Please Wait
7077
Allah tarafından konulan tabiat kanunları bu dünyada hiçbir insanın baki kalmamasını ve değişik nedenlerle ve bu cümleden olmak üzere bedensel esenliği kaybederek dünyayı terk edip ebedi âleme geçmesini muayyen kılmıştır. Öte taraftan her ne kadar peygamberler ve imamlar (a.s) bir takım özel durumlarda Allah’ın izniyle hastalara (sadece Allah’ın evliyalarının elinde olan ve onların özel durumlarda Allah’ın izniyle kullanabildikleri bir ilim olabilir) şifa ve bazı durumlarda da insanların sağlık ve esenliklerinin korunması gayesiyle tavsiyeler veriyorduysalar da bunların tümü onların Allah’ın kanunlarıyla mücadele etmek istemesi, Allah’ın verdikleri dışında esrarengiz bir ilme sahip oldukları ve bunu kullanarak hiçbir hastalık ve rahatsızlığın kendileri ve yakınlarına yaklaşmaması anlamında değildir. Aksine, tarihte onların çoğunun bazı hastalıklara müptela olduklarını ve aynı şekilde kendilerine en yakın fertlerin ve mensuplarının değişik hastalıklara duçar olarak Yaratana canlarını teslim ettiklerini gözlemlemekteyiz. Onlar bu hususta mucizevî ve beklenmeyen bir girişimde bulunmamaktaydı. Hatta belki de bunu yapabilme güçleri de vardı. Elbette rivayetlerde de kısmen yer alan tıbbî tavsiyelerle amel etmek bir ölçüye dek insan esenliğini güvence altına alabilir. Aynı şekilde direkt bir şekilde yakarmayla veya velilerini vasıta kılarak hastalıkların bertaraf olması için Allah’a dua edilebilir. Onların muhtemelen tıp ilminden haberdar oldukları söylenebilir ama insanların akıllarının işlevsiz bırakılması ve onların tüm ilimleri insanların hizmetine sunması diye bir şey söz konusu değildir. Onlar sadece hidayet hususunda insanların ihtiyaç duyduğu şeyleri detaylı bir şekilde açıklamakla vazifeliydiler ve nitekim bu vazifeyi de yerine getirdiler.
Sorunuzu birkaç merhalede incelemek gerekmektedir:
1. İnsanlar her zaman ve sonsuzda dek bedensel esenlik içinde yaşayabilir mi?
2. Peygamberler bedensel hastalıkları tedavi etmek için mi gönderilmiştir?
3. İnsanlar kendi esenlikleriyle ilgilenmeli midir yoksa ilgilenmemeli midir? Cevabın olumlu olması durumunda yol nedir?
4. Esasen hastalığın ve esenliğin yitirilmesinin bir faydası olduğu düşünülebilir mi?
Bu tertiple yukarıdaki hususları incelemeye koyuluyoruz:
1. Varlık düzeninde birkaç gün bu dünyada yaşamamız ve sonra da onu terk ederek fena, yokluk ve hastalığın bulunmadığı bir dünyaya göçmemiz kararlaştırılmıştır. Bundan dolayı dünya ve ahiret arasında bir geçit olan ölümden kaçış yoktur, her ferdin onu tatması gerekir [1] ve hatta Allah’ın peygamberleri bile bu ilahi kanuna teslim olmak zorundadır. [2] Hastalık, yoksulluk ve korkudan eser olmayan ideal yaşam, ahiret yaşamına özgüdür ve bu dünyada onun benzerini yapmaya çalışmaya dönük her türlü çaba başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur! Şimdi ölüm hakkında iki durum tasavvur edilebilir: Birincisinde şahıslar hiçbir işaret ve uyarı almaksızın ve tam bir esenlik içindeyken ecel kuryesi yanlarına