Please Wait
5979
Hakeza! Peygamberin (s.a.a.) tüm varlıkları İmama aittir. Muhammed b. Yahya Ahmet b. Muhammed'den, o da Ömer b. Şimr'den, O da Cabir'den, Cabir de Eba Cafer'den şöyle naklediyor: Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Allah u Teâlâ Âdem'i yarattı ve dünyayı mülk olarak Ona verdi. Adem'e ait olanın tümü Allah ın peygamberine aittir. Allah ın peygamberine ait olan ne varsa Muhammed'in ali'nden olup imamlara aittir".
Şia inancına göre peygamberden (s.a.a.) sonra ilk imam hz. Ali (a.s.)dir. Buna göre fedeki isteme hakkı hz. Fatma'ya değil hz. Ali ye ait idi. hz. Ali ise bu istekte bulunmadı ve bununla da yetinmeyerek şöyle buyurdu: "eğer ben istesem has bal’a, buğday'a ve ipekli kumaşlara ulaşmanın yolunu bilirim, ama nefsimin arzularının bana galip gelip tama yüzünden beni yiyeceklere doğru çekmesi imkânsızdır. Hicaz ve Yemamede hiçbir zaman karınlarını duyurmamış ve bir lokma ekmek ellerine geçmeyen insanlar var olması ihtimali bulunduğu halde ben bunu nasıl yapabilirim".
Yapılan iki işkâlın her birisinin iki farklı cevabı vardır. Birinci işkâla karşı şöyle denilmeli:
1. Kadının topraktan (taşınmaz mülk) irs götüremesini nefiy eden rivayetler kadının kendi kocasının malından irs götüremesiyle alakalıdır. Kızın kendi babasının veya başkasının malından götüremiyor ile yakından veya uzaktan hiçbir irtibatı yoktur.
2. Şia ve Sünni rivayet ve tarihi nakillere göre fedek arazısı, peygamberin (s.a.a.) kendi kızı Fatma'ya hediye etmiş olduğu bir topraktır. Eğer burada irsten bahis edilmiş ise sadece muhalif olanları kani etmek ve onları susturmak içindir.
İkinci işkâlın cevabı ise şöyledir:
1- Söz konusu olan rivayetlerin anlamı zahiri olarak insanlar mal sahibi olabiliyor anlayışını nefiy etmek anlamında değildir; zira böyleli bir durum söz konusu olursa fıkıhsal olan birçok hüküm, bir biriyle tezat teşkil eder konuma düşer. Bu rivayetlerin zahirinden anlaşılan hakikat şudur ki; Bu rivayetler genel velayeti gerçek bir şekilde Allah’a ait olduğunu ve Allahın hükmüyle de peygambere ve imam’a ait olduğunu ispatlıyor. Çok açıktır ki, bu velayet ve ihtiyar sahibi olmak merhale bakımından zahiri velayettin çok üstündedir. Belki de zahiri velayet bunun dikeyinde yer almaktadır.
2- Acaba peygamberin (s.a.a) mahiyetine verilmiş ve Onun sahip olduğu maldan bir kısmını kendi kızına hediye ederse bir çelişki mi meydana gelir? Yoksa İmam bu bağışa razı mı olamıyor?
İrs ile ilişkin sorulan sorulara iki esaslı cevap verilir:
1- Küleyn'inin "kafi" adlı eserinde mezkur bab’da zikir edilen rivayetler kadının kendi kocasının malından irs götürme konusuyla alakalıdır. Kızın kendi babasından veya başka yerlerden irs götürme konusuyla yakından veya uzaktan her hangi bir alakası yoktur. Söz konusu kitabın kendisinde birçok rivayette vardır ki, çocuğun irsi konusuyla alakalıdır. Bu rivayetler kız çocuğun babasnın tüm mallarından irs götürebilir şeklinde hükümler açıklamaktadır. Örnek babından iki rivayeti aşağıda zikrediyoruz:
a) Hamza b. Hamran şöyle diyor: imam Sadıktan (s.a.a) şöyle sordum: Allahın Resulün’den kimler irs götürdüler? O hazret şöyle buyurdu: “Ev eşyası olmak üzere peygamberin neyi var idi ise hepsini Fatma (s.a.) irs olarak götürdü.”[1]
b) Başka bir rivayette de şöyle buyuruyor: Seleme b. Muhriz bir rivayette hz imam Sadıktan (a.s.), vefat edip dünyadan giden ve kendisinden sonra bir kız çocuk bırakmış bir kimse hakkında sordum diyor: O hazret "vefat edenin tüm mülkünü kendisinden sonra bırakmış olduğu kızına verilmesini"[2] istedi.
