Please Wait
24466
Büyük günah konusunda Müslüman fırkalar arasında çoğu siyasi olan ifrat ve tefritler vardır.
Bunun en belirgin örneği Mürcie ve Hariciler’dir. Mürcie, zalim yöneticileri temize çıkarmak için zahiri imanı veya Müslümanlık iddiasını ve görüntüyü korumayı yeterli görmekte, büyük küçük hiç bir günahın hatta Ehl-i Beyt’in (a.s) kanını dökmek bile olsa imana zarar vermeyeceğini ispatlamaya çabalamaktadır. Hariciler ise tam tersine diğer İslami mezheplere uyguladıkları şiddete ve onlara karşı verdikleri mücadeleye kılıf bulmak için bir kere bile olsa büyük günah işleyen herkese kafir damgası vurmakta, ardından düşman saydıkları kimseleri günahkar diye yaftalayarak İslam dairesinden çıkarmaktalar. Mutezili ise bu iki inancın arasında belirsiz bir yol tutmuştur.
Şii öğretilerine baktığımızda Şiinin bu konudaki inancının şöyle olduğunu görmekteyiz: İman asıldır. Ama gerçek iman, ameli peşinden getiren imandır. Gerçek manada mümin olan kimse pervasızca büyük günah hatta küçük günah bile işlemez. Ayağı kayarak büyük günah işlerse hemen rahim olan Allah’ın uygun gördüğü ve gösterdiği yollardan giderek onu telafi etmeye çalışır, günahının bağışlanmasını ümit eder. Böyle yapmayan biri gerçek imana sahip olmayan, sadece görüntüde mümin olan kimsedir. İmanı ve ameli olmayan kimse, ilahi imtihanı geçemiyeceğinden ahirette cehenneme gidecektir.
Belirtmek gerekir ki, günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrılması Kur’an-ı Kerim kaynaklıdır. Nisa/31, Şura/37 ve Necm/32 bu konu hakkındadır.
Bir taraftan günahların hangilerinin büyük, hangilerinin küçük olduğu hususunun Kur’an’da açıklanmaması, diğer taraftan büyük günahın durum ve konumunun ne olduğunun bilinmemesi İslamî fırkalar arasında önemli tartışmalara yol açmıştır.
Şii rivayet kitaplarında hangi günahların büyük olduğunu konusunda birçok rivayet mevcuttur. [1] Diğer mezheplerin kelami ve tefsir kitaplarında da büyük ve küçük günahlar tanıtılmıştır.
Büyük günahların sahip olduğu konum için her şeyden önce belirtmek gerekir ki:
1- Birçok İslami mektepte büyük günahın konumu, dini öğretilerden çok siyasi olaylardan kaynaklanmaktadır. Bu konuda görüş öne süren mektepler sırasıyla şöyledir:
1-1) Mürcie: Bu fırkaya göre iman amelden önce gelir. Yani bir kimse şahadet getirip Müslüman olursa artık hiç bir günah onun cennete girmesine engel olamaz. Böyle bir düşünce Emevi sultanları tarafından hararetle destekleniyordu. Bu görüş, Ehl-i Beyt’i (a.s) ve günahsız halkı şehid eden, içki içen, dünyaya aşırı düşkün olan Emevi sultanlarının da hayırlı bir akıbeti olacağını, onlarında cennete gideceklerini dikte etmektedir. Çünkü onlar zahirde iman sahibiydiler ve namaz, oruç, hac vs. amelleri yerine getiriyorlardı!
Bu fırkanın alimleri akaitlerini Kur’an’ın bazı ayetlerine dayandırıyorlar. Örneğin diyorlar ki: Bakara suresinin 3’ten 5’e kadar olan ‘Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.’ ayetlerinde büyük günah işlememeyi kurtuluşa ermenin şartı olarak saymamıştır. Ancak onlar bu özelliklerin 2. ayette geçen takvalılara ait olduğunu ve takvanında büyük günahla uyuşmadığını unutuyorlar. [2] Böyle bir inanç sözde Müslümanların günaha bulaşmaları için ellerini öylesine açık bırakıyor ki Müslüman olduklarını söyleyerek her türlü cinayeti işleyebilmekteler!
İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: ‘Mürcie, biz Ehl-i Beyt’i katleden Benî Ümeyye’ninde mümin olduğuna inandığı için Ehl-i Beyt şehidlerinin kanı onlarında yakasına yapışacaktır.’ [3]
1-2) Müslüman olan herkesin pak olduğuna inanan ve sultanların zulümlerine kılıf uyduran Mürcie’nin tam aksine İslam toplumunda ifratçı başka bir fırka baş gösterdi. Bu fırkaya göre büyük günah işleyen herkes kafir ve mürteddir, canı ve malı mübahtır. Kendisine dini bir görüntü veren bu akaidinde kökü siyasi olup Sıffin savaşından sonra İmam Ali’nin (a.s) hekemiyeti kabul etmesiyle ortaya çıktı. Kendilerine Harici veya Marikin denilen bu grup önce Kur’an’ın bazı ayetlerine [4] dayanarak hekemiyeti büyük günah saymış, sonra Peygamberin (s.a.a) halifesine kafir hükmü vererek Onunla savaşmışlardır. [5] O günden sonra büyük günah işleyen herkesin kafir olduğunu ve ebedi olarak cehennemde kalacağını savunmuşlardır! [6] Onlara göre gerçekte imanın herhangi bir değeri yoktur, asıl olan ameldir. İmanı, temeli zayıf ve yıkılma imkanı olan bir bina olarak görür ve düşen her tuğlayla binanın çökeceğine inanırlardı. Bu fırkanın ele başlarının maksatları siyasi olmasına rağmen takipçilerinin çoğu cehaletlerinden dolayı onların bu hilelerini dini sanarak onlara kandılar. Bu fırka önceki fırkanın yani kurnazca hakim güçlerin zulümlerine kılıf uyduran Mürcie’nin aksine güya dini ihya etme çabasındaydılar. Bu yüzden İmam Ali (a.s), Mürcie itikadının ortaya çıkma kaynağı olan Emevi itikadını Harici itikattan daha kötü olduğunu söylüyordu. [7]
1-3) Bu arada, büyük günah işleyen Müslümanların ‘Durumu iki durum arasında olan kimse’ [8] görüşüne sahip olan Mutezili diye bir itikatta vardır. Muteziliye göre büyük günah işleyen Müslüman ne mümindir, ne de kafir. Bu itikat Şii itikadına yakın olsa da iman ile küfür arasında kalan yerin ne manaya geldiği tam olarak bilinmediğinden Şii itikadından ayrılmaktadır.
2- Şia’nın büyük günah işleyen kimsenin konumu hakkındaki görüşünün anlaşılması için büyük günah işleyenlerin birbirlerinden ayırt edilmesi gerekir. Şiiye göre büyük günah işleyenler şu gruplara ayrılırlar:
2-1) Müminler: Şii mektebinde iman genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılır. Genel iman, diğer İslami mektepler göz önüne alınmaksızın İslama iman etmektir. Özel iman ise İslamın şartlarının yanı sıra Peygamberin (s.a.a) Ehl-i Beyt’inin velayet ve imametine de iman getirmektir. Birçok rivayette böyle bir ayırım yapılmıştır. Örneğin bir rivayette İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: ‘İslam, iki şahadeti getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, hac farizalarını yerine getirmek, ramazanda oruç tutmaktır. İman ise bunların yanı sıra velayeti kabul etmeyi de gerektirir.’ [9]
2-2) İmansızlar: Nice kafir varki, genel iman dairesinin dışındadır ve nice Müslümanda varki genel imana sahip olmalarına rağmen Ehl-i Beyt mektebini kabul etmemiştir; dolayısıyla özel imandan yoksundurlar.
Doğal olarak bu grupta olanların hepsi için eşit şekilde hüküm verilemez. Örnek olarak onlardan ikisini getiriyoruz:
a) Mustazaf: Hak din hakkında fazla bilgi sahibi olmadıkları için onu tanıyamayan kimselerdir. Böyle kimseler fıtri kurallara uydukça ve başkalarının haklarına tecavüz etmedikçe, büyük günah işlerlerse dinin tanımadıklarından dolayı Allah bu günahları bağışlayabilir. [10]
b) İnatçılar: İnatçılar veya mücadeleciler, hak din kendilerine delille ispat olduğu halde dünyevi menfaatlerinden dolayı onu kabule yanaşmayan kimselerdir. Böylelerinin iman getirmemesi yalnız başına cehenneme gitmeleri için yeterlidir. Ayrıca diğer büyük günahlarıda işlerlerse azapları da artar. Nahl suresinin 88. ayeti bu konu hakkındadır.
