Please Wait
7382
Allah Teala’nın itaatini farz kıldığı Masum İmanlar dışında din ve kültür sahnesinde söz konusu olan bütün şahsiyetler hakkında tenkit beyan edile bilinir. Elbette bu eleştiriler insaf üzere olmalı, faydalı ve değerli olan eserleri, sözleri bir kenara atılmamalıdır. Bu genel yargı Mevlana içinde geçerlidir. Zira bu seçkin şahsiyetin şiirleri din kültürümüz ve milli değerlerimiz üzerinde oldukça etkili olmuştur. Buna binaen onun eserlerini görmezden gelemeyiz. Eğer onun şiirlerini inceleyecek olursak çoğunun Kuran ayetlerinin ve sünneti Nebevinin edebi tefsiri olduğunu görmekteyiz. Doğal olarak öğretileri yararlanmaya açıktır. Elbette zahiren inançlarımızla çelişen veya münasip bir dille beyan edilmemiş noktalarda söz konusudur.
Sonuç olarak Ayetlerin ve sünnetin tefsiri niteliğinde olan şiirlerinden faydalanabilir ve tenkite açık olan beyitlerini de eleştirebiliriz. Elbette İslam dininin temel öğretilerinden biri olan adalet ilkesine bağlı kalarak bu değerlendirme yapılmalıdır. Hatta söz konusu olan şahsiyet tarafımızca kabul edilmeyen biri olsa bile hak etmediği ithamlardan kaçınmalıyız.
Bu konuda gerekli detaylı açıklama aşağıda ayrıntılı cevapta bulunmaktadır.
Sormuş olduğunuz soruların cevabına geçmeden önce belli başlı bazı konuları incelememiz gerekmektedir:
- İslam dininin temel öğretilerinden birisi; eğer bir şahıs veya güruh hangi delil üzere olursa olsun onaylamadığımız veyahut kabul etmediğimiz bir çizgideyse bile adalet ilkesini göz ardı edemeyeceğimizdir. Her sapmayı ve hatayı yersiz yere onlara nispet veremeyiz. Zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "لا یَجْرِمَنَّکُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلى أَلاَّ تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوى" ‘Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu takvaya daha yakındır.’[1]
- Toplumsal hayatta ve yaşantımızda kendi doktrinimizi ve prensiplerimizi terk etmeden başka çizgideki düşünürlerle ortak olduğumuz değerler üzerinden görüş alışverişinde bulunabiliriz. İnsanoğlunun ortak kültüründen ve öğretilerinden elimizden geldiği kadar faydalanmalıyız. Allah Teala Ehli-Kitap’a hitap ederek onları fikir alışverişine davet etmektedir:
" قُلْ یا أَهْلَ الْکِتابِ تَعالَوْا إِلى کَلِمَةٍ سَواءٍ بَیْنَنا وَ بَیْنَکُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللَّهَ وَ لا نُشْرِکَ بِهِ شَیْئاً وَ لا یَتَّخِذَ بَعْضُنا بَعْضاً أَرْباباً مِنْ دُونِ اللَّه..."
De ki: "Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah”a ibadet edelim. O”na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah”ı bırakıp da bazılarımız bazılarını rab edinmesin."[2]
- Allah Teala’nın İtaatini farz kıldığı ve buna binaen her daim hak üzere olan Masum İmamlar dışında kalan şahsiyetlerin görüşlerini ve inançlarını incelerken onları tamamen hatasız görüp her işlerini ve sözlerini temize çıkarmakta yanlıştır. Aynı şekilde onları bütünüyle sapmış ve yoldan çıkmış görüp temel inançlarımızla çelişmeyen sözlerinden faydalanmayı bile doğru bulmamak yanlıştır. Masum İmamların cahiliyet döneminde söylenmiş eski şiirleri sözlerinde kullanmaları bunun açık delilidir.[3]
Daha açık bir tabirle düşünce ve fikir sahasında sözü söyleyenden daha çok söze dikkat etmeliyiz. Her söz kendi sahasında insaflı bir şekilde tahlil edilmelidir. Zira efendimiz İmam Ali (a.s) şöyle buyurur: "لا تنظر إلی من قال و انظر إلی ما قال" ‘Sözü söyleyene değil söze bakın!’[4]
- Kayda değer bir diğer nokta: Her şahsiyet kendi zamanının ve mekanının şartları göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Duyduğumuz bir cümleden yola çıkarak nerede ve hangi şartlar altında beyan ettiğini bilmeden bir şahsiyetin bütün inançlarını itham altında bırakamayız.
