Please Wait
7486
Diğer ekoller gibi Şia ekolü de tarih boyunca sürekli ifrat ve tefrit eksenli akımların ilgisine muhatap olmuştur. Bu akımlar Gulat, Mukassire ve Nasibiler gibi değişik isimler ile Şiiler ve imamlar için zorluklar yaratmıştır. Şii imamları bu sapık akımların tehlikelerinden Şiileri korumak için sürekli çabalamışlardır. Onlar kendi konumlarını açıklayarak, işlerde itidal ve orta yolu tavsiye ederek, sapık unsurları dışlayarak ve bu akımlara mensup kişilerin çehresini ve hedeflerini ifşa ederek Müslümanlar ve özellikle de kendi takipçileri arasında gerçek Şii inançlarını oturtmaya çalışmışlardır. Şii âlimleri de imamlar için keramet ve bir takım özellikleri ispat etmekle birlikte yüceltenleri tekfir etmiş ve onların yüceltici düşüncelerini eleştirmişlerdir.
Önderleri yüceltme meselesi semavi dinlerde sapmanın en önemli kaynaklarından olmuştur. Yüceltmek her zaman büyük bir kusuru peşinden getirmiştir ve bu kusur dinin temelini viran etmektir; yani Allah’a ibadet etmeyi ve tevhidi zedelemektir. Bu nedenle İslam, yüceltenler hakkında katı bir tutum takınmış ve akait ve fıkıh kitaplarında yüceltenler kâfirlerin en kötüleri olarak tanıtılmıştır.[1] Dinde yüceltmek fiili dini inkâr etmeye eşdeğerdir; zira yüceltme edebiyatı inkâr ve dini zedeleme edebiyatından eksik değildir. Bazen dinde yüceltmede bulunmak birçok insanın dinden çıkmasına neden olur; zira insanların temiz fıtratı yüceltmenin kirlilik ve safsatalarını kabullenmez. Böyle bir durumda bu kirliliklerin reddedilmesi ve inkâr edilmesiyle birlikte dinin aslı da ret ve inkâr edilmektedir. Örneğin Hıristiyanların Hz. İsa’yı (a.s) yüceltmesi bilge kişilerin ve kültürlü insanların Hıristiyanlık dininden uzaklaşmasına ve risaleti inkâr etmesine neden olmuştur; zira onlar kendi arı fıtratlarıyla bir beşerin ulûhiyetine iman etmenin saçma olduğunu kavramışlardır. Bu yüzden onlar inkârı bu saçmalığa tercih etmiş ve kendilerini zahmete atmamışlardır. Elbette hurafeleri dinin hakikatinden ayırma zahmetine katlananlar da olmuştur. Değişik dinleri incelediğimizde onlardaki bazı yüceltici düşüncelere rastlarız. Kur’an-ı Kerim bir yerde bu konuya işaret etmiş ve insanlara yüceltmeden sakınmaları hususunda tavsiyede bulunmuştur.[2] İslam dini de diğer ilahi dinler gibi bu tehlikeli afete maruz kalmıştır. Aziz Peygamberin vefat etmesinden sonra ilk yüceltici sözler onun hakkında dile getirilmiştir. Değişik dönemlerde Müslümanlar arasında bir takım gruplar ortaya çıkmış ve yüceltici düşünceleri tebliğ etmişlerdir. Bu grupların genel çabası siyasal ve dinsel önderlere ve şahsiyetlere insanüstü özellik vermek olmuştur. Bu çabalar farklı neden ve dürtülerden kaynaklanmıştır ve ileride özetle onlardan bazılarına işaret edeceğiz:
1. Emevi devletinin işbaşına gelmesi ve onların Ehlibeyt’e yönelik taşıdığı düşmanlık ve kin siyasi çatışmalar ve dinsel tartışmalar alanında onların desteğiyle bir akımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu akım bir taraftan kendi önderlerine yönelik yüceltici bir düşünce taşımakta[3] ve öte taraftan da Şii imamları ve özellikle Hz. Ali’ye (a.s) yönelik düşmanlık ve lanetleme eylemlerinden kaçınmamıştır. Ehlisünnet tarihçilerinin tabiri ile Nasıbiler olarak meşhur olan bu aşırı akım[4], Şiilerin reaksiyon göstermesine neden olmuştur. Bu bağlamda bazen imamların dostlarından bazıları aşırılık yolunu tutmuş ve genellikle İslami olmayan düşüncelerin etkisinde kalarak imamları savunmada bir takım sözler sarf etmiş ve onlar için insanüstü bir konum göz önünde bulundurmuşlardır.