Şimdi yukarıda zikredilenleri dayanarak sözde Şia mektebine inandığı halde büyük günah işleyen kimselerin durumuna göre büyük günahın nasıl bir yere sahip olduğuna bakalım.
Şii alimler, bu alanda çeşitli ve bazende farklı gibi görünen rivayetlere dayanarak şöyle diyorlar: Ne Mürcie gibi böyle günahkarların cehennemden kurtulup cennete gideceklerini söyleyebiliriz, ne Hariciler gibi büyük günah işler işlemez ebedi olarak cehennemde kalacaklarını, ne de Mutezili gibi iman ve küfür sınırının dışında kaldıklarını söyleyebiliriz. Büyük günah işleyen müminler fasık müminlerdir, eğer cennete gitmek istiyorlarsa kaybettikleri adaleti yeniden kazanıp çaba harcamaları gerekmektedir. Yoksa her günah işledikçe imanın derecelerinden bir derece düşer ve sonunda öyle bir duruma gelirler ki, tövbe kapısı açık olmasına rağmen tövbe edemeyecek, dolayısıyla cehenneme gideceklerdir. Başka bir deyişle, Şii inancına göre her ne kadar imanın önceliği varsa da iman ve amel birbirlerini gerektirmektedirler. İmanı olduğunu söyleyipte dininin emirlerini yerine getirmeyen kimsenin imanlı olduğu söylenemez. Ve gerçekte amelin olmaması değil imanın olmaması insanı cehenneme götürür. [11]
Dolayısıyla bu alandaki Şii inancını şöyle özetleyebiliriz:
1- İmanlı birinin günahlarının tümü büyükte olsa bağışlanabilir. Ancak kul hakkına ait günahlar için helallik alınmalıdır.
2- Büyük günahları işleyenler tövbe etmedikleri sürece imanın yüce derecelerinden biri olan adalet makamından düşerler. Ama mümin sınıfından çıkmazlar.
3- Devamlı büyük günah işleyen kimse gerçek manada tövbe etmez veya günahını telafi yoluna gitmezse sonunda bu onu iman dairesinden çıkarır.
4- Velayete inanıp iman etmek büyük veya küçük günah işlemek için bahane olamaz.
5- Gerçek mümin manevi haletlerinde korku ve ümit arasında olan kimsedir.
Şimdi yukarıdaki maddeleri daha geniş şekilde ele alalım:
1- İnsanlar iki sebepten dolayı büyük günah işlerler: Ya dine inanmadıkları için günah işlerler; bu durumda günahkar olmalarının yanı sıra imanlarıda olmadığından mümin sınıfından çıkarlar. Veya inanç sahibidirler ama şeytanın vesveseleri ve şehvetleri kendilerini bazı günahları işlemeye sevketmektedir. Bunların akıbeti tartışmalıdır. Allame Hilli, Şerh-i Tecrit adlı eserinde, günah işleyen herkesin ebedi olarak ateşte kalacağına inanan Haricilerin inancını reddederek şöyle buyuruyor: ‘Büyük günah işleyen müminin cehennemde ebedi kalacağına inanırsak, bütün ömrünü ibadetle geçiren kimse, ömrünün sonuna doğru imanını kaybetmeden bir günah işledi diye, bütün ömrünü günah ve şirkle geçirenle aynı seviyede tutmak, her ikisininde ebede kadar yanyana cehennemde olacaklarını farzetmek mümkünü olmayan bir şeydir. Çünkü bu tamamen akıl ve mantığa aykırıdır. [12]
Dolayısıyla büyük günah işleyen mümine kafir diyemeyiz. Allah’ın geniş rahmetini ve kullarının günahlarını bağışlayacağını gösteren birçok ayetin [13] böyle kimselere faydası olmayacaksa kime faydası olacak?