gelir ve aniden ruhlarını bedenlerinden alır. Nitekim bazı yerlerde bu durumu gözlemlemekteyiz. İkinci durumda, ölüm beklenmeyen şekilde gerçekleşmez, aksine akıllı insanların bir ölçüye dek kendilerini onun için hazırlayabildikleri önceki uyarılarla birlikte vuku bulur. Nakledildiği üzere İbrahim (a.s) zamanında insanların ölümü sadece birinci yöntemle gerçekleşmekteydi ve insanlar aniden ve önceden bir neden olmaksızın ölmekteydiler. Hz. İbrahim (a.s), hem öleceği kararlaştırılan ferdin ecir ve sevap almasını sağlaması ve hem de ölüme tahammül etmenin yakınları için daha kolay olması için, Allah’tan ölüm için bir işaret koymasını istedi! Yüce Allah da onun isteğine cevap vererek acı ve hastalıkları nazil etti. [3] Bu yüzden insan ömrü arttığı oranda onun bedensel güçleri azalmakta [4] ve en düşük yaşam merhalesine ulaşmakta ve bazen insan tüm bilgi ve aklını bile kaybetmektedir! [5] İmanlı fertler de (diğer insanlar gibi) her hastalığa duçar olmakta ve bu şekilde dünyadan göçmektedir. Ama öte taraftan onlar kendi esenliklerine zarar vermez ve örneğin intihara yeltenmezler. [6]
2. Peygamberlerin ve Allah’ın velilerinin hedeflerini incelemeyle şu önemli noktaya ulaşacağız: Onların temel hedefi insanların hidayete ermesi ve onları Allah’a taraf ve ahiret yurduna yöneltmektir. Onlar tabiplik ve herhangi bir meslek alanında özel bir takım yeteneklere sahip olsalar da [7] , önemli bir tabip veya namlı bir mimar ve uzman olmak için gelmemişlerdir. Eğer bir hasta ve köre Allah’ın özel izniyle şifa vermişlerse veya hatta ölülere yeniden hayat bahşetmişlerse [8] veyahut demircilik mesleğinde kendi zamanlarındaki diğer insanlardan daha maharetliymişlerse [9] ve aynı şekilde kuşlar ve diğer varlıklar ile konuşma kabiliyetine sahip olmuşlarsa da [10] bütün bu hususların Allah’ın kendilerine bahşettiği özel ilimden kaynaklandığı varsayılmalı ve bununla birlikte bunların tümü sadece insanların manevî gelişim ve yükselişi doğrultusunda değerlendirilmelidir. Aksi takdirde, hatta bir gün peygamberlerin eliyle mucize aracılığıyla şifa bulan kimseler bile, başka bir gün hastalık ve ölüme yakalanmış ve bu maddî dünyada bugün onlardan bir eser kalmamıştır. Öte taraftan sözü edilen peygamber ve imamlar da bazen hasta olmakta ve bedensel sağlıklarını yitirmekteydiler. Ama onlar sır ve gizem ile tüm durumlarda mucizeden istifade etme ve çözüm yolu bulma peşinde değillerdi. Bilakis onlar diğer insanlar gibi uygun ilaçlardan istifade ederek ve Allah’a dua ederek ve yakararak O’ndan sağlıklarının dönmesini istemekte ve hastalandıklarında sadece O’nun kendilerine şifa vereceğini ilan etmekteydiler. [11] Her halükarda onların tüm tıp ilmini bildiklerini kabul etsek de insanların akıllarının işlevsiz bırakılması ve onların tüm ilimleri insanların hizmetine sunması diye bir şey söz konusu değildir. Onlar sadece hidayet hususunda insanların ihtiyaç duyduğu şeyleri detaylı bir şekilde açıklamakla vazifeliydiler ve nitekim bu vazifeyi de yerine getirdiler.