2. İmamların etrafında bulunan bazı fertlerin makam istekleri, bu bireylerin kendileri için toplumsal bir konum yaratmak gayesiyle imamlar hakkında yüceltme teşebbüsünde bulunmalarına neden olmuştur; yani onlar imamı tanrı mertebesine yükseltmiş ve böylece kendilerini de onun temsilcisi ve elçisi olarak ilan etmişlerdir.
3. Yüce İslam dini birçok kanun ve hükümleri yasalaştırarak sınırsız ve hadsiz özgürlüklere ilgi duyan bireyler için bazı sınırlamalara neden olmuştur. Bu özgürlüklere ulaşmak belirtilen kanunlar manzumesinden çıkmayı gerektirmekteydi; bunun için bazı şahıslar hakkında yüceltmede bulunmak ve onlara ulûhiyet sıfatlarını vermek onlar tarafından şeriatın iptal edilmesi ve kayıtsızlığın gerekçelendirilmesine altyapı oluşturmaktaydı.[5] Aynı şekilde dini yanlış savunmak, gelir elde etmek, haddinden fazla sevgi ve aşk duymak, dinde bozgunculuk çıkarmak ve zamanın devletlerinin Şiilik akımına karşı muhalefeti yüceltmenin meydana gelmesinin nedenleri olarak sayılabilir. Yüceltenlerin kendi hedeflerine ulaşmak için kullanmış oldukları yöntemlerinden biri, bu doğrultuda hadis uydurmak ve onları imamlara isnat etmek idi.[6] Bu hedef doğrultusunda onlar özel yöntemlerden faydalanmaktaydı. Bu yöntemlerden biri hadis uydurmak ve bir takım komplolar ile onları Şii hadis kitaplarına koymaktı. Bu yöntemi kullanan yücelten şahıslardan biri, İmam Bakır’ın (a.s) öğrencilerinden olan Mugayre bin Said’tir. İmam Sadık (a.s), yüceltici hadisleri İmam Bakır’ın (a.s) sahabelerinin kitaplarına koymaya dönük bu şahsın yaptığı düzenbazlığa işaret ettikten sonra onu lanetlemiş ve kınamıştır.[7] İmam Rıza (a.s) Ebu’l Hattab gibi yüceltici biri tarafından bazı rivayetlerin uydurulduğuna olduğuna işaret etmiştir. İmam (a.s), Ebu’l Hattab’a lanet ettikten sonra bu tür rivayetleri kabul etmemeyi belirtmiştir.[8] Bu tür akımların varlığı, imamlara muhalif hükümetler için iyi bir bahaneydi. Onlar bu tür sözlere isnatta bulunarak ve Şiileri küfür ve şirk ile itham ederek imamlara karşı katı tutum takınmayı ve Şiileri baskı altında tutmayı gerekçelendiriyorlardı. Temiz imamlar da topluma egemen olan bu durumu idrak ederek Şiileri bu tür düşünceleri kabul etmekten sakındırmakta, her zaman bu sapık olguyla mücadele etmekte ve kınamak, lanet etmek[9] ve uzaklaştırmak[10] gibi değişik yöntemler ile Şiiliğin orijinal versiyonunu saptırmaya dönük bu grubun çabalarını akamete uğratmaya çalışıyordular. İmamlar ile yüceltenlerin arasındaki bu mücadele, bazen imamlar tarafından yüceltenlerden bazı şahısların öldürülme emrinin verilmesine kadar varıyordu. Bu hususta İmam Hadi’nin (a.s), Fars bin Hatem’in öldürülmesine ve onu öldürene cennet güvencesi vermeye dönük buyruğuna işaret edilebilir.[11] Diğer din ve mezheplerin önderlerine yönelik de yüceltici bakışın değişik şekillerde ve farklı nedenlerle dile getirildiğine dikkat etmek gerekir. İkinci halifeye yönelik yüceltici bakış ve Ehlisünnet kaynaklarında belirtildiği şekliyle Ömer’in teyit edildiği konuların dile getirilmesi[12] ve onun Hz. Peygamberden (s.a.a) daha üstün olduğunu[13] yansıtan hususlar bu kabildendir.