Allah Teala müminlere özel durumlarda hatta İslam dininin ve bütün semavi dinlerin kökü olan tevhit inancını ikrar etmeyi bile şart koşmamıştır. Zahiren müşriklerin müminleri kendilerinden görmesini sağlayacak sözler söylemesine izin vermiştir.[5] Doğal olarak, insanların düşüncelerini ve inançlarını kolayca ifade edemedikleri durumlarda her akıllı İnsan gizem, sır dolu bir dil kullanarak ima yoluyla konuşmayı seçer. İşte bu yüzden bu şahsiyetlerin gerçek inançları hakkında görüş bildirmek kolay değildir. Hatta sözleri dinin ve mektebin kabul görmüş temel söylemleriyle çelişse bile!
- Göz ardı edilmemesi gereken bir diğer nokta: Müminlerin emiri Ali (a.s)’ın düşmanları olan ‘Nasibiler ile çoğu Ehlibeyte gönül vermiş Ehlisünnet dünyasının genelinin birbirinden ayrı tutulması gerektiğidir. [6]
- Mevlana’nın toplumumuz için hatta beşeriyet için bir kültürel miras olduğunu inkar edilemez. Doğal olarak onun göz ardı edilmesi için çaba sarf etmek beyhudedir. Esasen bu mümkünde değildir. Bu bağlamda bize düşen Mevlana’nın Ehlibeyt mektebiyle çelişmeyen öğretilerinden faydalanmaktır. Mesnevi’de geçen öğretilerin büyük bir bölümü de bu türdendir.[7] Zahiren çok az olmakla birlikte çelişkinin söz konusu olduğu söylemlere düşünce dünyamızda yer vermezsek sorun yaşanmaz.
- Maalesef Mevlana’nın bazı taraftarları onun şahsiyetini öylesine yüceltmiş bulunmaktadır ki onu Peygamberlerle ve Masum İmamlarla aynı düzeyde görmektedirler. Öyle ki onun sözlerinde hiçbir yanlışlığın ve hatanın olmadığını savunmaktadırlar. Öteki taraftan ise Mevlana karşıtları aynı ifrat çizgisini sarılıp onun hikmetli şiirlerinden faydalanmaya bile kesinlikle karşı çıkmışlardır. Hatta bu şiirler tamamen dini öğretilerle ve Kuran ayetleriyle aynı doğrultuda olsa bile.
Ayan olduğu üzere bu iki güruh ifrat ve tefrite düşmüş olup; insaf böyle yaklaşımlardan kaçınmaktır.
Yukarıda zikredilen ön bilgiler ışığında Mevlana’nın şiirleri hakkında taşınılması gereken tutum onun bütün şiirleri hakkında genel bir yargıya dayanarak hüküm bildirmemektir. Bilakis her bölüm kendi başına incelenmeli ve Ehlibeyt (a.s)’ın öğretileriyle örtüşen sözlerinden faydalanılmalıdır. Bunun dışında kalan kısımlar ise gerekliyse tenkit edilmeli ve de ifrata ve tefrite mahal verilmemelidir.
Mevlana’nın şahsiyeti hakkında ise zahiren Ehlibeyt mektebinde söz konusu olan ölçüler çerçevesinde onu bir Şia olarak tanımlayamayız. Şiirlerinin bütünü göz önüne alacak olursak görüşlerinin ve inançlarının Ehlisünnet çizgisine daha yakın olduğunu ifade edebiliriz. Özelikle bazı sahabeler hakkında dile getirdiği övgülerden bu anlaşılmaktadır. Zira Ehlibeyt mektebi bu sahabeler ’in böylesi övgülere mazhar olmadığına inanmaktadır. İslam tarihi üzerinde yapılacak analitik inceleme bu konuyu aydınlatacaktır. Ama bu sözlerin yaşadığı ortam ve şartların getirdiği cebri bir gereklilikten mi kaynaklanmaktadır; yoksa gerçekten bu konularda böyle bir inanca sahipti tespitini yapmak oldukça zor. Zira gerçekten gönüllerde yatanı bilen yalnız Hak Teala’dır.