Ancak günahkar kimselerin mümin olup olmadıklarını da Allah bilir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyuruyor: ‘İçinizde ne var, Rabbiniz, sizden daha iyi bilir. Düzgün ve temiz kişiler olursanız şüphe yok ki o, tövbe edip hakka dönenlerin suçlarını örter.’ [14] Allah öylesine affedici ve büyükki hatta affını tövbe etme şartına bile bağlamadığı [15] gibi şirkin dışında bağışlanmayı hakkeden herkesi bağışlayacaktır. [16] Birçok rivayette bu affın büyük günahları işleyenleride kapsamına aldığı açıkca belirtilmiştir. [17]
Kur’an’da öyle ayetler var ki, bundan da öteye geçerek iman getirmek şartıyla geçmiş günahları hatta şirkinde bağışlanacağı müjdelemekteler! [18]
Ancak bunlar Allah’la kul arasında olan günahlarla ilgilidir. Yetim malı yemek, yalan yere şahitlik yapmak gibi büyük günahlardan dolayı zarar görenlerden imkan dahilinde helallik almak gerekir. Zira Emirü’l Müminin’in (a.s) buyruğuna göre kıyamette böyle günahlar dikkatle incelenecek ve onlara asla göz yumulmayacaktır. [19]
Yukarıda söylenenlerden yola çıkarak günahkar mümine, günahından dolayı nimete nankörlük etti diye ona kafir ya da mürted diyemeyiz. Yine daha önce söylendiği gibi Haricilerin inancı siyasi olup ayet ve rivayetlerle tezat halindedir.
2- Görüldüğü üzere Mürcie, hakim güçlerin gayri meşru işlerine kılıf uydurmak için büyük günahları, hatta geniş manada bile imana zarar vermediğine inanmasına karşın Şii inancına göre büyük günah işleyenler kafir olmazlar ama imanın yüce derecelerinden aşağı düşerler. [20] Böyleleri bir camide cemaat imamı bile olamazken, nasıl olur İslam toplumuna imam ve halife olabilirler? [21]
Rivayetlere göre büyük günah işleyenler adalet gibi imanın yüksek makamlarından yoksun olan kimselerdir. Dolayısıyla onların İslami mahkemelerdeki tanıklıkları kabul edilmez, [22] onlarla ilişki kurulmaz, evlenilmez... [23] Böyle birisi nimete nankörlük eden kafir hükmünde olup tövbe etmez ve geçmiş amellerini ıslah etmezse cehenneme gidebilir. [24] Kısacası sözde iman, bütün günahların bağışlanmasını garanti etmez.
3- Günah ne kadar çok olursa tövbe imkanı da o ölçüde azalır. Günahı çok olan bazı kimseler, tövbe kapısı açık olsa da tövbe etmek kendilerine nasip olmayabilir. Bu konuda dikkatlerinizi iki rivayete çekiyoruz:
Birincisi İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen, kasıtlı olarak mümin birini öldüren kimse hakkında sorulduğunda İmam (a.s), onun tövbesinin kabul olmayacağı konusuna girmeden: ‘Böyle biri (günahının büyüklüğünden dolayı) tövbe etmeye muvaffak olmayacaktır.’ [25] diye buyurduğu rivayettir.
İkincisi de Emirü’l Müminin (a.s)’dan nakledilen rivayettir. İmam (a.s) orada şöyle buyuruyor: ‘İmanlı kimsenin 40 savunma kalakanı vardır, meleklerde onu kanatlarıyla korumaktalar. Ne zaman büyük günah işlense o kalkanlardan biri düşer. Böyle devam ederse iş öyle bir yere gelir ki, her türlü günahı işler ve bununla iftihar da eder! Sonunda ise biz Ehl-i Beyt’in düşmanı kesilir! [26]
Hatırlatmak gerekir ki, küçük günahta da ısrar edilirse bu ısrar onu büyük günaha çevirir. [27] Bu durumda büyük günah işleyen ve onda ısrar edenin akıbetinin ne olacağını söylemeye de gerek yoktur her halde.