3. Söylenenler, kendi bedensel sağlığımıza önem vermememiz ve hastalıkların bertaraf edilmesi için çabalamamamız anlamına mı gelmektedir?! Kesinlikle böyle bir bakış doğru değildir. Mevla Ali (a.s) Allah’tan ilahi vazifeleri yerine getirme doğrultusunda aza ve organlarını güçlendirmesini ve kuvvetli kılmasını istemektedir. [12] Bu, beden sağlığı olmaksızın mümkün değildir. Bundan dolayı, Allah’ın isteğine razı ve O’nun mukadderatı karşısında teslim olmakla birlikte, O’nun önümüze koyduğu yollardan istifade etmemiz lazımdır. Allah’tan istemek ve O’nun velilerine tevessül etmekle birlikte, insanlığın bilgi ve tecrübelerinden yararlanmak esenliği korumanın ve hastalıktan şifa elde etmenin en önemli yollarıdır. [13]
3.1. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Hastalıklarınızı tedavi etme peşinde olunuz; zira Yüce Allah ilacını yaratmadığı hiçbir hastalık ve rahatsızlık yaratmamıştır. Sadece ölümün çaresi yoktur.” [14] Bu doğrultuda İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Gerçek şifa verenin Allah olduğunu gözeterek Yahudi ve Hıristiyan (başka bir tabirle gayri Müslim) doktora müracaat edebilirsiniz.” [15] Bu husustaki rivayetler bu fırsatta ifade edilmeyecek kadar çoktur. Ama bu rivayetlerden alınabilecek netice şudur: Allah, insanların tıp ilmindeki çabalarını onaylamaktadır. Evde oturup hiçbir çaba göstermeden gaybten rızık ve azık beklemememiz gerektiği gibi, sağlımızı da tedavi prosedürünü kat etmeden ve sadece olağanüstü yollardan elde etmemiz beklenilmemelidir. Bu doğrultuda eğer Peygamber (s.a.a) ve diğer masumların (a.s) oburluktan sakınmak [16] , edebildiğince küçük hastalıklara tahammül etmek [17] , sonbahar rüzgârı karşısında yer almaktan sakınmak [18] , rejim [19] ve onlarca ve yüzlerce başka tavsiyesinin bulunduğu rivayetlere rastlayacak olursak, yaklaşık bütün bu tavsiyelerin tıp ölçüleri ve beşerî bilimler esasınca yapıldığını bilmemiz gerekir. Çünkü bu öğütler arasında şöyle bir önemli tavsiyeye de rastlamaktayız: Eğer bir şahıs ağrısını kendi tedavisini yapan doktorundan saklarsa, şifa ve tedavi beklentisi içinde olamaz. [20] Başka bir ifadeyle şöyle de denilebilir: İlahi ilim açısından daha çok sağlıklı olmak ve hatta ölüleri hayata döndürmenin bir takım formülleri var olabilir, ama belirtilenler esasınca, Allah böyle bir ilmin özgürce ve yaygın bir şekilde insanın elinde olmasını istememiştir. Evet, sağlığı koruma düzleminde insanın çabalamasıyla ulaşabileceği başka ilimler de mevcuttur ve tıp ilminin temeli bu ilimler üzerine inşa edilmiştir. İslam bu ilimlere muhalefet etmemekle kalmamış, bu doğrultuda kendi muhataplarına tavsiyelerde de bulunmuştur.
3.2. İlacın etkisi ve değişik tedavilerin ancak Allah’ın izin ve müsaadesiyle gerçekleşeceği noktasına dikkat etmek de zorunludur. Bu nedenle tedavide manevî unsur yani Allah ile irtibat ve O’ndan esenlik dilemekten gafil olunmamalıdır. Çünkü hastalık ve tedavi yöntemini yarattığı gibi, ilaçların etkisini de az veya çok kılabilir. Hatta kendi dergâhına yönelenler için İmam Hüseyin’in (a.s) toprağı gibi özel ilaçları da göz önünde bulundurabilir. Aynı halde bu tür bir ilaç başkalarına hiçbir etki bırakmamaktadır. [21]
4. Yanı sıra hastalıklar faydadan yoksun değildir. İnsana dünyanın fani olduğunu hatırlatmakla birlikte başka faydaları da vardır. Mesela:
A. İmanlı fertler için kefaret sayılıp onları cehennem azabından kurtarır. [22]