İmamların Yüceltenler Hakkındaki Görüşü
Eğer Şia’nın sahih hadislerini inceleyecek ve Ehlibeyt’in bu sapma hakkındaki sözleri üzerinde biraz düşünecek olursak hiç kimsenin Şii imamları kadar sapmayı açıklamadığını ve bu akım ile mücadele etmediğini kavrarız. Müminlerin Önderi (a.s) şöyle buyuruyor: Ey Allah’ım İsa’nın (a.s) Hıristiyanlardan uzak olduğunu belirttiği gibi ben de yüceltenlerden uzak olduğumu ilan ediyorum. Ey Allah’ım onları ebediyete dek zelil kıl ve hiçbirini başarılı kılma. İmam Sadık (a.s) yüceltenler ve onların düşünce şekli hakkında şöyle buyuruyor: Gençlerinizi yüceltenlerden sakındırınız ki onları bozgunculuğa itmesinler. Gerçekten de yüceltenler Allah’ın en kötü yaratıklarıdır. Onlar Allah’ın azametini hafife alır ve Allah’ın kullarının rab olduğuna inanırlar.[14] Aynı şekilde şöyle buyuruyor: İnsanı imandan çıkaran en küçük şey, insanın yücelten bir şahsın yanında oturması, onun sözüne kulak asması ve onu tasdik etmesidir. Sonra şöyle buyuruyor: Babam Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle nakletmiştir: Ümmetimden yüceltenler ve Kaderiyye’den ibaret olan iki grup İslam’dan nasiplenmemiştir.[15] Bir rivayette İmam Sadık’tan (a.s) yüceltenler ve tefviz ehli hakkında sorulmuş ve kendisi şöyle buyurmuştur: Yüceltenler kâfirdir, tefviz ehli ise müşriktir. Her kim onlar ile oturursa veya onlar ile yer ve içerse veyahut onlara kız verir veya onlardan kız alırsa yahut bir kelimeyle onları desteklerse Allah’ın, peygamberinin ve Ehlibeyt’inin velayetinden çıkar.[16]
Şia Âlimlerinin Yüceltenler Hakkındaki Görüşü
Şia âlimlerinin yüceltenler hakkındaki düşünce ve görüşünü anlamak için Keşi, Necaşi, Allame Hilli ve Gazairi gibi Şii rical kitaplarına bakıp Şii âlimlerinin bu sapık akıma karşı nasıl bir tutum takındığını öğrenmek yeterlidir. Şii âlimlerinin en önde gelenlerinden sayılan Şeyh Mufit, Saduk’un akait kitabına düştüğü bir şerhte “yücelten” ve “tefviz” kelimelerine değinmiş ve yüceltmek hakkında şöyle demiştir: “Görünüşte İslam’a bağlı olan yüceltenler müminlerin önderi ve onun soyundan gelen imamları tanrılık ve peygamberlik makamına çıkarmış ve din ve dünyada onların üstünlüğü hakkında haddi aşan sözler söylemişlerdir. Böyle şahıslar kâfir ve sapıktırlar. Müminlerin Önderi, onların öldürülmesi ve yakılmasını emretmiş ve imamlar da onların kâfir olduklarına ve İslam’dan çıktıklarına hükmetmişlerdir.”[17] Şii fakihleri fıkhi ve ameli kitap ve risalelerinde de Harici ve Nasıbilerin yanında yüceltenlerin temizliği konusuna da değinmiş ve onların necis olduklarına fetva vermişlerdir.[18] Belirtilen hususlara binaen ve dile getirilen bazı rivayetlerden istifade edildiği kadarıyla, imamlara yönelik yüceltici düşüncenin ve onlara ulûhiyet bahşetmenin eserleri tarih boyunca belirtilen deliller sebebiyle Müslümanlar arasında ve bazı kaynaklarda yer bulmuştur. Elbette içeriği böyle olan rivayetler hiçbir Şii âlimleri tarafından onaylanmamıştır. Bu yüzden âlimler, içinde imamların ulûhiyetinden bahsedildiği, Kur’an’ın açık nassı ve imamlardan nakledilen rivayetler ile çelişen bu tür rivayetler ile karşılaştıklarında onların sahih olmadığına hükmetmiş ve onları nakledenlerin yüceltici olduklarını belirtmişlerdir.