4- Rivayetlerde iman ve velayetin temel, amelin ise onun kolu olduğu belirtilmiştir. Bu doğrudur ve usulun mantığına uygundur, ancak ondan yanlış bir mana çıkarılmamalıdır. Şu iki rivayete dikkat edin:
-Muhammed b. Marid diyor ki: ‘İmam Sadık’a (a.s) ‘İmanın varsa istediğini yapabilirsin.’ dediğinizi duydum doğru mu?’ [28] diye arzettiğimde İmam (a.s) bunu teyit etti. Ben şaşırarak ‘İmanlı kimse hatta zina edip, hırsızlık yapıp şarap içsede mi?’ diye yeniden sorduğumda ‘İnna Lillah ve İnna ileyhi raciun’ diye buyurdu, ‘Benim sözümden böyle bir şey çıkarmak çok insafsızlıktır. Bizler (Masum İmamlar) her amelimizden sorumlu olduğumuz halde Şiilerimiz hiç bir şeyden sorumlu olmasınlar mı? Benim bu sözümün manası şudur: İmanın olursa, ister küçük olsun, ister büyük güzel amelden istediğini yap; zira (imanın olduğunu varsayarsak) Allah amelini kabul edecektir.’ [29]
-Bir başka rivayet şöyledir: ‘Ali’yi sevmek güzel ameldir; bu sevgiyle hiç bir günah insana zarar vermez.’ [30]
Önceki rivayetlerde olduğu gibi bu tür rivayetlerden de, Şii her türlü günahı işleyebilir, şeklinde yanlış sonuç çıkarılabilir. Nitekim şairin biri diyor ki:
Haşr günün hesabı Ali’nin elindeyse
Ben kefilim istediğin günahı işle!
Ne var ki, Ehl-i Beyt’i (a.s) sevmenin, ister dünyada olsun, ister ahirette, Şiilere fayda sağlayacağına, onlara yardımcı olacağına ve büyük günahlar için aracı olup şefaat edeceklerine inansakta bu, kesinlikle yukarıdaki şiirden anlaşılan şey olmayacaktır. Şairin mübalağa yaptığını söylersek yanlış söylemiş olmayız. Zira Ali’yi seven kimse sorumsuz ve dininin düsturlarına mukayyed olmayan biri olamaz. Evet, böyle biride başkaları gibi yaşamında hatalara düşebilir. Ama Allah ve velilerini sevdiği için Onlar kendisine darılmasınlar diye [31] başka günah işlemez, Ehl-i Beyt’e olan iman ve sevgisi yalan bir slogandan ibaret olmasın diye hemen tövbe eder ve telafi yoluna gider.
5- Bazı rivayetler insanı umutlandırıyor, bazıları da endişelendiriyorsa bunun nedeni, ne imanlı insanlara her türlü günahı işleme izni vermekte, ne de eğer günah işlemişse Allah’ın geniş rahmetinden ümitsizliğe düşürmektedir.
İmanlı bir kimse Allah’ın affına ümitli olmalıdır. Çünkü Allah affedeceğine dair vaat vermiş ve herkese (mümin olmayanlarada) tövbe kapısını açık tutmuştur. Ayrıca insan güzel ameller yaparsa onun geçmişte yaptığı yanlış amelleri telafi edeceğini de (Tekfir=Örtme) vurgulamaktadır. [32]
Kaldı ki, insan günahkar olarak ölebilir veya günahlarının çokluğundan dolayı ömrünün sonuna kadar tövbe etmek nasip olmadığından imanını kaybedebilir ve sonuçta Peygamberin (s.a.a) ve Masumların (a.s) şefaatine nail olmayabilir. Yine bazı günahlar ve kötü davranışlar veya daha önce yapılan güzel amellerin yokolmasına veya etkisiz hale gelmesine neden olan imanın zayıflaması ve yokolması ihtimalinden dolayı (tedbir), [33] imanlılarda endişe duyabileceklerdir. Bu yüzden manevi yaşamda hem ümit içinde olunmalı hem de endişeli ve bu iki kanatla güzel bir şekilde hedefe doğru yol alınmalıdır.
[1] -Bu alanda Vesail-uş Şia, c.15, Bab:46 (Sakınılması Gereken Büyük Günahların Belirlenmesi Babı) s.318 ve sonrasına bakabilirsiniz. Yine bu konu için bkz: Soru:843 (Site:914)
[2] -Mürcie’nin söz konusu ayetini delil diye getirmesi ve onun reddi hakkında bkz: Tayyib, Seyyid Abdulhüseyin, Atyeb-ul-Kur’an Fi Tefsiri’l-Kur’an, c.1, s.258-259, İntişarat-ı İslam, Tahran, H.Ş.1378.
[3] -Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Kafi, c.2, s.409, H.1, Daru’l-Kütübi’l İslamiyye, Tahran, H.Ş.1365.
[4] - ‘Hüküm ancak Allah'ındır’ ( En’am/57; Yusuf/40 ve 67 )
[5] -Daha fazla bilgi için bkz: Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Nümune , c.9, s.418-419, Daru’l-Kütübi’l İslamiyye, Tahran, H.Ş.1374.
