Please Wait
12085
1- Soruya dört bölümde cevap vermek mümkündür:
a) Kemal’in tarifi ve onun ‘tamam’la olan farkı,
b) İnsanın kemali,
c) İslam dinine göre insanın kemali,
d) Kemale ulaşmanın yolu.
2- Kemal bazen ‘tamam’la eş anlamlı olmakta, bazen de tamamın dışında bir kavram olmaktadır. Kemal ve tamamın zıt anlamı ise ‘noksanlık’ (naks)’tır.
3- Kemal, fiiliyat ve sırf varlık demek olup, kuvve ve kabiliyetin olmaması demektir veya bir şeyin son halinde sahip olması gereken sıfat ya da sıfatlar demektir.
4- Kemal, bir şeyin derece ve merhalelerindedir, tamam ise bir şeyin parçalarının var olup ortaya çıkması demektir. Bu yüzden bir şey tamamlanmış olabilir, ama kâmil olmaz. ‘İlerlemenin de bazı yerlerde kemalin mefhumunun dışında bir mefhumu vardır.
5- Varlıklar iki kısımdır: Maddi varlıklar ve mücerret (maddi olmayan) varlıklar. Hareket, kemal ve tekâmülü olan her şey maddidir. Her varlığın kemali kendi varlığına uygundur. Tamamen mücerret olan varlıklar bütün kemallere, daha yaratılışlarının başlangıcında sahiptirler.
6- İnsanın iradi kemalini teşhis etmek diğer varlıkların kemalinden daha zordur. İnsanın kemalini bilmek onun zihni tanımını bilmektir. Kemalin vicdani ve şuhudi kavrayışı ise ancak kemal mertebesine ulaşan kimseler için mümkündür.
7- İnsanın kemalinin nerede olduğuna dair filozof ve bilim adamları arasında görüş ayrılıkları vardır. Bu konuda oldukça fazla görüşler ortaya atılmıştır. Onlardan bazıları şunlardır:
a) Tabiattan faydalanma,
b) Güçlü olmak,
c) Müslüman filozofların görüşü (akıl),
d) Ariflerin görüşü (aşk)
Bu görüşlerin her birinin açıklama ve eleştirilerini yapmak için geniş bir fırsata ihtiyaç vardır.
8- Varlık alemindeki bütün zerreler kemale ve Hak’ka doğru hareket halinde olup, ‘dönüşüm’ ve ‘oluşum’ diye genel kanununun kapsamına girmektedirler: Nitekim buyuruyor ki ‘Bilin bütün işler Allah’a döner.’ İnsan da bu kanunun dışında değildir. ‘Dönüşüm’ün, ‘hareket’ ve ‘seyir’ ile farkı Kur’an-ı Kerim’den istifade edilen konulardandır.
9- Değişimler, dönüşümler ve oluşumların hepsinin maksadı -özellikle insan açısından- ilahi kurb ve ilahi buluşmadır.
10- İnsani kemale ulaşmak (ilahi kurb ve buluşma) için vesileye ihtiyaç vardır. Bu vesile de ‘kulluk ve ibadet’tir. Kulluk Allah’a doğru gitmenin en üstün makamı ve merhalesi, insan-ı kamilin en şerefli derecesidir. ‘Ubudiyyet’ batını ‘rububiyyet’ olan bir gerçektir. Kulluk adı en güzel addır. Ve Resul-u Ekrem (s.a.a) ‘Abdullah’ (Allah’ın kulu) olmanın yanı sıra aynı zamanda mutlak ilahi hüviyetin kulu manasına gelen ‘Abduhu’ (O’nun kulu)’dur da. Bu yüzden namazlarda ‘Eşhedü Enne Muhammeden Abduhu (Onun kulu) ve Resuluhu (Onun Resulüdür)’ diyoruz.
Allah’a ilim ve yakini olan bir kimse Onun kuldur ve Ondan başkasından uzak durur, hiçbir hicap ve vasıta olmadan Ona yakın olur.
11- Kulluğun tek yolu itaat ve ibadettir. Kulun Allah’a olan marifet ve şuhudundan sonra ve inniyyet ve enaniyyet hicaplarını kaldırdıktan sonra kulluk etmek mecburiyetindedir.
12- İbadet geniş anlamıyla kulun Allah’ın rızasına ulaşmak ve Ona yakınlaşmak için yaptığı tüm işleri kapsamaktadır. Yaratılışın da hedefi ibadettir.