Yazının devamında sizin sorunuzda değindiğiniz bazı noktalara Mesnevi metnini de ele alarak kısaca değinmeye çalışacağız.
- Mevlana’nın sofi olup olmadığı konusu:
Öncelikle bir kaç noktaya açıklık getirilmelidir. Evelen tasavvuf ve sofuluğun dairesi ve sınırları tam olarak belirlenmemiştir. Saniyen tasavvufun bazı öğretileri İslam dininin ameli boyutta ahlaki öğretileriyle çelişmemektedir. Salisen İslam dünyasında tarih boyunca irfan ve ahlak erbapları sofulukla itham edilmiştir.[8]
Diğer taraftan birçokları şerri görevlerini eda etmekten kaçmak için sofuluğu kendilerine araç edinmiştir. Bu noktada Mevlana yapılan su istifadeye agah olup gerekli tenkidi yapmıştır. Mesneviden örnek verecek olursak:
Dünyada tamah sız sofi az bulunur.
Ancak Hak nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmuş olan (sofidir)
Binler (sofiyim) der pek azı sofidir.
Diğerleri onun devletinde yaşarlar.[9]
- Şeriat konusuna gelecek olursak: Mevlana şeriatı inkar etmez. Bilakis şeriatın özünü oluşturan asıl hedefleri gözetmeksizin şeriatın zahiri kanunlarına yapışmayı eleştirmektedir. Kendi dilinden bu konu hakkında ki görüşüne teveccüh edersek olursak: ‘Şeriat (karanlıkta) mum gibi yol gösterir. Mum elde olmazsa yol kat edilemez. Yola düşersen gitmen tarikattır. Maksada ulaştığında o hakikattir...[10] daha sonra devamında şeriatın önemini ve konumunu gösteren örnekler sunmaktadır.
Görüldüğü üzere Mevlana şeriatı insanlara kurtuluş yolunu gösteren bir mum olarak tanıtmaktadır. Şeriat olmadan bu yolun gidilemeyeceğini bariz bir şekilde açıklamaktadır. Böylesi açık beyanlara rağmen Mevlana’nın şeriatı inkar ettiğini iddia edebilir miyiz?
Elbette riya ve toplumsal statü kazanmak için dinin ve şeriatın sloganlaştırılmasına Ehlibeyt İmamları da sıcak bakmamışlardır.[11] Şeriat toplumda ve bireyde hak ve hakikati muhakkak etmek içindir. İnsanları kalıplara sokup zorlamak için değil. “لَا اِکْرَاهَ فِى الدّٖینِ قَدْ تَبَیَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ” ‘Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.’[12]
- Ama Mevlana’nın ‘kadir um’ hadisinde geçen ‘Mevla’ kelimesini dost olarak mana ettiği iddiasına eğilecek olursak. Büyük ihtimalle bu iddianın sebebi Mesnevide geçen şu beyit olsa gerek:
"Dedi: Ben kimin Mevla’sı ve dostuysam
Amcam oğlu Ali’de, onun Mevla’sıdır"[13]
Şimdi gerçekten bu beytin geçtiği şiirin ilk mısrasını ve devamını görmeden Mevlana’nın bazı fanatik Sünniler gibi kadir um hadisinde geçen ‘mevla’ kelimesini sıradan bir dost olarak tercüme ettiğine inanalım mı? Zira şiirin bütünü göz önünde bulundurulacak olursa iddia edilenin tam tersi anlaşılmaktadır.
Önceki mısrada şöyle diyor:
Bu yüzden içtihat sahibi Peygamber
Kendine de Ali”ye de mevlâ adını taktı.’
Daha sonra ‘mevla’ kelimesinin tefsirinde ise şöyle demektedir:
Mevlâ kimdir? Seni azat eden
Ayağındaki kulluk prangasını çözüp atan!’