2- Şiaların inancı gereğince: Hz. Fatma'dan (s.a.) gasp edilen şey peygamberin kendinden sonra bıraktığı irs kısmından değildi. Bilakis Peygamber (s.a.a.) vefatından önce yani daha hayatta iken fedeki kendi kızı hz. Fatma’ya hediye olarak vermişti. Elbette bu sadece Şialar tarafından iddia edilen bir iddia değildir. Belki ehlisünnetin birçok muteber kaynak kitaplarında ve rivayetlerinde de zikredilmiştir.[3] Söz konusu kitaplarda fedek Peygamber (s.a.a) tarafından hz. Fatma'ya (s.a.) verildiği rivayet edilmektedir. Örneğin “şevahidu et-tenzil” kitabında, ebu Said-i Hudri’den şöyle nakledilmektedir: akrabalarının hakkını ver anlamında olan şu ayet “ati zal kurba hakkehu”[4] nazil olduğu zaman hz. Peygamber Fatma’yı çağırdı ve fedek-i kendisine vererek şöyle buyurdu: bu Allah ın sana ve çocuklarına vermiş olduğu bir paydır”.[5] Bu nedenledir ki, eğer konuyla alakalı irsin sahihliğinden bahis ediliyorsa sadece muhalifleri ikna etmek ve onları sustumak içindir. Zira cedelsel metot muhaliflere karşı bazen faydalı geliyor. Hz. Fatma da (a.s.) faydalı olur babından cedel metoduna baş vurmuştur. Yoksa fedek irs türünden bir mal değil bilakis Peygamber tarafından kendisine ve çocuklarına hediye edilmiş bir mal idi. İkinci işkâlın cevabında şöyle diyoruz:
1- Kafi adlı kitapta[6] “yerin tümü imama aittir” şeklinde rivayetler var olmaktadır. Bu rivayetler yerin tümünün sahipliğini Peygambere (s.a.s) ve daha sonra İmama ait olduğunu tespit etmektedirler. Burada akla gelen soru şu: Acaba Peygamber (s.a.s) veya İmam kendi mahiyetlerindeki mülkü istediği kimselere hediye edemezler mi? Veya Peygamber (s.a.s) kendi mahiyetindeki mülkten bir kısmını istediği bir kimsye hediye ederse Ondan soraki imam Onun (s.a.s) yapmış olduğu bu eylemden hoşnut ve razı mı olmuyor?
2- Bu rivayetlerin maksadı zahiri malikiyet değildir. Zira eğer zahiri malikiyet maksat olmuş olsa, diğer tüm malikiyetler ortandan kaldırılması gerekirdi. Örneğin imamın vefatından sonra bütün topraklar ve yerler vefat eden imamın varislerinin mahiyetine geçmesi gerekirdi. Bu durumda malikiyet ile alakalı olan hükümler arasında çelişki ve tezat meydana gelirdi. Veya ilgili hükümler iptal edilir ve faydasız duruma gelirdi. İmam Humeyni “kitab-i bey’i” adlı eserinde ilgili rivayetlerle alakalı muhtemel manalara işaret ediyor ve sonra o manaları redderek rivayetlerin kast ettiği doğru manayı açıklamış ve şöyle diyor: Allah u Teala gerçek ve hakiki velayete sahiptir ve Allah Resulü Allahın izniyle bu velayete sahip olmuş ve peygamberden (s.a.a) sonra bu velayet Allah tarafından veya Allahın Resulü tarafında imama verilmiştir.[7] Bu velayet ve ihtiyar sahibi olmak ile fertlerin kendi mallarına oranla sahip oldukları sahiplik arasında hiç bir tenafi ve tezat yoktur. Zira bu velayet fertlerin sahip oldukları malikiyetin fevkinde ve ona oranla daha yücedir. Zahiri malikiyet hakiki ve gerçek malikiyetin dikeyindedir. Dolayısıyla fedekte tasarruf etmek birinci derecede peygamberden sonra imamın velayet hakkını dikkate almamak ve bu makama saygısızlıktır. İkinci derecede de Hz. Fatma’ya (s.a.) verilen malikiyet hakkını göz ardı edip onu çiğnemek anlamındadır.
[1] KÜLEYNİ, “usulu’l-kafi”, 4. Baskı, Tahran: dahrul-kütübül-islamiye, 1407 h. ş. c. 7, s. 86.
[2] a.g.e.
[3] Aşağıdaki kitaplara bakabilirsiniz: HASKANİ, Abdullah b. Ahmet, “şevahidu et-tenzil”, Tahran: defteri neşri vezareti irşadi, baskı tarihi yok, c. 1, s. 438 – 445; SUYUTİ, Celaluddin, “eddürrü el-mensür fi tefsiri el-mesür” Kum: mektebetü – Ayetullah el-MERAŞİ EN – NECEFİ, 1404 h. k., c. 4, s. 177.
[4] “Yakın akrabanın hakkını ver”, isra 26.
[5] HASKANİ, Abdullah b. Ahmet, “şevahidu et-tenzil”, Tahran: defteri neşri vezareti irşadi, baskı tarihi yok, c. 1, s. 441.
[6] KÜLEYNİ, “usulu’l-kafi”, c. 1, s. 407.
[7] İmam HUMEYNİ, “kitab-i bay’i” Kum: müessese’i ismailiye, 1410 h. k. c. 2, s. 494.