13- Masumların (a.s), ehl-i marifetin ve ilahi kurba nail olmuş büyüklerin sözlerinde en önemli ibadetin, farzları yerine getirmek ve günahları terk etmek olduğu belirtilmiştir.
14- Kemale ulaşmak için yapılması gerek en önemli işler rivayetlerde ve rabbani alimlerin sözlerinde şöyle gelmiştir:
Susmak, aç olma, seher[i], yalnızlık ve zikr-i daim
Dünyanın eksik olanlarını bu beş eder tamam
Soruya dört bölümde cevap vermek mümkündür:
a) Kemal’in tarifi ve onun ‘tamam’ ve ‘ilerlemeyle olan farkı.
b) İnsanın kemali.
c) İslam dinine göre insanın kemali.
d) Kemale ulaşmanın yolu.
a) Kemal’in tarifi ve onun ‘tamam’ ve ‘ilerlemeyle olan farkı:
Kemal bazen ‘tamamla eş anlamlı olup, bazen de onun dışında bir manası vardır. Kemalin zıt anlamı ‘noksanlık’ (nakıs)’tır. Tamam da aynı şekilde nakısın zıt anlamıdır.
Kemal, fiili ve sırf varlıktır ve kuvve ve kabiliyetin olmaması demektir. Kemal, bir şeyin mümkün ve layık olduğu şeye sahip olmasıdır. Başka bir deyişle, her şeyin son noktası, onun son ve en üst merhalesidir veya bir şeyin son fiili oluşunun gerektirdiği sıfat ya da sıfatlardır. Hakiki kemale ulaşmak için faydalı olacak diğer işler, ‘mukaddime olan kemal’ veya ‘kemalin mukaddimesi’ olacaktır.[1]
Denilebilir ki, felsefede bazı yerlerde kemal, tamam manasına gelmiştir ve aralarında fazla bir farklılık yoktur. Ama dini kaynaklarda ve örfte tamamla kemal arasında fark vardır. Kur’an-ı Kerim tamam ve kemal (itmam ve ikmal)’in iki farklı kavram olduğunu kabul ederek şöyle buyuruyor:
‘Bugün dininizi size kamil kıldım ve nimetimi size tamamladım ve İslam’ı size din olarak seçtim.’[2] Yani dini, eksiklikten kemale, nimeti de eksiklikten tamama erdirdim.
Dolayısıyla kemal ile tamamın farkını şöyle açıklayabiliriz: Kemal bir şeyin derece ve merhalelerindedir, tamam ise bir şeyin parçalarının bir araya gelmesi demektir.
Öyle ki, bir şeyin asıl varlığı için gerekli olan parçaların tümü bir araya gelirse o zaman tam olur. Yoksa asıl varlık ve mahiyetinde eksik kalacaktır. Halbuki kemal, bir şey tam haddine ulaştıktan sonra yinede daha üst mertebesinin olma imkanının olduğunu ifade eder. Dolayısıyla bir şey tamam olabilir ama kemale ermeyebilir.
Kemal ile ilerlemenin farkı ise şudur: Kemal ve tekamül kavramında -hareket ve kamillikle birlikte ise- yükselme ve yukarıya doğru çıkma vardır. Tekamül harekettir, ama yukarı doğru olan hareket, bir düzeyden daha üst bir düzeye, bir merhaleden daha üst bir merhaleye gitmektir. İlerleme ise bir düzeyde de gerçekleşebilir, bir yerden bir yere gitmek olduğunda da gerçekleşir. Örneğin bir ordu, düşmanın sahip olduğu yerin bir bölgesini alır ve orayı işgal ederse ordu orada ilerledi deriz, tekamül etti demeyiz.[3]
b) İnsanın Kemali: Alemdeki varlıklar (mümkün varlıklar) ya daha baştan yaratılırken varlıklarının layık oldukları bir yapıya sahiptirler bu durumda onlarda hareket ve kemale erme diye bir şey olmaz ve bu varlıklar mücerret varlıklardır (melekler vb. gibi) ya da insan gibi gerekli ve son kemalden yoksun olan ve ona ulaşmak için hareket ve kamilliğe ihtiyaçları olan maddi varlıklardır.
Kemal ve tekamül manaları (kuvveden fiile geçiş) göz önüne alındığında her varlık kendine uygun kemale sahip olacaktır. Bir ağacın peşinden gittiği kemalle bir hayvanın peşinden gittiği kemal farklıdır. Yine insanın kemaliyle başka varlıkların kemali bir değildir.