Acaba ‘mevla’ kelimesi dost anlamında kullanılmış olsaydı böyle sıfatlarla anılır mıydı? Dostluk böyle sıfatlar doğurur mu? Şimdi gerçekten Mevlana’nın Ali (a.s)’ı İslam Peygamberi (a.s)’ın diğer dostları gibi biri olarak tanıttığına mı inanalım?
İşin ilginç tarafı Mevlana sonraki mısralarda insanları kutlamaya davet etmektedir. Sanki Müminlerden Velayet bayramını (kadir um bayramı) kutlamaya teşvik etmektedir:
‘Ey inananlar, sevinin
Selvi gibi, süsen gibi hür olun.’
İlk beyitte verilen adresten şiirin bütünü inceleyebilirsiniz.
- Sorunuzda zikredilen ‘İmamet-i amme’ konusu zahiren ‘Mesnevi’de geçen şu beyit nazırdır:
Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır.
Bu sınama kıyamete kadar daimidir.
İşte diri ve faal imam, O velidir.
İster Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan![14]
Ey Hakikati arayan, Mehdi de O’dur, Hadi de O.
O hem gizlidir, hem senin karşında oturmakta.
Bu mısraları tahlil edecek olursak Mevla’nın, Masum İmamların imametini reddetmediğini; aksine İmamet makamına ulaşmanın tek yolunun takva ve Hak Teala ile bağlantı içinde olmakla mümkün olacağını vurguladığını idrak ederiz. Bir hanedan üyesi olmanın İslam toplumunun liderliği için yeterli sebep sayılamayacağını ifade etmektedir.
Ehlibeyt mektebi bu görüşü onaylamaktadır. Zira İmam Ali (a.s) ile Seyide Fatıma (s.a)’nın soyundan gelen her seyit İmam değildir. Sadece Allah Teala’nın seçtiği ve mensup ettiği Velayet sahibi olan İmam’dır.
Bu mısralar da Mevlana çok ince bir noktaya aslında işaret etmiştir. Böyle bir karşılaştırma için ancak tarafların denk olmadığı kabul edilmiş olursa şiir anlam kazanır. Zira ister ‘Hasan’ ister ‘Hüseyin’ olsun da denmemiştir; İster ‘Ebubekir’ ister ‘Ömer’ olsun da denmemiştir. Akil olana bir işaret yeter; demekle yetiniyoruz burada.
- Cebre inandığı iddiası:
Mevlana’nın cebre inanıp inanmadığı hakkında kanımızca şu beyitlere teveccüh edilmesi yeterlidir.
Yarın bunu, yahut onu yapayım demen
İhtiyarın (cebrin olmadığının) delili Ey dost!
Ve o yaptığın kötülükten pişman olmanda.
Kendi ihtiyarınla doğru yolu bulmanda.
Bütün Kur”an, emirdir, nehiydir, korkutma.
Mermer taşa emir verildiğini kim görmüştür?
Hiç bilgin ve akil böyle yapar mı?
Taşa, toprağa kızar öfkelenir mi?[15]
Eğer Mevlana’nın şiirlerinde ‘ihtiyar’ kelimesini aratacak olursanız birçok mısrada şunu göreceksiniz: Mevlana’nın kesinlikle cebrî inancına sahip bir insan değildir ve onu böyle tanımlayamayız.
