Please Wait
15631
Geçmişte ve günümüzde Şiinin ittiham altında olduğu konulardan biri (Şii düşmanlarının iddialarına göre) Şiinin sahabeye karşı olan kinini içinde gizlediğidir. Ancak bu, yersiz töhmetten başka bir şey değildir. Zira Şii sahabeyi şeriatın taşıyıcıları ve onun tebliğcileri olarak görmektedir. Kur’an buyuruyor: ‘Muhammed Allah’ın resulüdür; Onunla beraber olanlar kafirlere karşı şiddetli ve kendi aralarında merhametlidirler. Onlar hep rüku ve secde halindedirler…’ Masum İmamlar’da sahabeyi methetmişlerdir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: ‘Ben Hz. Muhammedin ashabını gördüm, hiç birinizi onlar gibi görmüyorum. Saçları karmaşık ve yüzleri tozlu olarak sabahlarlardı. Akşamdan sabaha kadar secde ve kıyam halinde ibadet ederlerdi.’ İmam Seccad’da (a.s) onlara çok dua ederdi.
Kısacası Ehl-i Beyt Mektebinin inancı şudur: Sahabelerin durumu adalet yönünden başkaları gibidir. Onların içinde adil olanda var, adil olmayanda. Bir süre Peygamberin (s.a.a) yanında olmak demek her zaman adil olunacağı manasına gelmez. Resul-u Ekrem’in (s.a.a) sireti onların hal ve davranışlarında görülmediği sürece bu birlikteliğin adalette bir etkisi yoktur. Dolayısıyla ölçü, siret ve ameldir. Amelleri İslami ölçülere uygun olan kimse adil, bu ölçülere muhalif olan ise adil değildir. Bu görüş hem Kur’an ve sünnete uygundur, hem de tarihi gerçeklere. Ayrıntılı cevap bölümünde de getirdiğimiz tarihi deliller bu sözümü desteklemektedir.
Geçmişte ve günümüzde Şiinin ittiham altında olduğu konulardan biri (Şii düşmanlarının iddialarına göre) Şiinin, sahabeye karşı olan kin ve nefretini içinde gizlediğidir. Bu töhmeti gerçekci bir şekilde ve her türlü taasuptan uzak kalarak ele aldığımızda onun hakikat olmadığını göreceğiz. Zira Şii’nin Allah Resulü (s.a.a) ve değerli ashabına karşı tam bir saygısı vardır. Risaletin ve ilahi nurun taşıyıcılarına karşı nasıl kin güdülebilir? Onlar, Resul-u Ekrem’in (s.a.a) destekçisi ve savunucusu, Onun uğrunda cihad edenlerdir. Allah’ın methettiği ve haklarında ‘Muhammed, Allah'ın peygamberidir; onunla beraber bulunanlar, kafirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler; onları görürsün ki rüku etmekteler, secdeye kapanmaktalar. Allah'tan lütuf ve hoşnutluğunu dilemek isterler; yüzlerinde, secde eserinin alametleri görünmededir ve bu onların Tevrat'taki vasıflarıdır. Onlara ait bu vasıflar, İncil'de de var; adeta ekilmiş bir taneye benzer ki filiz vermiştir, derken filizi kuvvetlenmiştir, derken kalınlaşmıştır da dümdüz boy vermiştir, gövdelerine dayanıp yücelmiştir; ekincileri şaşırtır, sevindirir. Böylece Allah kafirleri, bununla kızdırıp yerindirmek ister. Allah, onlardan inananlara ve iyi işlerde bulunanlara mağfiret ve pek büyük bir mükafat vaad etmiştir.’[1] diye buyurduğu kimselere kin gütmek mümkün müdür?