Bu yüzden maddi varlıklar, varlık kemalleri hasebiyle derecelere ayrılabilirler. Bildiğimiz varlıklar içinde cansızlar en düşük derecede, bitkiler ve hayvanlar sırasıyla ortada, insanlar ise en üst derecededirler. Bu derecelerde kemalin hacim ve miktarı değil çeşit ve değeri amaçlanmaktadır.[4]
İnsanın kemalini tespit etmek başka şeylerin kemalini tespit etmekten daha zordur. İnsanın insan hakkında bilmediği şeylerden birisi konumuz olan insanın kemalinin nerede olduğudur. Birçok şeyin kemalini (kolaylıkla) tespit edebiliriz, ama insan için aynı şeyi söyleyemeyiz.[5]
Vicdani kavrama ve şuhudi ilim manasında insanın hakiki kemalini yalnızca ona nail olmuş kimseler bilebilir. Ama ihtiyari kemale ermenin yolu ilime bağlıdır. Böyle kemallerin ilgi ve irade alanına girebilmesi için daha önce bilinmeleri, seçimle elde edilmeleri gerekir. Onları bilmenin yolu şuhudi marifet türünden değildir. Aksine zihni ve ilim-i husuli tanımayla olur.[6]
Yukarıda söylenenler göz önüne alındığında filozoflarla bilginlerin insanın gerçek kemalinin tespiti hakkındaki görüş ayrılıklarının olması şaşırtıcı değildir.
İnsanın kemaline (insan-ı kamile) ait çeşitli görüş ve düşünceler vardır, ama onlar hakkında inceleme ve eleştirilerin yapılması konunun uzamasına neden olur. Bu yüzden insanın kemali hakkında birkaç görüşe yer vermekle yetineceğiz. Daha fazla bilgi isteyenler ilgili kitaplara başvurabilirler.
1- Tabiattan faydalanma görüşü: Bu görüş de haddi zatında iki kısma ayrılmaktadır:
a) Bireyin tabiattan faydalanması,
b) Toplumun tabiattan faydalanması.
Hümanistlik temeli üzerine kurulu olan bireyin tabiattan faydalanması teorisi, insanın kemalini tabiattan ve maddi zevklerden azami derecede faydalanmasında görmektedir. Müreffeh bir hayat için de, teknoloji imkanlarından yararlanılması ve doğal kaynak ve servetlerden en mükemmel şekilde faydalanması gerekir.[7]
Toplumun esas olduğu ilkesinden kaynaklanan toplumun tabiattan yararlanması görüşüne göre ise hedef, toplumun bütün tabakalarının refahının yükselmesi, dünya ve maddi nimetlerden faydalanmasıdır.[8]
2- Kudret Görüşü:
Bu görüşe göre insanın kemali kudret sahibi olmasındadır. Ve güçlü ve iktidar sahibi kimseye kamil insan denir. İnsan ne kadar güçlü olur, kendi etrafına yani tabiata ve diğer insanlara üstün gelirse o kadar kemale yakın olacaktır. Darwin’in tekamül teorisi de bu temele dayanmaktadır. Darwin’e göre, ‘kamil insan, güçlü varlıktır; güçlü varlık kendisini daha iyi koruyabilir ve varoluş mücadelesinde rakibini daha iyi yok edebilir.’ Bu görüşünden dolayı Darwin’e şu eleştiriyle karşı karşıyadır: ‘Varoluş mücadelesi’ teorisi ahlaki kuralların temelden yıkmaktadır.’[9]
3- Müslüman filozofların Görüşü (Akıl ve Hikmet Görüşü):
Müslüman filozoflara göre insanın kemali iki şeydedir. Biri hakikatleri (hikmeti) anlamak, diğeri de adalettir. Başka bir deyişle insanın kemali nazari hikmet ve ameli hikmettedir.[10]
Öyleyse insan-ı kamil filozoflar açısından, aklı teorik konularda felsefe ilkelerini kavramış olan ve ameli konularda ise (ahlaki açıdan) adaletli olan insandır.
4- Ariflerin Görüşü (Aşk Görüşü): Ariflere göre hakikat birdir, O da Allah’tır. Allah’ın dışında olanları o hakikatin bir tür gölgesidirler. İnsan, hakikati idrak ettiği zaman kamil olur ve hakikate ulaşır. ‘Hakka ulaşma’ ‘Allah’a kurb’ vb. arzuların sonu ve ariflerin kemalidir. Vusul ve ulaşmanın manası ‘Onda fani olmaktır. Fani olmak ise ‘ben’ ve ‘biz’in kalmaması demektir. Bu yolda olmayan ve hakikate ulaşmayan kimse yarı yolda kalmıştır. Bu ‘yol’ aşk ve muhabbetten oluşmuştur.[11] Bu aşkın merkezi kalptir. Ama ariflerin kastettiği aşk, normal aşklardan farklıdır. Arif’in aşkı gerçek aşktır, insanı yüceltir ve Allah’a ulaştırır. Yalnızca Allah aşkıyla sınırlıdır. Bu görüşte insanın, kâmil insan makamına ulaşmasının yolu ‘nefsi ıslah ve tezkiye’dir.