- Ama Mevlana’nın bazı uydurma ve doğru olmayan hadisleri edebiyatında kullandığı, onu şerh ettiği ve açıkladığı konusuna gelecek olursak. Evet, Ehlibeyt mektebinin reddettiği ve İslam tarihinin ’de uydurma olduğunu ayan ettiği bazı rivayetleri naklettiği ve eserlerinde şerh ettiği doğrudur. Bunun bir örneğini de siz sorunuzda zaten söz konusu etmişsiniz.[16] Ebu Talip’in imanı konusunu buna örnek verebiliriz. Bu konu Müslümanlar arasında öteden beri birçok tartışmaya yol açmıştır.[17] Hatta bu konuda müstakil kitaplar telif edilmiştir.[18]
Mevlana’da bu konuyu bir şiirinde kendi üslubuyla ama maalesef temelsiz bir rivayete dayanarak ele almıştır:
Bunların bir tanesi de Peygamber’in amcası,
Gaddar Arapların kınaması korkuttu
Arap, kendi çocuğuna uydu derse, ne derim dedi.[19]
Bu meselenin açıklığa kavuşması için Mevlana’nın üslubuna teveccüh edilmesi elzemdir. Zira O kendi zamanının ve önceki dönemlerin halklarının inançları, gelenek, göreneklerini kullanarak ve onlardan faydalanarak asıl sözünü söylemektedir. Bu yolda Kuran ve Mütevatir hadislerin dışında hayal ürünü olan hikayelere hatta uydurma rivayetlere de yer vermiştir. Öyle ki bazı hikayelerinde kullandığı tabir ve üslubu açık şekilde ifade etmek, ne nezaket kurallarına nede ahlaka uygundur. Ama O hiç çekinmeden bu dili kullanmaktan kaçınmamıştır.[20]
Bu perdesiz üslubundan ötürü kendisine birçok ahlak erbabı ve alim tenkitte bulunmuştur. Mesnevi’nin bilinen en kayda değer ve özgün şerhini kaleme alan Muhammet Taki Caferi bu konuda şöyle bir beyanda bulunmaktadır: “Toplumun terbiyesi ve eğitimini üstlenen, böyle bir makama ayak basmış bir zatın hiçbir şekilde böyle müstehcen ve edebe aykırı ifadeler kullanması yakışık almaz. Bir tarafta olağanüstü manevi ve ruhani şiirler diğer tarafta edebe aykırı ve müstehcen ifadeler. Maalesef bu uçurum okuyucunun zihninde olumsuz bir sezgi ve hissiyat oluşturmaktadır.[21]
Bizlerde bu eleştirilere katılmaktayız. Eğer bazı uydurma hadislere ve söz konusu olan müptezel ifadelere şiirlerinde yer vermeseydi eserlerinin itibarı ve değeri daha fazla olurdu.
- Musiki, semah ve raks:
Mevlana’nın birçok beytinde ‘semah’ ve ‘raks’ kelimeleri göze çarpmaktadır. Söz konusu beyitlerin bazılarında bu kelimeler bilinen manasındadır. Ama hepsinden kastın vücut hareketleri olduğunu söyleyemeyiz. Aksine bu beyitlerin bir çoğunda kinaye ve ima söz konusudur. Örnek verecek olursak:
Toprağın bedeni, aşktan göklere çıktı;
Dağ oynamaya başladı, çevikleşti.[22]
Veya:
Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al.
Feleğin üstünden nağme seslerini duy![23]
Hiç şüphesiz semah ‘nağme’ ve raks zikredilen şiirlerde zihnimize ilk gelen manada kullanılmamıştır. [24] Elbette Mevlana sofilere özgü olan semah merasimine işaret edilen beyitlerde yazmıştır. Mevlana’nın toplumda sahip olduğu konum ve itibar göz önünde bulundurulacak olursak, onun raks ve musiki meclislerine katıldığını farz etmek yerinde bir tespit olmayacaktır. Hatta sofilere özgü olan Semah’ı bile bu tür meclislerden sayma insafa sığmaz.
- Mesnevide Halep Şialarının İmam Hüseyin (a.s) için düzenlediği matem ve taziye meclislerindeki üslup ve tarzın eleştirildiği beyitler bulunmaktadır.[25] Yine de bu beyitlerden yola çıkarak Mevlana’nın Kerbela kıyamına karşı olduğuna kanaat getiremeyiz. Zira bu beyitlerin kendisinde bile İmam Hüseyin (a.s) ve yarenleri şöyle tanıtılıyor:
‘Çünkü Onlar din sultanlarıydı.
Bağı kırdıkları için onlara sevinme vakti.’
Elbette Mevlana’nın Ehlibeyt dostlarının Aşura günü düzenledikleri matem ve taziye meclislerine yaptığı tasviri doğru değildir ve gerekli tenkit yapılmalıdır. Bu olumsuz noktaya rağmen konuyla ilgili beyitlerin bütünü dikkate alındığında Mevlana’nın İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela şehitleri saygısızlık etme kastı olduğu çıkarımı yapılamaz. Hatta onlara ağlanmasını boş gördüğü de söylenemez. Bilakis zahirle yetinmenin yetersiz olduğu aşuranın mesajının alınması gerektiği vurgulanmaktadır. Eğer Kerbela kıyamının açtığı çığırda gerekli basiret ve manevi gelişim sağlanmamışsa insanın kendisine ağlaması gerektiği vurgulanmaktadır.
