulabilir.[12]
Herhalukarda insan yaptığı ibadetlerle kendi ilahi boyutunu yükseltmeyi, Allah’a yakınlaşmayı ve ibadetlerini bu niyetle yerine getirmeyi hedefliyorsa, yerine getirdiği ibadetler tamamiyle (kendi ilahi boyutunu yükseltmek geyesiyle olsa bile) Allah’a yapılan ibadetlerle ayni istikamete girmiş ve zerre miktarı kadar haktan sapıp inhirafa kaymış değildir. İşte Masumların (a) ibadetleri bu tür ibadettendir. Biz insanlar da Masumlara (a) tabi olup kendi ibadetlerimizi bu istikamete koymak için çalışmamız gerekir.
Bu bağlamda insan bencil olmalı ve kendini istemelidir. Yani kendi ilahi değerlerini tanıyıp sevmeli, onları güçlendirecek istikamete sokarak etkisizleştirmemelidir. Zira bu anlamda bencil olmak ve kendini istemek kendi ilahi boyutunu sevmektir. Öyle ise İslam’da kınanmış ve kötülenmiş olan şey hayvani, nefsanî ve maddesel bencilik anlamında olan kendini istmemektir. Ama ilahi byutunu yükseltmek uğruna çalışmak, kelimenin hakiki anlamıyla Allah yolunda ve Allah için çalışmaktır. Bu yüzden, başka birisinin yerine hacc ibadeti yerine getirmek için vekil olmuş bir kimsenin hedefi, kendi hakiki benliğini[13] yükseltmek olsa bile, onun bu hedefi ve niyeti kınanmamakla kalmayıp medh bile şayandır.
[1] Kibirlerine yediremeyip bana ibadet etmeyenler aşağılanmış bir durunda cehenneme gireceklerdir. Mü'min 60.
[2] Kur'anı Kerim ve rivayetlerde ibadetlerin eserlerine işaret edilmiştir. Örneğin Kur'an Kerim, orucun felsefesi ve faydası hakkında şöyle diyor: لَعَلَّکُمْ تَتَّقُونَ...takva sahibi olacağınız umulur diye...(bakara 183). Hz. Sıddika'i Kubra Fatimet'üz Zehra (s.a), namazın, terbiye edici ve tevazu’u fazlalaştıracak şeklindeki faydalarına işaretle şöyle buyuruyor: "insanlar mutevaz'i ve... olsunlar diye Allah Taala namazı farz kıldı". (Bihar-ül Envar, c, 82, s. 209, Mizan-ül Hikme, c 5, s 375). Aynı delilden ötürü "ibadet insanı eğiten bir mektepdir" denilmektedir. Doğal olarak bireyin islah sonucu toplum da islah olur. İbadetlerin eser ve faydaları hakkında daha fazla bilgi edinmek için Abdullah Cevadi Amuli'nin "Hikmet-i İbadat (ibadetlerin hikmeti)" adıyla kaleme aldığı çalışma siz okuyucu kardeşlerimize tavsiye ediliyor.
[3] Nehcü-l Belaga, 237. Hikmet.
[4] Hilaf-i tarikat bud ki, evliya
Temenna kunend ez huda cüz huda
Ger ez dost çeşmet bı ihsan-ı ust
To der bend-i hişi, ne ben dost. Sa'di.
[5] Allah’ın Resülü (s.a) şöyle buyurmuş: ibadete aşık olup ona sarılan, ibadeti kalbiyle seven, vucüdüyla ibdeti hisseden ve ibadet için özel vakit ayıran bir kimse en faziletli insandır. Böyleli bir insan için dünya önemli değil, Artık dünya hayatı kendisi için ister zor ister kolay olsun fark etmez. El-Kafi, c 2, s 83.
[6] Yeki derd, diğeri derman pesended
Yeki vesl, diğeri hicran pesended
Men ez derman, derd, vesl ve hicran
Pesendem an çıra canan pesended.
[7] Bu “benin” de aşamaları vardır. Bencilikten başlayıp ruhsal kumpleksle sonuçlanıyor. Daha fazla bilgi edinmek için “İnsani Kamil”e bakınız. Murtza Mutahhari, s 225-226.
[8] Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kiyamet günü hem kendileirini hem ailelerini hüsrana sokanlardır. Zümer 15.
[9] Haşr 19.
[10] İnsan-i kamile, s 236.
[11] Daha fazla bilgi edinmek için “İnsan-i Kamil”e müraca edin. s 224-225.
[12] A,g,e. s 237-238.
[13] Bu durumda her ne kadar ibadetlerin sevabı adına amel yapılan kimseye ait ise de, ama riya ile karıştırılmamış ve Allah’a yakınlaşmak için yapılan ibadetlerde eğitici birçok eser bulunmaktadır. Bu durumda vekil alınmış kimsenin niyet ve hedefi aşağıdaki şeylerden birisi olabilir.
1-sadece eğitici eserlere kavuşmak.
2-yalnız ücrete kavuşmak.
3-her ikisine kavuşmak.
İkinci halet işkâllıdır diye zihne gelebilir. Ama külli bir şekilde, böyle bir hükümde bulunmak doğru değildir. Zira doğrudur ki, vekil olan kimse bu ibadetten, ibadetin eğitici eserlerini hedeflememiştir. Ancak eğer o, bu ücreti almakla kendi maddi ihtiyacını gidererek, başkalarına el açıp, dilencilik yapmaktan kurtulmayı hedeflemiş ise, yine hakikatini ve kendi gerçek benliğini korumuştur. Bu durumda bile kendi hakiki benliğini bulması için ibadetin tesiri olmuştur. Yani bu durumda bile ibadet eğiticilik eserine sahiptir. (dikkat ediniz ki, ücretin kendisi benim Allah’a yaklaşmama sebeb olmuştur. Ama benim niçin ücret peşinde olduğum hakikatinin tek başına başka saik ve sebepleri olabilir. Dolayısıyla ölen kimse adına vekillerin yerine getirdiği ameller için ücret almaları zati itibariyle ne ibadetlerdeki kurb/yakınlaşmak niyetiyle ne insanın hakiki benliğiyle çelişki içinde değildir).