İrfan mektebinde aklı küçümsemek, mutlak şekilde içe yöneliş, nefsi öldürme ve ona ihanet çok önemlidir.[12]
İnsanın kemali konusunda başka görüşlerde var ki onları burada getirmiyoruz. Bu dört görüşe, İslam’ın ve Ehl-i Beyt (a.s)’ın maarifinin yönelttiği eleştiri ve düzenlemeleri de zikretmiyoruz. Bunun için bu alanda yazılmış kitaplara başvurulmalıdır.[13]
c) İslam’a göre kemal: İslam yukarıdaki görüşleri tümüyle kabul etmediği gibi tümüyle de reddetmektedir. İslam onların İslam’a ve Kur’an öğretilerine uymayan yanlarını reddediyor, doğru ve müsbet olan yanlarını da kabul ediyor. Bu dört görüş ve diğer görüşlerin hepsinde durum aynıdır.[14]
Allah-u Teala mutlak kemaldir ve kemalin yaratıcısıdır. Ondan zuhur eden her şey kâmildir. Alem ve Adem ondan zuhur etmiştir. İkisi de Hakkın kemalinin göründüğü yerlerdir. Varlık alemin bütün zerreleri kemale ve Hak’ka doğru hareket halinde olup, ilahi emrin yolunu katetmektedirler. İnsan da bundan istisna değildir.[15]
Kur’an-ı Kerim doğru dünya görüşünü belirtmiş, seyr u süluk yolunu (ve kemale ulaşmayı) irfan yolcularına göstermiştir. Çünkü,
1) Allah’ı ‘O sondur.’[16] diye tanıtmaktadır; yani en uzak ve en üstün maksat O’dur.
2) Varlık kervanı Hak’la buluşmaya doğru ‘dönüş’ ve ‘olmak’ halindedir: ‘İyi bilin ki işler yalnız Allah’a döner.’ [17] Kur’an-ı Kerim, insanın seyrinden ‘dönüş’ olarak bahsetmiştir ‘Dönüş’le ‘seyir’in farkı şudur: Seyir, yer ve gökteki bütün cisimlerde olan hareket demektir, dönüş ise değişim, olma, bir çeşitten başka bir çeşide dönme, bir merhaleden başka bir merhaleye tekamül etmeye denir. İnsanlar istisnasız seyir ve hareket halindedirler. Önlerinde dönüş, değişim ve olmak vardır ki, sonu Hak Teala’yla buluşmadır.[18]
İnsan da içinde olmak üzere bütün varlıklar Allah’a doğru bir dönüş halinde olsalar da, bireyler farklıdırlar. Bazıları ‘İsm-i A’zam’a doğru yönelirken bazıları da Allah’ın başka sıfatlarına doğru yönelmekteler.[19]
Her neyse bütün bu dönüşlere ‘İlahi Mülakat’[20], ‘İlahi Kurb’ ‘İndiyyet Makamı’ vb. şeklinde adlandırabiliriz. Allah-u Teala buyuruyor: ‘Ona vesilelerle yaklaşın.’[21] Çünkü hedef Allah’tır ve Allah’tan başka (her türlü kurba götürecek amel) vesileler bulun.[22]
Bir çok ayet, rivayet ve dua insan hareketinin asıl maksadının ilahi buluşma olduğunu söylüyor.[23] Marifet ehli bir çok büyük bu konuda çeşitli kitaplar yazmışlardır.[24]
Peygamberler (a.s), Masum İmamlar (a.s)’dan yüzlerce dua ve münacat ve razu niyazlar kalmıştır. Bunlar hakkında konuşmaya kalkarsak ciltler dolusu kitaplar yazmamız gerekecek.