B. Değişik deliller ile müstehap ibadetler yapmayı başaramayanlar için hastalıklar alternatif bir rol oynar. Hatta bazı rivayetlere göre, insanın bir hastalık veya acı yüzünden uyumadığı bir gecenin sevabı, bir yıl ibadet sevabından daha fazladır. [23]
C. Hiçbir zaman hasta olmayan bir insan tuğyan eder ve Yüce Allah tuğyan ile birlikte olan böyle bir sıhhat ve sağlığı sevmemektedir. [24]
D. İnsanın hasta olması, diğer fertlerin onun ziyaretine gelmesine vesile olur. Böyle bir geliş ve gidiş, toplumsal sağlıklı ilişkileri sağlamlaştırmakla birlikte, kendisini ziyaret eden ziyaretçilerin de birçok sevap almasını peşinden getirecektir. [25]
H. Yüce Allah insanın tüm ihtiyaçlarının kendi çabalarıyla giderilmesini istememiştir. İnsanlar arasında dönen ekonomik çark herkesin ihtiyaç duyduğu ve onları birbirine bağlayan değişik faaliyetler sayesinde ve muhtelif bireyler tarafından yürütülmektedir. Hastalık türlerinin varlığı her ne kadar ilk bakışta rahatsız edici görünse de daha geniş bir perspektiften bakıldığında bilimin ilerlemesini sağlamıştır ve tıpkı diğer bilimlerde olduğu gibi, kendi çaba ve faaliyetleriyle sağlık alanında bilgi elde eden şahıslar, başkalarına yardım etmenin yanında bu yolla geçimlerini de sağlayabilmektedir. Doktorlar, hemşireler, hastaneler ve tedavi merkezlerinde çalışanlar, ilaç üretimi sanayinde ve diğer tıp bilimi sektörlerinde çalışan fertler, insanların sağlığını koruma doğrultusunda çaba harcayan ve bu ekonomik çarkın büyük bir bölümünü teşkil eden bireylerdir. Nihai netice şudur: Ölüme karşı direnmenin mümkün olmadığını bilmekle birlikte hayat boyunca esenlik aranmalıdır. Dinsel öğretilere göre buna ulaşmanın yolu, Allah ile manevî ilişki içinde olmakla birlikte tıp bilimin bulgularına göre amel etmektir. Ayrıca başka esrarengiz formüller bulma peşinde olmamalıyız.
[1] Ali İmran, 185; Enbiya, 35; Ankebut, 57 ve … (کل نفس ذائقة الموت).
[2] Zümer, 30, (انک میت و انهم میتون).
[3] Kuleyni, Muhammed, Yakub, Kafi, c. 3, s. 111, rivayet 1 ve 2, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365 h ş.
[4] Yasin, 68 (و من نعمره ننکسه فی الخلق أ فلا یعقلون).
[5] Nahl, 70; Hac, 5 (و منکم من یرد إلی أرذل العمر لکیلا یعلم من بعد علم شیئا).
[6] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Kafi, c. 3, s. 112, rivayet. 8.
[7] Nitekim Davud, Süleyman, İsa (a.s) gibi peygamberler böyle yetenekleri halkın gözlemini sunmuştur.
[8] Ali İmran, 49; Maide, 110, "...و إذ تخرج الموتی بإذنی..".
[9] Enbiya, 80, Sebe, 10, "...و ألنّا له الحدید".
[10] Neml, 16-28.
[11] Şuara, 80, "و إذا مرضت فهو یشفین".
[12] "قوّ علی خدمتک جوارحی" , Kumeyl duasından bir cümle.
[13] Bu hususta şu cevaplara müracaat etmeniz tavsiye edilir: 4052 (Site: 4358) ve 84 (Site: 2378).
[14] Muhammed Nuri, Müstedrekü’l-Vesail, c. 16, s. 436, h. 20475, Müessese-i Âlu’l-Beyt, Kum, 1408 k.
[15] a.g.e., s. 437, h. 20477.
[16] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 63, s. 338, h. 35, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, 1404 k.
[17] Amedî, Abdülvahid, Ğureru’l-Hikem Ve Dureru’l-Kelim, s. 483, h. 11153, İntişarat-ı Defter-i Tebliğat-ı İslamî, Kum, 1366 ş.
[18] a.g.e., h. 11158.
[19] a.g.e., h. 11171.
[20] a.g.e., h. 11165.
[21] Hür Amıli, Muhammed b. el-Hasan, Vesailü’ş-Şia, c. 14, s. 522, h. 19737.
[22] a.g.e., c. 2, s. 398, h. 2455.
[23] a.g.e., s. 399, h. 2456.
[24] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Kafi, c. 3, s. 114, h. 8.
[25] Bkz: Hür Amıli, Muhammed b. el-Hasan, Vesailü’ş-Şia, c. 2, s. 414, bap. 10.