Onlar Allah ve Resulü’ne yardımcı olmuş, Allah’ın dininin ihya etmiş, islam devletinin temellerini atmış ve cahiliyeti ortadan kaldıran kimselerdir.[2]
Şiilerin büyük imam ve rehberi Hz. Ali (a.s), Peygamberin (s.a.a) ashabı hakkında şöyle buyurmaktadır: ‘Ben Hz. Muhammedin ashabını gördüm, hiç birinizi onlar gibi görmüyorum. Saçları karmaşık ve yüzleri tozlu olarak sabahlarlardı. Akşamdan sabaha kadar secde ve kıyam halinde ibadet ederlerdi. Alınlarını ve yüzlerini Allah’ın karşısında toprağa sürerlerdi. Meadın korkusundan öylesine huzursuzdular ki sanki ateşin üstündeymiş gibiydiler. Alınları uzun secdelerden dolayı (keçilerin dizlerinin nasır bağladığı gibi) nasır bağlamıştı. Allah’ın adı geldiğinde öyle bir ağlarlardı ki, yakaları ıslanırdı, verilecek cezanın korkusundan veya ümit ettikleri mükafattan dolayı şiddetli rüzgarda titreyen ağaçlar gibiydiler.[3]
Yine şöyle buyuruyor: ‘Hak yolunda yürüyen ve hak üzere ölen kardeşlerim neredeler? Nerede Ammar? Nerede Teyhan’ın oğlu? Nerde Zü’ş şehadeteyn? Birbirleriyle onlar gibi fedakarlık etmede ahdeden, başları Allah yolunda bedenlerinden ayrılıp zalimlere gönderilen kardeşler neredeler? (Hutbenin ravisi Nevf diyor ki: Burada İmam (a.s) mübarek sakalını avcuna alıp uzun süre ağladıktan sonra şöyle buyurdu:) Yazık! Kardeşlerim Kur’an okudular ve ona göre hüküm verdiler, ilahi farzlar üzerinde düşündüler ve onlara amel ettiler, ilahi sünnetleri yaşattılar, bidatları yokettiler, cihad davetini kabul ettiler, rehberlerine güvenip Onun peşinden gittiler.’[4]
İmam Seccad’da (a.s) Peygamberin (s.a.a) ashabına Sahife-i Seccadiye’de aktarılan duasında şöyle buyuruyor: ‘Allah’ım! Yeryüzü ehlinden peygamberlere tabi olanları; düşmanlar yalanlamalarıyla peygamberlere karşı çıktıkları zaman peygamberleri gıyaben (kalben) doğrulayanları; iman hakikatleriyle onlara gönül verenleri; Adem’den Muhammed’e -Allah’ın salat ve selamı ona ve soyuna olsun- kadar her asır ve zamanda o asrın insanları için delil olarak gönderdiğin hidayet imamlarına, takva ehlinin önderlerine -hepsine selam olsun- uyanları kendinden bir mağfiret ve rızvanla an.
Allah’ım, özellikle de Muhammed’in ashabından, sahabiliği bilip hakkını eda edenlerin, ona yardımda güzel bir imtihan verenlerin, onu destekleyip himaye edenlerin, koşarak elçiliğine inananların, davetini kabulde yarışıp öne geçenlerin, Rabbinin mesajlarını duyururken kendisine icabet edenlerin; dâvâsı uğruna eşleri ve çocuklarından ayrılanların, nübüvvetini sağlamlaştırmak için babaları ve oğullarıyla savaşıp onun bereketiyle zafere ulaşanların, gönüllerinde onun sevgisini besleyerek bu sevgiyle asla zarara uğramayacak bir ticaret umanların, onun kulpuna yapışınca kabilelerinden dışlananların, ona yakınlık gölgesinde yer alınca akrabalıklarından çıkarılanların, Allah’ım, bunları senin için ve senin yolunda kaybettiklerini unutma! İnsanları senin (dininin) etrafında topladıkları, Resulünle birlikte sana davet ettikleri için hoşnutluğunla onları hoşnut et. Senin yolunda kavimlerinin memleketini terkettikleri, geçim bolluğunu bırakıp geçim darlığına katlandıkları için onları ve dinini yüceltmek için sayılarını çoğalttığın mazlumları mükâfatlandır.