Daha öncede söylendiği gibi dini kaynaklarda insanın kemali için çeşitli ibareler kullanılmıştır: Kurb-u İlellah, Likaullah, Makam-ı İndiyyet, Vüsul-u İlellah, Seyruret, Velayet, Tevhid, Hilafet, Sibğetellah, İlahi ahlakla ahlaklanma, Ru’yetullah, Allah’ın vechine bakmak, İbtiğa Vechullah, Fena ve Üns-ü Billah, Mücaleset Maallah, Kemal-u İnkita’, İzzi kutsi ilahi’ye taalluk, Civarullah, Dünuv, Cenbullah, Feth, İsmullah, Kabe Kavseyn ev Edna, Ubudiyyet vb. Bunları açıklama ve anlatma amacında değiliz. Amacımız, kemale ulaşmanın yolunu (hangi ibareyle olursa olsun) anlatmaktır. İleride bunu ele alacağız.[25]
d) Kemale (İlahi kurba ulaşmanın) yolu: Kemal ve insanın kemali kavramlarını İslam açısından gerekli ölçüde ele aldıktan sonra kemale ulaşmanın yolu, seyr u sülukun önemli meselelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Lika-i kurb-u ilellah ve vüsul ilellah vb. ibarelerle tanımlanan insan kemalinin vesileye ihtiyacı vardır; zira Kur’an buyuruyor: ‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na (yakınlaştıran) bir vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki kurtuluşa erişirsiniz.’[26]
Bu vesilede ‘kulluk’tan başka bir şey değildir.
Kulluğun anahtarı ‘velayet’tir[27] ve kulluk isimleri, isimlerin en güzelidir. İnsan-ı kamil olan Allah Resulü (s.a.a) Abdullah (Allah’ın kulu)’dır. Miraç gecesinde: ‘Ya Rab! Sana olan kulluğumu artır.’[28] diyerek ibadet ubudiyetini istedi. Abd (kul), varlığını, kemallerini vs. gibi sahip olduğu her şeyi mevlasına borçludur, O’nun karşısında sırf fanidir.
Gerçek arif olan abd, Allah’ın rengi (Sıbğatallah) dışındaki bütün renklerden arı olup, tam bir teslimiyet içindedir, O’na hep itaatkar ve huzu halindedir. Böyle olduğunda da hem kalbi Allah’ın evi olur: ‘Ben yere ve göğe sığmam, ama mü’min kulumun kalbine sığarım.’[29] Hem de insan nefsinin esaretinden kurtulup Hak’kın ubudiyetine boyun eğer, kalbini muvahhid eder, ruhundan pasları siler ve kalbi mutlak kemalin merkeziyetine götürürse kalbinde öyle bir vüs’at hasıl olur ki, orası tüm ilahi saltanatın zuhur yeri haline gelir. Ve onda öyle bir ihtiyaçsızlık doğar ki, zahir ve batın hiçbir mülkü önemsemez. İradesi öyle güçlenir ki, mülk ve melekuta bağlanmaz, her iki alemi de kendisine layık görmez.
Şehvete bağlanmışken kuşun yücelişin gördün
Çık ondan ki göresin İnsanın uçuşunu.[30]
Ubudiyyet ve kulluk, batını rububiyyet olan bir hakikattir.[31] Ubudiyetin sonucunda kulun nefsi ve ruhu parlar, ilahi nurun yansıması ve zuhuru olur, rabbani sıfat ve isimlere dönüşür, Hak’kın celal ve cemal aynası olur.
Abd (عبد) kelimesi ayn, ba ve dal (ع - ب – د) kelimelerinden oluşur. Ayn, kulun Allah’ına olan ilim ve yakinine işarettir; ba, Allah’ın dışında olan her şeyden uzaklaşmaya; dal ise hiçbir hicap ve vasıta olmadan Allah’a yakınlık ve kurba delildir.[32]
Resulullah’ın (s.a.a) miracı ve ‘Araları iki yay aralığı kadar, hatta daha da yakın oldu.’ makamına ulaşması bu kamil insanın mutlak ubudiyet mertebesine ulaşmasının bereketiyledir: ‘…Kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) her eksiklikten uzaktır…’[33] Resul-ü Ekrem (s.a.a) yalnız ‘Abdullah’ değildi, O öyle bir makama ulaştı ki, aynı zamanda bütün ilahi esma-i hüsna’nın kaynağı olan O’nun mutlak abdi ‘Aduhu’ (Onun kulu) oldu. İşte bu yüzden namazlarda ‘Eşhedü Enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu’ (Şehadet veriyorum ki Muhammed Onun kulu ve elçisidir) diye şehadet veriyoruz.
Bazı büyükler, Kur’an’da nerede ‘Abd’ kelimesi mutlak ve her hangi bir kayıt olmadan gelmişse bundan Allah Resulünün (s.a.a) kastedildiğini söylüyorlar.[34]
O’na kulluk sultanlıktan üstündür
Ben daha hayırlıyım Şeytan sözüdür.