[6] -Haricilerin itikatlarını çürütme konusunda birçok rivayet vardır. Örneğin Biharu’l Envar, c.33, s.421, Bab:25 (Müessessetü’l Vefa, Beyrut, H.K.1404)’de ki rivayete bakabilirsiniz.
[7] -Nehcü’l Belağa, s.94, Hutbe:61, İntişarat-ı Daru’l-Hicret, Kum, Bi Ta
[8] -Bu deyim, Mutezilinin ‘Ne cebir var, ne de ihtiyar’ görüşünde de kullanılmış ve Şii’de onu teyit etmiştir, ama ileride de göreceğimiz gibi, Şia bu deyimi büyük günah işleyen müminin konumu hususunda kabul etmemektedir.
[9] -Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Kafi, c.2, s.24-25, H.4.
[10] -Mustazafların durumu konusunda daha bilgi için sitemizde yayınlanan: Soru: 15264 (Site: 15004) bakabilirsiniz.
[11] -Gerçek müminleri tanımak için bkz: Soru:802 (Site:863)
[12] -Muğniye, Muhammed Cevad, Tefsir-i Kaşif, c.1, s.139 (Şerh-i Tecrit’ten naklen), Daru’l-Kütübi’l-İslamiyye, Tahran, H.K.1424
[13] - Bakara/192 ve 225, En’am/147, A’raf/156, Ğafir/7, Nuh/10 vb. Bu ayetlerin bazılarında mümin olmayanlarında günahlarının bağışlanacağı belirtilmiştir.
[14] -İsra/25
[15] -İmam Sadık’ın (a.s) ‘Biz büyük günah işleyenlere şefaat edeceğiz, ama gerçek manada tövbe edenler iyilerden olup, bizim şefaatimize de ihtiyaçları olmayacaktır.’ diye buyurduğu rivayet edilmiştir. (Hür Amuli, Muhammed b.el-Hasan, Vesail-uş Şia, c.15, s.334, H.20669, Müesseset-ü Alu’l-Beyt, Kum, H.K.1409)
[16] -Nisa/48 ve 116.
[17] -Kafi, c.2, s.284, H.18.
[18] - ‘De ki: Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden ümit kesmeyin; şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter, şüphe yok ki o, suçları örter, rahimdir.’ (Zümer/53)
[19] -Nehcü’l Belağa, s.255, Hutbe:176.
[20] -Usul-u Kafi, c.2, s.284-285, H.21 örneğinde olduğu gibi Şianın İmamlarından (a.s) gelen, büyük günahı olanların iman diaresinden çıktıkları hususundaki rivayetler, imanın derecelerinden düşmek demektir, yoksa tam olarak imandan çıkmak manasına gelmez.
[21] -Vesail-uş Şia, c.18, s.313-318, Bab:11’deki rivayetlere bakınız.
[22] -a.g.e, c.27, s.391, H.34032.
[23] -a.g.e, c.25, s.312, H.31987.
[24] -a.g.e, c.15, s.338, H.20683.
[25] -a.g.e, c.29, s.32, H.35077.
[26] -Kuleyni, Muhammed b. Yakup, Kafi, c.2, s.279, H.9.
[27] -Vesail-uş Şia, c.15, s.337-338, H.20681.
[28] -Rivayetin diğer kısımlarına baktığımızda sanki ravi İmamın sözünü ‘İman sahibi olmakla istediğin günahı işleyebilirsin!’ şeklinde anlamıştır.
[29] -Vesail-uş Şia, c.1, s.114-115, H.287.
[30] -İhsai, İbn-i Ebi Cumhur, Avali’l Leali, c.4, s.86, H.103, İntişarat-ı Seyyid-iş Şüheda, Kum, H.K.1405
[31] -Peygamberimizin (s.a.a) ve Masumların (a.s) imanlı insanların günahlarından dolayı onlardan rahatsız olup darıldıkları hususunda rivayetler vardır. Örnek olarak bkz:Vesail-uş Şia, c.16, s.107-108, H.21105 vs.
[32] - Bakara/271, Al-i İmran/195, Nisa/31, Maide/12 ve 65, Enfal/29, Ankebut/7, Zümer/35, Feth/5, Teğabun/9, Talak/5, Tahrim/8 vs.
[33] - Bakara/217, Maide/5 ve 53, En’am/88, Hud/16, Ahzab/19, Zümer/65, Hucurat/2 vs.