Bu yazılanlar ışığında sizden bir kez daha kısa cevaba göz atmanızı tavsiye etmekteyiz.
[1] Maide/8.
[2] Al’i-İmran/64, " قُلْ یا أَهْلَ الْکِتابِ تَعالَوْا إِلى کَلِمَةٍ سَواءٍ بَیْنَنا وَ بَیْنَکُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللَّهَ وَ لا نُشْرِکَ بِهِ شَیْئاً وَ لا یَتَّخِذَ بَعْضُنا بَعْضاً أَرْباباً مِنْ دُونِ اللَّه..."
[3] Kuleyni, Muhammed ibn. Yakup, Kafi, 4.c, 21.s, 6.h, dar’ul-kitab’ul-İslamiye, tahran, 1365.ş.
[4] Abdulvahid, Gurer’ul-Hikem, 438.s, 10037.h, intişarat tebliğatı İslami, kum, 1366.ş.
[5] Nahl/106; Al’i-İmran/128.
[6] Örnek olarak: Kuleyni, Muhammed ibn. Yakup, Kafi, 7.c, 18.s, 10.h.
[7] Mesnevide geçen şiirlerin çoğu Kuran’ı Kerim’in edebi tefsiri konumundadır. Bu konuda inceleme yapmak için ‘İslami ilimler dijital araştırma merkezi’ tarafından hazırlanan ‘Mesnevi Programı’nı kullana bilirsiniz. Bu çalışmada mesnevide geçen şiirler ilgili oldukları ayeti kerimeler ve mutevatir hadisler bir araya getirilmiştir.
[8] Gerekli görüldüğü taktirde bu konuda kaleme alınmış olan 5739’nolu (site: 6475) cevabı inceleyebilirsiniz.
[9] Mesnevi, ikinci defter/533-534.b.
[10] Mesnevi, beşinci defter, mukaddeme.
[11] Örnek olarak meşhur ‘Ebu Hamza Sumali’ duasında geçen pasaj teveccüh ediniz:
"فإن قوما آمنوا بألسنتهم لیحقنوا به دماءهم فأدرکوا ما أملوا و إنا آمنا بک بألسنتنا و قلوبنا...." ”Toplumlar canlarını korumak ve umduklarına yetişmek için dilleriyle iman ederler. Ama biz dilimizle ve kalbimizle bizi bağışlaman, (sana kavuşma) arzumuza ulaştırman ve ümidini kalbimizde sağlamlaştırman için iman ettim.
[12] Bakara/256.
[13] Mesnevi, altıncı defter,4538.b.
[14] Mesnevi, ikinci defter, 817.b.
[15] Mesnevi, beşinci defter, 3024.b.
[16] Örnek olarak Mesnevinin ikinci defterinde Muaviye ile İblis arasında 2600 ile 2800 beyitlerinde yer yer değinilen diyaloglar verilebilir.
[17] Allame Meclisi, Muhammed Bakır, Bihar’ul-Envar, 35.c, 155.s, muesse’tul-Vefa, beyrut, 1404.k.
[18] Örnek olarak ‘Şeyh Müfid’in ve Fehhar ibn. Muad’ın ‘İmanı Ebutalip’ adlı eserleri incelene bilir.
[19] Mesnevi, altıncı defter,194.b.
[20] Mesnevi, altıncı defter,315.b. adreste geçen beyit örnek olarak verile bilinir. Elbette bu üslupta yazılmış başka beyitlerde mevcuttur.
[21] Caferi, Muhammed Taki, Tefsir, Nakd ve Tahlil Mesnevi, 5.c, 441.s.
[22] Mesnevi, birinci defter,25.b.
[23] Mesnevi, ikinci defter,942.b.
[24] Mesnevi, dördüncü defter,730.b.
[25] Mesnevi, altıncı defter,778/805.b.