Farkı gör ve seç ey esir[35]
İtaat ve ibadet kulluğun (ilahi kurbun) tek yoludur: Kulluk hakkındaki bir çok ayet ve rivayetler kul ve kulluğun rüknünü, çeşit ve sıfatlarını ortaya koymuşlardır. Ama onları incelediğimiz zaman, kulluğun hakikatinin, kulun Allah’a olan marifet ve şuhudundan sonra itaat ve ibadete dayandığını söyleyebiliriz. Gerçek kul, mevlasına nisbet kibir ve kendini beğenmişlik hicabını yırtan, Hak Teala’nın rububiyyet izzetiyle ubudiyyet zilletine ulaşan kimsedir. İnniyyet ve enaniyyet hicabını yırtmak diğer bütün hicapları yırtmaktan daha zor, ama diğer hicapları yırtmaya bir ön hazırlıktır. Hatta bu gayb hazinelerinin anahtarı, şehadet ve ruhani kemale yükselme kapılarının ilk kapısıdır. Bu yüzden rububi hakikatlere ulaşmanın yolu ubudiyyet mertebelerinde seyir etmektir. Allah yolunda giden kendi zillet makamını anlar, amacı rububi izzet olursa ve bu görüş ne kadar çok kuvvetlenirse, ibadet daha ruhani olacak ve ibadet ruhu daha güçlenecektir.[36]
Başka bir deyişle kemalin ve Allah’a yakınlaşma yolunda ilk adım ‘zati fena’ ve her türlü inniyyet ve enaniyyeti terk etmektir. Allah-u Teala buyuruyor: ‘Kim Allah’a ve Resulüne doğru hicret niyetiyle evinden çıkar da sonra ölüm ona ulaşırsa onun mükâfatı mutlaka Allah’a aittir.’[37]
Nefse uymak ve kendine önem verildiği sürece (Allah’a) yolcu olamaz ve kendi yerinde sayar, böyle biri ne yolcudur, ne de muhacir.[38]
Putların büyüğü nefis putunuzdur.
Çünkü o put yılan, bu put ejderhadır.[39]
İkinci adım, Allah’a itaat ve ibadettir. Allah-u Teala cin ve insanları ibadet için yarattığını belirterek şöyle buyuruyor: ‘Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.’[40] Doğru yolun da ibadet olduğunu buyuruyor: ‘Bana ibadet edin, budur doğru yol.’[41]
Bu yüzden İmam Bakır (a.s) buyuruyor: ‘Allah’a yakınlaşmanın itaatten başka yolu yoktur.’ Dolayısıyla namaz, zekat vs. gibi farz ve nafileleri yerine getirmek yakınlaşmadır: ‘Namaz muttakilerin yakınlaşma vesilesidir.’[42], “Kullarımın farz kıldığım şeylerle bana yakınlaşmasından daha sevdiğim şey yoktur…’[43]
İbadet bazen özel anlamda kullanılır. Fıkıhta, namaz, oruç, hac, cihad (farz ve sünnetler) vs. ameller bu manadadır. Bazen de genel ve geniş manada kullanılmakta ve insanın yakınlaşma kastı ve ilahi rıza için yaptığı işlerin tümüne hatta mubahları içerir. Buna göre ‘Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.’ ayetinin manası daha bir açıklık kazanmaktadır; zira ayete göre yaratılışın tek hedefi ibadettir, hem de insanların bütün işlerinin ibadet olabileceği ibadetin ikinci manası türündendir. Halbuki ayetin manası ibadetin özel manası olmuş olsaydı insanların yaşamlarının bir kısmı kesinlikle ibadet olmayacaktı. Dolayısıyla bu amellere meşgul oldukları zamanlar Allah’a ibadet etmiş sayılmayacaktı.
Kemal ve ilahi kurbu elde etmenin yolunda ibadetin ilk merhalesi farzları yerine getirmek ve haramları terk etmektir.
