Please Wait
7789
Tevessül insanın sapıklığına neden olmamakla kalmıyor. Bilakis insanı daha da Allaha yakınlaştırmak için bir vesile ve yoldur aynı zamanda. Tevessülün meşru ve doğru olduğunun asıl delili, örneğin İmam Rızayı (a.s.) vesile kılarak alınan şifalar değildir. Ama akli ve nakli delillerle tevessülün meşru ve doğru olduğu ispatlandıktan sonra bu olayla konuyu teyit etmek ve onu daha da pekiştirmek için güzel bir örnek olabiliyor. Varlık âlemine hâkim olan nizam sebep, sonuç ve nedensellik nizamıdır. Maddi dünyada her hangi bir hedefe ulaşmak için o hedef için, ilkin gerekli olan sebepler ve nedenlerin oluşmasının gerekli olduğu gibi melekût-i ve manevi hedeflerine ulaşabilmek için de aynı nizam; yani nedensellik nizamı hâkimdir. Bu bağlamda kuranı kerim şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya (giderken sizi Ona ulaştıran) vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz"[i]
Tevessülün hem akli delili var hem nakli delili. Delil olarak ortaya atılan hastanın şifa bulması ise, tevessülün meşru ve doğru olduğuna delalet edecek asıl delil değildir. Evet! Bu iddiayı güçlendirmek için hastanın şifa bulmasından istifade edilebilinir. Diğer taraftan karşı taraftan buna verilen cevap bir tür mugalâta, lafebeliği (demagoji) dir. Zira bu ayetin; " her kim kendi sapıklığında ısrarlı olursa biz onun sapıklığını daha da fazlalaştırırız" genelliğinden sapıklığın aslı ispatlanmış olduğu yerlerde ancak istifade edebiliyoruz. Burada burhana mantıksal bir kalıp vermek istesek şöyle diyebiliyoruz:
Birinci mukaddime (suğra): Tevessül sapıklıkta ısrar etmektir.
İkinci mukaddime (kubra): Her kim sapıklığında ısrar ederse biz onun sapıklığını daha da fazlalaştırırız.
Netice: kim tevessülde ısrarcı olursa biz onun sapıklığını daha da artırırız.
Her istidlal ve burhanın doğru netice verebilmesi için şeklinin (kalıbının) doğru ve mantıklı olmasının yanı sıra mukaddimelerinin de doğru olmaları lazım. Bu istidlalde birinci mukaddime yani "tevessül sapıklıkta ısrar etmektir" sadece bir iddiadır. Hakkında hiçbir delil söz konusu değildir.
Başka bir beyanla bu iddianın sahipleri tevessülün hiçbir delili yoktur sanısına ve hayaline kapılmışlar. Sahip oldukları bu yanlış sanı ve hayale dayanarak birinci mukaddimeyi yani "tevessül sapıklıkta ısrar etmektir" şekillendirmişlerdir. Oysaki durum tam bunun tersi şeklindedir. Yani tevessül olayının yakine dayalı ve sarsılmayacak şeklinde delilleri vardır. Her kim bu delilleri duyarsa Allaha yaklaşmak için tevessülden ve tevessülde vesile kılınmış vesilelerden en güzel bir şekilde yararlanacaktır.
Tevessül terimsel (ıstılahı) olarak anlamı şudur: insan, kendisinin duası Allah tarafından kabul edilsin ve kendi maksat ve matlubuna kavuşsun diye her hangi bir şeyi vesile unvanıyla Allahın dergâhına sunmasıdır. Vesile ve sebepler mecrasından maksada ulaşmak hem maddesel yaşamda hem manevi yaşamda fıtri ve akli şeylerden sayılmaktadır. Bitkisel ve hayvansal varlıklar bile bu durumdan müstesna değildirler.
Aslında varlık âleminin nizamı sebepler ve sonuçlar nizamıdır. Konuyla ilgili imam Sadık (a.s.) şöyle buyuruyor: "Allah u Teâlâ sadece ve sadece işlerin sebepler mecrasından gerçekleşmesini istiyor. Bu nedenle her şey için bir sebep karar kılmıştır".[1]
Bir insan doğal ve adil bir yaşamında kendi maddesel yaşamının ihtiyaçlarını gidermek için sürekli örfsel, normal ve doğal vesileleri aramak için akıl ve fıtratından yararlanıyor. Aslında insanın maddesel yaşamında gerçekleşen bu hayret verici kalkınmalar, ilerlemeler ve değişikler her olaya münasip sebeplere ve olaylar arasında sebep sonuç ilişkisinin yani nedenselliğini keşif etme yoluna tevessül edilerek gerçekleştirilmiştir. Buradaki en temelli nokta şudur ki, insanın hayatı ve yaşantısı maddesel yaşantıyla sınırlı değil ve hayat maddesel yaşantıda özetlendirilmiyor. Bilakis insan hayatının en önemli bölümünü teşkil eden insanın manevi ve meleküti yaşamı da söz konusudur. Bu yaşantıya hâkim olan nizam da, sebep ve sonuç nizamıdır. Ancak bu iki nizam arasında şöyle bir fark vardır: Maddesel yaşama hâkim olan nizamda insan kendi aklından ve ilmi tecrübelerinden yararlanarak münasip ve uygun olan sebepleri keşif edebiliyor. Ama manevi yaşama hâkim olan nizamda ise insanı yücelten ve kendisine uygun sebeplerin keşif edilmesi ve onlara sarılma niteliği konusu ise genellikle insan aklının alanı dışında kalıyor. Bu nedenle akıl Allah ile kendisi arasında bazı vesilelerin olmasının zorunluluğunu tespit edebiliyor ama reel örneklerini teşhis etme konusunda şiddetli bir şekilde dini metinlere muhtaç olduğunu derk ediyor.
Kuranı kerim müminlere, vesileler edinmelerini emr ediyor:" Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya (giderken sizi Ona ulaştıracak) vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz"[2] bu ayeti kerime açık bir şekilde Allaha doğru manevi yola koyulurken ve ona doğru manevi yakınlaşmanın gerçekleşmesi istenildiğinde, bu ancak vesile veya vesilelerle gerçekleşeceğini söylemektedir. Ama buradaki soru bu vesilenin ne olduğu noktasındadır, yani bu vesile nedir?
Hadisleri kendisinde toplayan ehlisünnet ve Şia'nın rivayi kitaplarda birçok rivayet peygamber ve ehli beytinin Allaha yakınlaşma noktasında vesile kılınacak en uygun vesileler olduğunu söylemektedirler.[3]
Tevessül ile alakalı nakli delil bağlamında hem ehlisünnet ve hem Şia rivayetlerinde o kadar rivayetler çok ki, bu çoklarıyla tevessül konusunun meşru oluşu hakkında şek ve şüphe için kesinlikle yer kalmıyor. Konuyla alakalı daha fazla bilgi edinmek için bkz:
Felsefe-i tevessül bı ehli beyt, 1321 (sayt: 1316).
Tevessül ve şefaat ez didgah-i ehlisünnet 4889 (sayt: 577).
İtikad-i ehlisünnet bı tevessül kable ez ibni teymiye 2143 (sayt: 2261).