Kur’an Ve Hadislerin Peygamber Ve İmamların Yaratılmış Olduğuna Vurguda Bulunması
Kur’an-ı Kerim değişik münasebetler ile peygamberlerin beşer olduğunu hatırlatmış ve bizi onlar hakkında yüceltmede bulunmaktan sakındırmıştır.[19] Peygamberleri diğer insanlar gibi mahlûk[20] ve beşer[21] olarak tanıtmıştır. Hz Peygamber (s.a.a) ve Şii imamları (a.s) da her zaman mahlûk olduklarını ve güçsüz ve Allah’a muhtaç olduklarını vurgulamışlardır. Hz Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: Biz Allah’ın kulları, yaratıkları ve bağlılarıyız. Onun emrine uyar ve sakındırmasından sakınırız.[22] İmam Sadık (a.s) yüce atalarının halini naklederek şöyle buyurmaktadır: Geceleri ben babamın yatağını hazırlardım ve gelip istirahat etmesi için beklerdim. Babam yatağa gelince ben kalkar ve yatağıma giderdim. Bir gece benim bekleyişim uzun sürdü. Istırap içerisinde mescide gittim ve mescitte kimseyi görmedim. O vakitte herkes istirahata çekilmişti. Aniden ben babamı bir köşede secde ettiğini ve içten bir şekilde şöyle dediğini gördüm: Sen temiz ve mukaddessin Ey Allah’ım. Sen benim hak rabbimsin. Senin toprak kapına kapandım ey Mevlam. Ey rabbim benim itaatim naçiz ve azdır. Sen benim sevabımı arttır. Ey Allah’ım kullarını topraktan kaldıracağın kıyamet günü beni cehennem azabından koru. Ey Allah’ım benim ile barış ki sen barışan ve şefkatlisin.”[23] Aynı şekilde İmam Sadık (a.s) kendisinin ulûhiyet makamı taşıdığını sanan bir şahsa cevap verirken şöyle buyurmuştur: Biz Allah’ın kulları olup O’na ibadet etmek için yaratıldık.[24] Veya şöyle buyurmuştur: Allah’a yemin ederim ki biz yaratılmış kullarız, bizim ibadet ettiğimiz bir tanrı vardır ve eğer ona tapmazsak bizi azaplandıracaktır.[25]
İmamların Makamı Hakkında Taksirde Bulunmak
Şu ana dek belirtilenler, imamlar hakkında yüceltmede bulunmayı ve de imamlar ve Şii âlimlerinin bakışında bu düşünceyi reddetmek ile ilgiliydi. Lakin imamların konum ve yeri bağlamında taksir diye meşhur olan başka bir görüş de mevcuttur. Bu düşünceye mensup kimselere de Mukassire denmektedir. Bu bakışta yüceltenlerin aksine imamların konum ve yeri aşağıya çekilmiş ve onlar normal insanların derecesi ve mertebesinde değerlendirilmiştir. İmamlar ve Şii âlimleri bu görüşe de karşı çıkmış, lakin yüceltenlerin görüşünün tehlikesinin daha fazla olduğunu belirtmişlerdir.[26] Gerçekte imamların muhalifleri, bu iki yöntemden yani imamlar hakkında yüceltmede ve taksirde bulunmaktan ve aynı şekilde onların düşmanlarını kınamak hakkında bir takım rivayetler uydurmakla Şiiliğin ve imamların asıl çehresini zedelemeye çalışmışlardır.[27]
İmamların Konumuna Dair Şia’nın Otantik Görüşü
