Please Wait
11442
Hariciler, Hz. Ali’nin (a.s) takipçilerinden bir grup olup Sıffin savaşında hakemlik hadisesinde kendisine muhalefet etme sebebiyle itaat etmekten sakınan ve ondan ayrılan gruba denir. Bu yüzden onlara Marikin de denmiştir.
Haricilerin Sapıklıkları:
Bu grubun sapıklıkları çoktur ve biz örnek sıfatıyla sadece bazılarına işaret ediyoruz:
1. Ehlisünnetin inançlarına göre Ali (a.s) İslam Peygamberinin (s.a.a) dördüncü halifesidir ve Şii inancına göre ise Hz. Ali (a.s) ilk imam ve Allah Resulü’nün (s.a.a) halifesi, vâsii, itaat edilmesi ve uyulması gereken bir şahıstır. Ama Nehravan ehli ona muhalefet edip karşı çıkmış ve neticede onunla savaşmışlardır. Bu en büyük sapıklıktır.
2. Dini bilgi ve perspektiften nasiplenmemiş Hariciler, Sıffin savaşında Şamlılar hile yaparak Kur’an-ı mızrakların ucuna takınca şöyle dediler: Onlar da bizim gibi Müslüman’dırlar, bu nedenle onlarla savaşmamalıyız. Onlar, Emeviler ile barışmaya razı olmayan Ali’yi (a.s) hakemliğe teslim olmaya mecbur kıldılar, ama kabul ettikten sonra ona muhalefet ettiler.
3. Haricilerin Hz. Ali’ye (a.s) yönelttikleri eleştirilerden bir tanesi şuydu: Onlar “Hüküm yalnızca Allahın’dır” ayeti esasınca, hükmün Allah’a özgü olduğunu ve bu yüzden iki hakemin görüşünü kabul etmenin Kur’an ve ilgili ayeti dikkate almamak olduğunu söylemekteydiler! Belirtilen ayeti bu şekilde yorumlamak bu fırkanın diğer sapıklıklarından biri sayılmaktadır.
4. Onların sapıklıklarından bir diğeri de şöyle söylemeleriydi: Her kim büyük bir günah işlerse kâfir olur ve İslam’dan çıkar. Elbette tövbe edip ikinci bir defa Müslüman olabilir. Bu esas uyarınca onlar Müslümanların (kendi görüşlerine göre kâfir olanlar) can ve malını mubah görüyordular.
Hz. Ali’nin (a.s) Muaviye ile savaşma hususunda kuşku duyup duymadığı konusunda, Şamlılar Sıffin savaşından kaçarken kendisinin söylediği şu söze bakmanız yeterli olacaktır: Onların şeytanın dostu olan geride kalanlarını (da) öldürün, Allah ve Resulü’nün (s.a.a) yalan attığını söyleyenleri ortadan kaldırın. Bu esasla, İmam Ali (a.s) Muaviye’yle savaşmada hiçbir kuşku taşımıyordu, aksine bu hususta kararlıydı ve dostlarını da bu mücadeleye teşvik etmekteydi.
Uygun bir cevaba ulaşmak için konuyu iki bölümde ele alıyoruz:
1. Hariciler Nehravan savaşıyla ilgili olarak sapıklığa mı düşmüştü?
2. Hz. Ali (a.s), Muaviye’nin fitne ateşini söndürme hususunda kuşku taşıyor muydu; yani Muaviye’nin öldürülmesi gereken bir münafık olduğuna kesin bir bilgiyle inanmıyor muydu?