Allah’ım, onları (ashabı) güzellikle izleyip, “Rabbimiz bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla.” (Haşr/10)…diyen tabiîne de en iyi mükafatını ver.’[5]
Yine Şii fakihlerde sahabenin özel bir makam ve mevkiye sahip olduklarına inanmışlardır. Şehid Sadr (r.a) şöyle diyor: ‘Sahabe, mümin öncüler, ışık tutanlar, İslam ümmetinin ilerlemesi için en iyi ve en salih kaynaktır. Öyleki insanlık tarihi Peygamberin yetiştirdiği dostlarından daha inançlı, daha üstün, daha seçkin ve daha temiz bir nesil yazmıyor.’[6]
Evet bu konuda bizimle Ehl-i Sünnet arasında görüş ayrılığı var. Bunun nedeni biz, Kur’an’dan yola çıkarak Peygamberimizin sahabesini ve Onunla (s.a.a) beraber yaşayanları birkaç gruba ayırıyoruz.
1- Öncü grup: (Muhacirlerle ensardan ilk olarak inanmada ileri dereceyi alanlarla iyilikte onlara uyanlara gelince: Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır ve onlara, kıyılarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır, orada ebedi kalır onlar. Budur en büyük kurtuluş ve saadet.)[7]
2- Ağacın altında biat edenler: (Ve andolsun ki Allah, ağaç altında, seninle biatleştikleri zaman, inananlardan razı olmuştur da onlara sükun ve huzur indirmiştir ve onlara pek yakın bir fethi mükafat olarak da vermiştir.)[8]
3- Fetihten önce cihad edip, infak edenler: (Sizden, fetihten önce mallarını harcayan ve savaşan, başkalarıyla bir değildir; onların, fetihten sonra mallarını harcayan ve savaşanlara karşı derece bakımından pek büyük bir üstünlükleri var; ve hepsine de Allah, güzel mükafatlar vaadetmiştir ve Allah, ne yapıyorsanız, hepsinden de haberdardır.)[9]
Kur’an-ı Kerim bu yüce ve üstün zatların karşısında onlarla aralarında büyük farkları olan başka kimseleri de zikretmektedir. Aşağıda onların kimler olduğunu getiriyoruz:
1- Münafıklar.[10]
2- Peygamberinde tanımadığı gizli münafıklar.[11]
3- Zayıf imanlı ve kalplerinde hastalık olanlar.[12]
4- Fitnecilerin sözlerine kulak asan zayıf yapılı insanlar.[13]
5- İyi ve kötü amelleri olanlar.[14]
6- Mürted olma sınırına gelenler.[15]
7- Sözleriyle amelleri bir olmayan fasıklar.[16]
8- Kalplerine iman girmeyenler.[17]
Bu saydıklarımızın dışında da bazıları hakkında zikredilen kötü sıfatlar vardır. Ayrıca sahabenin içinde öyleleri vardı ki, akabede geceyle Peygamber Efendimize (s.a.a) suikast düzenlemişlerdi.[18]
Buna göre Şiinin sahabe hakkındaki görüşünü şöyle özetleyebiliriz:
Ehl-i Beyt mektebine göre sahabede diğer insanlar gibidir; onların içinde adil olanda var, adil olmayanda. Sahabe olan herkes adil olacak diye bir kural yoktur. Allah Resulünün (s.a.a) siret ve davranışları bir kişide görülmediği sürece sahabe olması onu adil yapmaz.
Öyleyse ölçü, ameldeki hareket ve davranışlardır. Amelleri İslami ölçülere uyan herkes adil, uymayanlar ise adil değildir. Daha öncede söylediğimiz gibi bu görüş Kur’ana ve nebevi sünnete mutabık olan görüştür. Malik b. Nuveyre gibi büyük bir sahabeyle onu katledip aynı gece karısıyla yatan arasında neye ve hangi mantığa göre eşit sayıp her ikisinede sahabe diyebiliriz?
Velid b. Ukba gibi şarap içene sahabe diye nasıl yandaşlık edebiliriz veya İslam hükumetini diktatörlüğe çeviren, ümmetin salihlerini öldüren ve şer’i imam ve halifeye (Ali b. Ebitalib) savaş açanı nasıl savunabiliriz?