Temiz imamlar her zaman takipçilerini değişik meselelerde ve özellikle bu hususta orta yola çağırmışlardır.[28] Bazı rivayetlerde imamların konumu ve faziletlerine nasıl bakılacağı meselesi dile getirilmiştir.[29] Şii âlimleri de akli ve nakli deliller esasınca peygamberler ve imamlar için bir takım özellikler olduğunu ispat etmiştir. Bu özelliklerin her biri bu bireylerin yer ve makamlarının gereğidir; örneğin peygamber ve imamların masum oluşu veya onların ledünni ilim taşıdığı Kur’an ve rivayet tarafından onaylanmış ve aynı şekilde akıl tarafından da kabul edilmiştir. Şii âlimlerinin bakışında imamlar diğer insanlardan üstün olup keramet ve üstünlük taşırlar. Bu kerametlerin bir kısmı Şii hadis metinlerinde belirtilmiştir. Ehlisünnet kaynakları da bu faziletleri zikretmiştir; Hz Peygamber’in (s.a.a) Hz Ali (a.s) ve Ehlibeyt (a.s) için dile getirdiği faziletler bu kabildendir.[30] Yüceltmek konusunda düşünülmesi gereken nokta şudur: Yüceltici inançlar ile onun dışındaki inançlar arasında bir sınır konulmalıdır; yani kulağımıza gelen ve bazen idrak edemediğimiz veya bizim düşünce şeklimiz ile uyuşmayan her şeyi yüceltmek olarak değerlendirmemeliyiz. Birçok kerametler ilk bakışta ve örfsel olarak gerçek dışı görülebilir, ancak biraz dikkat ve düşünceyle onun için akli kanıt ve Kur’an ve sünnetten nakli bir delil bulunabilir. Bunun için inançsal meselelerde mezhepsel bağlılıklardan kaynaklanan taassuplardan uzak bir şekilde peygamberler ve imamlar hakkındaki keramet ve erdemleri, onlar hakkında ileri sürülen yüceltici kavramlar ile karıştırmaktan sakınılmalıdır. Bu esas uyarınca bizi yüceltmeden uzaklaştıracak şey şu noktaya dikkat etmektir: İmamlar bütün bu makamlar ile birlikte Allah’ın kuluydular ve bütün bu erdemler, kerametler ve makamlar ilahi izin ve O’nun inayeti ile gerçekleşmiştir. Onlar kendi zatlarında Allah’a muhtaç oldukları gibi sıfatlarında da O’na muhtaçtırlar. Onların bir bağımsızlıkları yoktur. Bundan dolayı bu kabiliyetlerin ispat edilmesi tevhit ile hiçbir çelişki arz etmek, hatta tevhidi vurgular.[31]
[1] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l Envar, c. 25, s. 265, Camiu’l-Hadis (cd).
[2] Nisa Suresi, 171. ayet.
[3] Gazvini, Zekeriyya bin Muhammed, Ehsenu’t Takasim, c. 2, s. 596, Emir Kebir, Tahran, çapı evvel, 1373 h.ş.
[4] Zerkuli, Hayru’d din El- A’lam, c. 3, s. 180, Beyrut, Daru’l İlm, çapı heştum, 1989 m; İbni Kesir, İsmail bin Ömer, El- Bidaye ve’n Nihaye, c 8, s. 22, Beyrut, Daru’l Fikir, 1404 h.k.
[5] Saduk, Muhammed bin Hasan, İlelu’ş Şerayi, c. 1, s. 227, İntişaratı Hayderiyye, Necefi Eşref, 1386 h.k.
[6] Hürr’ü Amuli, Muhammed bin Hasan, Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 181, Müessesetü A’lul Beyt Li İhyai’t Turas, Kum, çapı evvel, 1409 h.k.
[7] Keşi, Muhammed bin Ömer, Ricali Keşi, s. 225, intişaratı danişgahı Meşhed, 1348 h.k.
[8] a.g.e, s. 224, intişaratı danişgahı Meşhed, 1348 h.k.
[9] Hürr’ü Amuli, Muhammed bin Hasan, Vesailu’ş Şia, c. 28, s. 348.