Konuya girmeden önce bu grup hakkında bir açıklama yapmak gerekmektedir:
Bu grup Marikin, Hariciler ve Nehravan ehli olarak tanınmaktadır. Maraka, Arap dilinde çıkmak manasına gelir. Nitekim Araplar şöyle derler: يمرق السهم من الرمية (ok yaydan dışarı çıkıyor).[1]
İmamların nitelemesinde ise şöyle okumaktayız: " الرَّاغِبُ عَنْكُمْ مَارِقٌ "[2]
Marikun, Allah’ın dininden çıkan ve peygamberin halifesi ile savaşmayı caiz sayan kimselere denir.[3] Başka bir ifadeyle, Sıffin savaşında Hz. Ali’ye (a.s) hakemlik hadisesinde muhalefet etme nedeniyle ondan ayrılan ve ona itaat etmekten vazgeçip onun safından çıkan kendisinin takipçilerinden bir gruba denir. Onlara Marikin de denmiştir.[4]
Hz. Peygamberin (s.a.a) Açıklamalarında Hariciler:
Bu grup zahirde namaz, oruç, teheccüd ehli ve Müslüman olması nedeniyle birçok Müslüman için onları tanımak ve kendileriyle savaşmak çok zor ve güçtü. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a) bu grubun tehlikesine yönelik uyarıda bulunmuş ve onları tanımak için bir takım işaret vermişti. Örneğin Hz. Peygamber hariciler hakkında şöyle buyurmuştur: Yakın zamanda ümmetimde hoş sözlü ve kötü davranışlı bir grup ortaya çıkacaktır. Onlar insanları Allah’ın kitabına davet edecek, lakin kendilerinin ondan hiçbir haberi olmayacaktır. Onlar Kur’an okur, ama onu okumadan bir fayda elde etmezler. Okun yaydan çıkması gibi onlar dinden dışarı çıkarlar. Okun yayına dönemediği gibi, onlar da dine dönmezler. Bunlar yaratıkların en kötüleridir. Bu taifenin eliyle öldürülenlere veya onlar ile savaşanlara veyahut onları öldürenlere ne mutlu! Bu insanları öldüren bir kimsenin makamı Allah nezdinde onlardan daha üstündür. Bu esnada sahabeler bu tür insanların alameti nedir diye sorar ve Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur: Bu cemaatin alameti saçlarını kazımalarıdır. Bu hadisi Enes b. Malik Allah Resulü’nden nakletmiştir.[5]
Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.a) Hz Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: Benden sonra Nakisin (Cemel ehli), Kasıtin (Muaviye’nin takipçileri) ve Marıkin (Hariciler) ile savaşacaksınız.[6]
Ali (a.s), Hariciler ile savaşmak için yola çıktığında şöyle buyurdu: Eğer sizin bu cihatta çok fazla kazanma bahanesiyle bir takım amel ve davranışlardan el çekeceğinizden korkmasaydım, Allah’ın bu şahıslar ile savaşmak hakkında peygamberinin diline basiretli bir şekilde aktardığı bu şahısların sapkınlıkları hakkında size haber verirdim. Bunların arasında eli kısa, nakıs ve kadınların memelerine benzer bir memesi olan bir erkek vardır. Bunlar yeryüzünde Allah’ın en kötü yaratıklarıdır ve onları öldürenler Allah’a en yakın kullardır. Bu eksik uzuvlu şahıs onların arasında değildi ve Ali (a.s) onlar öldürüldüğünde ölüler arasında onu arıyor ve şöyle buyuruyordu: Allah’a yemin olsun ki yalan söylemedim ve bana yalan söylenmedi. Hz. Ali (a.s) aramaya devam etti, onu ölüler arasında buldu, ardından gömleğini yırttı ve onun göğsünde kadın memesine benzer bir çıban gördü. Ali (a.s) onu bulunca tekbir getirdi ve kuşkusuz bu şahıs basiret sahibi bir insan için bir ibrettir diye buyurdu.[7]
Haricilerin Sapıklıkları:
Haricilerin sapıklıkları çoktur ve biz burada masum imamların rivayetlerinden[8] faydalanarak onların bazılarına işaret edecek ve onları değerlendireceğiz:
1. Allah Resulü’nün halifesine ve masum imama baş kaldırmak:
Ehlisünnet inançları esasınca Ali (a.s) İslam Peygamberinin (s.a.a) dördüncü halifesidir ve Şia inançlarına göre ise ilk masum imam ve Allah Resulü’nün (s.a.a) vâsii ve halifesidir. Onun emirlerine itaat edilmesi gerekir. Ama hariciler İmam Ali’ye (a.s) muhalefet etmiş, baş kaldırmış ve en sonda da onunla savaşmışlardır. Bu en büyük sapıklıktır. Bu yüzden Ehlisünnetten Mutezile ve Eşa’irenin bile haricileri kâfir bildiğini gözlemlemekteyiz.[9] Ali (a.s) Abdullah b. Abbas’ı haricilere yolladığı zaman o bu grubun yanına gitti ve şöyle dedi: Ey arkadaşlar sizin gibi bir grubun bu tatsız işe bulaşması, imamınıza karşı baş kaldırmanız ve ondan ayrılmanız çok şaşırtıcıdır.[10]
2. Dini yanlış anlama nedeniyle hakemliği kabul etmeye ısrar etmeleri:
Bazı ülkelerde hesapsızca gerçekleşen fetihlerin programsız mahsulü olan Hariciler sadece İslam’ın zahir ve dış görünüşünü anlamış ve dinsel bilgi ve bakıştan bir nasip almamışlardı. Sıffin savaşında Şamlılar hile yaparak Kur’an-ı mızraklarının ucuna takınca şöyle dediler: Bunlar da bizim gibi Müslüman’dırlar, o halde onlar ile savaşmamalıyız. Onlar, Emeviler ile barış yapmak istemeyen Ali’yi (a.s) hakemliğe teslim olması için mecbur kıldılar. Ali (a.s), Haricilere nasihat vererek şöyle buyurmuştur: Şamlılar hile ve aldatmayla Kur’an-ı mızraklarının ucuna takınca sizler bu insanlar bizim kardeşlerimiz ve bizimle aynı yoldadırlar diye söylemediniz mi? Bizden aman isteyip Allah’ın kitabına sığındılar, o halde bizim görüşümüz onların sözünü kabul etmek ve onlardan el çekmek midir? Ben cevap olarak size şöyle söyledim: Bu, zahiri iman, lakin batını düşmanlık olan bir iştir. Başlangıcı rahmet, lakin sonu pişmanlık ve nedamettir! O halde bu halde kalıp ilk yolunuzdan sapmayınız. Cihatta dişlerinizi sıkın ve her sese kulak asmayın; zira bu seslere kulak vermek sizi saptırır ve onlara itina etmezseniz onlar zelil ve onursuz olacaklardır.[11] Ama yine de onların kendi imamlarının nasihatine kulak asmadıklarını ve saptıklarını görüyoruz.
3. “Hüküm ancak Allahın’dır” ayeti şerifesini yanlış yorumlayıp sapmak:
Haricilerin önemli sapıklıklarından biri, onların imam Ali’yi (a.s) eleştirmeleri ve şöyle demeleriydi: “Hüküm ancak Allahın’dır”[12] ayeti şerifesi esasınca hüküm sadece Allah’a aittir. Bu yüzden iki hakemin görüşünü kabul etmek Kur’an ve belirtilen ayeti şerifeye itina etmemektir! Her ne kadar hakemliği reddetme konusunda bu ayeti şerifeye istinaden delil getirmenin geçersiz oluşu açık ve belirgin olsa da biz meselenin taşıdığı önem nedeniyle kanıtın reddi noktasında kısa birkaç çözümleyici ve eleştirel delile işaret ediyoruz:
Çözümleyici Delil: Ali (a.s) iki hakem meselesinde şöyle buyurdu: Biz ihtilafları giderme ve savaşı sonlandırma hususunda şahısları hakem karar kılmadık, sadece Kur’an’ı hakem seçtik. Kur’an aramızda bir cilt içinde yazılmış hatlardan oluşması, konuşmaması, tercümeye ihtiyaç duyması ve hakkında sadece insanların konuşabilmesi nedeniyle, bu kavim bizi Kur’an aramızda hakem olsun diye çağırdığı zaman, biz yüce Allah’ın kitabına sırt çevirecek bir grup olamazdık. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: Eğer bir şeyde ihtilafa düşerseniz onu Allah’a ve peygamberine sunun.