Ammar b. Yasir’le asilerin reisini sırf her ikiside sahabidir diye eşit görmek doğru mudur? Hemde Peygamber (s.a.a) ‘Ammar’ı zalim ve azgın bir grup öldürecektir.’ diye buyurduğunu bildiğimiz halde.
Hangi akıl sahibi böyle bir şeyi yapabilir? Yaptığımızı farzedersek, o zaman İslam’dan geriye, sahabe olma bahanesiyle zorbaların ve zalimlerin yaptıklarına kılıf bulmaktan başka bir şey kalır mı?
İslam dini, nerede ve ne zaman yaşarsa yaşasın suçlu ve doğru yoldan sapmışlarla karıştırılmaktan daha aziz ve üstündür. Bizim inancımız budur ve bu konuda kimseye iltifat etmeyiz, çünkü hak uyulmaya ve açıklanmaya daha layıktır.
Ehl-i sünnet kardeşlerimizden soruyoruz: Siz, üçüncü halife Osman’la onu öldürenleri eşit mi kabul ediyorsunuz? Eğer eşit iseler neden Hz. Ali’ye bu kadar saldırıda bulunuldu? Osman’ın kanını alma bahanesiyle neden Cemel ve Sıffin savaşlarını açtılar? Bu iki grup eşit değillerse, ona karşı gelenlerle, onun öldürülmesine yardım eden -nerede kaldı ki yardım edenler- kanun ve şeriattan çıkmış sayılıyorlarsa bu sahabenin adil olmadığının göstergesidir. Öyleyse Şiilerin görüşü başkalarının görüşü gibi olduğu halde neden onlara saldırılıyor?
Dolayısıyla Şia’ya göre adaletin ölçüsü yüce peygamberin (s.a.a) siretine sarılmak ve Onun (s.a.a) sünnetine Onun (s.a.a) yaşamında ve vefatından sonra bağlı olmaktır. Kim bu yolda olursa ona saygı gösterir, onu takip eder ve ona Allah’tan mağfiret ve yüce makamlar dileriz. Bu yolda olmayanları ise adil bilmeyiz. Örneğin sahabelerden ikisi Peygamberin (s.a.a) eşlerinden biriyle ordu hazırlayıp Basra’da Peygamberin (s.a.a) şer’i halifesi Ali b. Ebitalib’e karşı Cemel savaşını açtılar. Bu savaşta binlerce Müslüman öldürüldü. Şimdi soruyoruz: Bu kanların dökülmesi, bu savaşın açılması caiz miydi?
Ya da Resulullah’ın (s.a.a) sahabesi sıfatında olan birisi Sıffin savaşını açıyor ve bu savaşta yaşla kuru bir arada yanıyordu. Biz, bu savaş dine aykırı, şer’i imam ve halifeye saldırıdır, diyoruz. Bu gibi ameller kişilerin sahabe olmalarıyla uyuşmaz. Şii ile diğerlerinin ihtilaf ettiği temel nokta budur. Dolayısıyla burada söz konusu olan küfür etmek, lanet etmek vb. şeylerin olmadığı bellidir.
[1] - Fetih/29
[2] - Adalet-i Sahabe, s.14 (Mecma-i Cihani-i Ehl-i Beyt (a.s))
[3] - Nehc-ul Belağa, s.144, 97. Hutbe
[4] - a.g.e. s.164, 182. Hutbe
[5] - Sahife-i Seccadiye, s.42, İmamın Peygamberlere tabi olanlara duası
[6] - Mecmua-yı Kamile, No:11, Velayet konusu, s.48
[7] - Tevbe/100
[8] - Fetih/18
[9] - Hadid/10
[10] - Münafikun/1
[11] - Tevbe/!01
[12] - Ahzab/12
[13] - Tevbe/45-47
[14] - Tevbe/102
[15] - Âl-i İmran/154
[16] - Hucurat/6; Secde/18
[17] - Hucurat/14
[18] - Abdul Hüseyin Şerefuddin, Füsul-ul Mühimme, s.189