Ehl-i Beyt (a.s)’dan bize ulaşan bir çok hadiste bu iki konuya vurgu yapılmıştır ki, onlardan bazıları şunlardır:
a- Emir-ül Mü’min’in Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Hiçbir ibadet farzları yerine getirmek gibi olamaz.[44]
b- İmam Seccad (a.s) şöyle buyuruyor: Allah’ın farzlarını yerine getiren kimse insanların en hayırlısıdır.[45]
c- İmam Cafer-i Sadık (a.s), Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: Allah-u Teala buyuruyor: Kulum, ona farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşmaz…’[46]
d- İmam Sadık (a.s) yine buyuruyor: Allah Musa (a.s)’la konuştuğu zaman bir yerde şöyle buyurdu: Bana yaklaşanlar haramlardan uzaklaşmak gibi daha güzel bir şeyle bana yaklaşmazlar…[47]
e- Şeyh Saduk (r.a) Emali’de Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakleder: İnsanların en abidi farzları yerine getirendir ve onların mücadelede en şiddetlisi günahları terk edendir.[48]
f- Musa b. Cafer değerli ecdadından şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.a) buyuruyor: Allah katında O’na iman, salih amel ve terk etmeyi emrettiği şeyi terk etmekten daha sevimli bir şey yoktur.[49]
Bazı büyüklerin de söyledikleri gibi, farzları yerine getirmek, kulun Rabbine karşı yönelişi; haramlardan sakınmak kendi harimine ve ubudiyyet makamına dikkat etmektir.[50]
Hatırlatmak gerekir ki, Masum İmamlar (a.s)’dan nakledilen rivayet ve dualarda Allah’a kurbun diğer bir çok yolları zikredilmiştir, onların hepsini burada aktarmaya imkanımız olmadığından yalnızca birini aktarmakla yetiniyoruz:
İmam Bakır (a.s) buyuruyor: Allah’ın Musa (a.s)’
Son olarak üç noktaya değinmeyi gerekli görüyoruz:
1- Yukarıda söylenenler kemale erişmenin yolu hakkında az bir miktarda beyan edilen konulardı.
2- Kemal ve ilahi ibadete ulaşmanın şart, sebep, engel vb. gibi şeyleri vardır ki, onları öğrenmek için marifet ehlinin büyüklerinin kitaplarına müracaat edilmelidir.[52]
3- Seyr u süluk ehli, ilahi kurb ve likaya ulaşmak için merhale ve menziller beyan etmişlerdir; bazıları iki menzil, bazıları üç menzil, bazıları yedi, kırk, yüz menzile, bazı büyüklerde bin menzile kadar çıkarmışlardır.
Ancak, rivayetler, kitaplar ve ermiş arifler seyr u süluk yolu ve düsturlar için beş önemli amel tavsiye etmekteler:
Susmak, açlık, geceleri seher vakti ibadet için uyak kalmak, uzlet (yalnızlık) ve daimi zikir.
Dünyanın eksik insanlarını bu beşi eder tamam[53]
Bu sayılanların açıklamalarını amel ve seyr u süluk kitaplarında bulmak mümkündür. İsteyenler onlara başvurabilirler.[54]
[1] - Muhammed Taki Misbah Yezdi, Khud Şinasi Bera-i Khud Sazi, s.12
[2] - Maide/3
[3] - Murtaza Mutahhari, Tekamül-ü İctimai-i İnsan, s.12-14; İnsan-ı Kamil, s.17
[4] - Muhammed Taki Misbah Yezdi, a.g.e. s.12-13
[5] - Murtaza Mutahhari, Tekamül-ü İctimai-i İnsan, s.129
[6] - Muhammed Taki Misbah Yezdi, a.g.e. s.19
[7] - Murtaza Mutahhari, İnsan-ı Kamil, s.140; Tekamül-ü İctimai-i İnsan, s.130; Muhammed Taki Misbah Yezdi, a.g.e. s.23
[8] - Muhammed Taki Misbah Yezdi, a.g.e. s.23
[9] - Murtaza Mutahhari, İnsan-ı Kamil, s.126; Tekamül-ü İctimai-i İnsan, s.142.
[10] - İnsan-ı Kamil, s.121; Tekamül-ü İctimai-i İnsan, s.139; Khud Şinasi Bera-i Khud Sazi, s.23
[11] - İnsan-ı Kamil, s.124 ve 170; Tekamül-ü İctimai-i İnsan, s.135.
[12] - İnsan-ı Kamil, s.121, 126, 170-190; Tekamül-ü İctimai-i İnsan, s.152-154.
[13] - İnsan-ı Kamil, s. 170-244; Tekamül-ü İctimai-i İnsan, s.152-154.
[14] - a.g.e.