[10] Nuri, Hüseyin, Müstedreku’l Vesail, c. 12, s. 315, Müessesetü A’lul Beyt Li İhyai’t Turas, Kum, çapı evvel, 1408 h.k.
[11] Hürr’ü Amuli, Muhammed bin Hasan, Vesailu’ş Şia, c. 15, s. 124.
[12] İbni Kesir Demeşki, İsmail bin Ömer, Tefsiri Kur’an-i’l Azim, c. 1, s. 295, Daru’l Kutubu’l İlmiye, Menşurat Muhammed Ali Beyzun, Beyrut, çapı evvel, 1419 h.k.
[13] Hakki, Bursevi, İsmail, Tefsiri Ruhu’l Beyan, c. 3, s. 37, Daru’l Fikir, Beyrut.
[14] Tusi, Muhammed bin Hasan, El- Emali li’l Tusi, s. 650, İntişaratı Daru’s Sakaleyn, Kum, çapı evvel, 1414.
[15] Saduk, Muhammed bin Ali, El- Hisal, c. 1, s. 72, İntişaratı Camıayı Müderrisin Hovzeyi İlmiyyeyi Kum, çapı dovvum, 1403 h.k.
[16] Saduk, Muhammed bin Ali, Uyunu Ahbaru’r Rıza (a.s), c. 2, s. 203, İntişaratı Cihan, 1378 h.k.
[17] Mukeddermovt, Martin – Tercüme Ahmet Aram, Endişehayi Kelamiyi Şeyh Mufit, s. 153.
[18] Hilli, Allame Hasan bin Yusuf, Gavaidu’l Ahkam fi Marifeti’l Helali ve’l Haram, c. 1, s. 192, Defteri İntişaratı İslami vabeste bi camiayı muderrisini hovzeyi İlmiyyeyi Kum, çapı evvel, 1413 h.k.
[19] İbrahim Suresi, 11. ayet.
[20] A’li İmran Suresi, 59. ayet.
[21] Kehf Suresi, 110. ayet.
[22] Hürr’ü Amuli, Muhammed bin Hasan, Vesailu’ş Şia, c. 4, s. 302, Müessese-i A’lu’l Beyt li ihyau’t Turas, Kum, çapı evvel, 1409 h.k.
[23] Kuleyni, Muhammed bin Yakup, El- Kafi, c. 3, s. 323, Daru’l Kutubu’l İslamiye, Tahran, çapı çaharum, 1365 h.ş.
[24] Ravendi, Kutbu’d Din, El- Haraic ve’l Cerayih, c. 2, s. 637, Müessese-i İmam Mehdi (a.c.f), Kum, çapı evvel, 1409 h.k.
[25] Şehri Aşub, Muhammed, El- Menakıb, c. 4, s. 219, Müessese-i İntişaratı Allame – Kum, 1379 h.k.
[26] Tusi, Muhammed bin Hasan, Emaliyi Tusi, s. 650, İntişaratı Daru’s Sakafe, Kum, çapı evvel, 1414 h.k.
[27] Saduk, Muhammed bin Ali, Uyunu Ahbaru’r Rıza (a.s), c. 1, s. 303, İntişaratı Cihan, 1378 h.k.
[28] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l Envar, c. 8, s. 70, Müessese-i El- Vefa, Beyrut, Lübnan, 1404 h.k.
[29] Ravendi, Kutbu’d Din, El- Haraic ve’l Cerayih, c. 2, s. 735, Müessese-i İmam Mehdi (a.c.f), Kum, çapı evvel, 1409 h.k.
[30] Taberani, Süleyman bin Ahmet, El- Mucemu’l Kebir, c. 3, s. 41, 50, 56, 108, Mektebetu’l Ulumu ve’l Hikem, muvessel, çapı dovvum, 1404 h.k. – Suyuti, Celalu’d Din, Eddur’ul Mensur fi Tefsiri’l Me’sur, c. 2, s. 6, Kitaphanei Ayetullah Mer’aşi Necefi, Kum, 1402 h.k.
[31] Daha fazla bilgi için: Turhan, Kasım, Niğerişi irfani, felsefi ve kelami bi şahsiyet ve kıyamı İmam Hüseyin (a.s), Çilçırag, çapı evvel, 1388 h.ş.