[15] - Abdullah Cevadi Amuli, Mebadi-i Ahlak Der Kur’an, s.51
[16] - Hadid/3
[17] - Şura/53
[18] - Abdullah Cevadi Amuli, Suret ve Siret-i İnsan Der Kur’an, s.99
[19] - Abdullah Cevadi Amuli, a.g.e. s.107-108 ve Tefsir-i Tensim, c.2, s.594
[20] - ‘Ey insan! Rabbine varıncaya kadar sürekli didinip çaba göstereceksin ve sonunda ’na kavuşacaksın.’ İnşikak/6
[21] - Maide/35
[22] - Mebadi-i Ahlak Der Kur’an, s.283
[23] - En’am/31-154, Yunus/7-45, Rad/2, Kehf/110, Rum/8, vb.; Kurbun Farz ve Nafile hadisi; Kumeyl duası, Arefe duası, Münacat-ı Hamse Aşer, Zahidlerin Münacatı, Haifin, Rağibin, Müridin, Muhibbin, Mütevessilin, Müftakirin, Arifin ve Zakirin duaları
[24] - Mirza Cevad Meliki Tebrizi, Risale-i Likaullah; İmam Humeyni, Şerh-i Çehel Hadis, Likaullah, H.28, s.451; Hasan Hasanzade Amuli, Likaullah…
[25] - Bkz: İnsan ve Saadet (91. Soru), İlahi Kurb ve Kısımları (89. Soru); Kul ve Kulluk (110. Soru) vs.
[26] - Maide/35
[27] - Muhammed Hüseyin Tabatabai, el-Mizan, c.1, s.277
[28] - Usul-u Kafi, c.1, s. 32
[29] - el-Kafi, Kitab-ı İman ve Küfür, c.2, s. 250, H.2
[30] - İmam Humeyni, Şerh-i Çehel Hadis, s.82
[31] - Misbahu’ş Şeria, Bab-ı Dovvum Der Hakikatı Ubudiyyet, s.7, Müessese-i A’lami yayınları, Beyrut
[32] - Ali Mukteda İsfahani, Nişan Ez Bi-Nişanha, s.317, Misbahu’ş Şeria, s.7
[33] - İsra/1
[34] - Sadr-ul Müteellihin, Tefsir-i Kur’an-ı Kerim, s.124
[35] - Mevlana, Mesnev-i Manevi, Dördüncü Defter
[36] - İmam Humeyni, Adab-ı Namaz, s.7-9
[37] - Nisa/100
[38] - İmam Humeyni, a.g.e. s.7-9
[39] - Mevlana, a.g.e.
[40] - Zariyat/56
[41] - Yasin/61
[42] - Şeyh Saduk, Men
[43] - el-Kafi, c.2, s.82, 352
[44] - Nehc-ul Belağa, 113. hikmet; Bihar-ul Envar, c.71, s.208
[45] - Bihar-ul Envar, c.71, s.195
[46] - el-Kafi, c.2, s.82; Bihar-ul Envar, c.71, s.196, hadis: 5
[47] - Bihar-ul Envar, c.71, s. 204.
[48] - a.g.e. s.206-207
[49] - a.g.e. s.208
[50] - Muhammed Hüseyin Hüseyni-i Tahrani, Risale-i Lubb-ul Lebab Der Seyr-u Süluk (Yadname-i Üstad Şehid Mutahhari, s.263)
[51] - Bihar-ul Envar, c.73, s.313.
[52] - Mirza Cevad Meliki Tebrizi, Risale-i Likaullah; Seyyid Mehdi Tabatabai Necefi, Risale-i Seyr u Süluk; Muhammed Hüseyin Hüseyni Tahrani, Risale-i Lubb-ul Lebab; Molla Muhsin Feyz-i Kaşani, Ahlak-ı Hasene, Rah-ı Necat, Muheccet-ul Beyza; Muhammed Bahari Hamadani, Tezkiret-ul Muttakin ve Merhum Hasanali Nohudeki-i İsfahani (Nişan Ez Bi-Nişanha), Seyyid Ahmed Kerbelai, Molla Hüseyin Kulu Hamadani, Seyyid Ahmed Kerbelai, Mirza Ali Kadı Tabatabai gibilerin bir takım irfani düsturları; yine İmam Humeyni’nin Şerh-i Çehel Hadisi ve Şerh-i Cünüd-u Akl u Cehl’i; Hace Nasıruddin Tusi’nin Evsaf-ul Eşraf ve ona yazılan şerhleri; Ayetullah Cevadi Amuli’nin Merahil-i Ahlak’ı; Molla Muhsin Feyz-i Kaşani’nin Muheccet-ul Beyza’sı, c.5, s.128 vb. de bu alandadır.
[53] - Nişan Ez Bi-Nişanha, s.283.
[54] - Muhammed Hüseyin Hüseyni-i Tahrani, a.g.e; Muheccet-ul Beyza, c.5, s.128; Nişan Ez Bi-Nişanha, s.30, 303 ve 313.