[13] İhtilafı Allah’a sunmak O’nun kitabını hakem karar kılmamız ve ihtilafları peygamberine sunmak da Peygamberin sünnetine dayanmamızdır. Her ne zaman Allah’ın kitabının hakem olması istenirse, Bunu kabul etme noktasında insanlar içinde en önde gelen kişiler biz oluruz. Eğer Peygamberin sünneti ile hükmedilecek olursa, sünnete ilk uyanlar biz oluruz (bundan dolayı her iki halde de hak bizimledir).[14] Bir başka açıklamada Hz. Ali (a.s) yanıt olarak onlara bu batılın kastedildiği hak bir kelimedir[15] diye buyurmuştur. Hariciler, “Allah’ın hükmünden başka hüküm yoktur” cümlesini eğer bir hüküm Allah’ın kitabında yoksa ona uymak caiz değildir ve onunla amel etmek doğru sayılmaz şeklinde yorumlamaları sebebiyle, İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Evet Allah’ın hükmünden başka hüküm yoktur, ancak Hariciler Allah’tan başkasının hükmünü reddetme yoluyla Allah'tan başkasının hâkimiyetini reddetmek istemekteydiler. Bu şekilde Allah’tan başkası için bir emretme yetkisi olmadığı zaman, Allah’tan başkasının hakimiyet ve egemenliği de reddedilmiş olmaktadır; zira hüküm belirlemek ve toplumun hayrını göz önünde bulundurmak devletin görevlerinden sayılır ve bu halkın haline riayet etmeyle ilgilidir. Hariciler tarafından Allah’tan başka kimselerin hükmünün reddedilmesi, insanların hâkimiyetinin reddedilmesidir. Hariciler tarafından hâkimiyetin reddedilmesi, İmam Ali’nin (a.s) onları tekzip edip şöyle buyurmasına neden olmuştur: “Halk kuşkusuz iyi veya kötü bir başkan sahibi olmalıdır.” Başka bir ifadeyle Hariciler Allah’tan başkasının hükmünü reddetme nedeniyle gerçekte hakikati reddetmekteydiler, lakin Allah’tan başkasının hâkimiyetini reddetmek yanlış bir iştir. Neticede Haricilerin iddiası da geçersizdir. Ardından imam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Mecburi olarak toplum için iyi veya kötü bir başkan lazımdır. Bundan dolayı Haricilerin Allah’tan gelen hüküm dışında hiçbir hükmün kabul ve edilmeyeceğine ve uygulanmayacağına dair Haricilerin sözü, geçersizdir.[16]
Eleştirel Cevap:
Eğer bu ayeti Haricilerin yorumladığı şekilde kabul edersek peygamberlerin ve imamların günlük hayatında birçok eksik husus ile karşılaşırız. Bunların bazılarına işaret ediyoruz:
İmam Bakır (a.s) Nafi’e şöyle buyurmuştur: Bu Haricilere nasıl müminlerin önderinden ayrılmayı caiz bildiklerini sor. Oysaki onlar Allah’a yakınlaşma yolunda ona uyarak ve yardım ederek (hakemler hadisesinden önce) kanlarını onun safında akıtmışlardı. Onlar sana cevap olarak şöyle diyeceklerdir: O, Allah’ın dini hususunda hakem tayin etti. Sen de onlara şöyle söyle:
A. Bizzat Allah bile şeraitinde peygamberini kullarından iki erkeğin hakemliğine teslim etmiştir. Yüce Allah karı ve kocanın arasındaki ihtilaf hususunda şöyle buyurmaktadır: Eğer karı ve kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.[17]
B. Allah Resulü Beni Kureyze savaşı ve onların akıbetini belirleme hadisesinde Sa’ad b. Muaz’ı hakem olarak atadı.[18] Bundan dolayı burada Ali’ye (a.s) hiçbir eleştiri yöneltilemez. Ali (a.s) Allah’ın kitabı ve Allah Resulünün sünneti ile amel etmiştir.
4. Bir başka sapıklık ve büyük günah sahibini kâfir bilmek:
Hariciler şöyle demekteydiler: Büyük günah işleyen kimse kâfir olur ve İslam’dan çıkar. Elbette tövbe edip yeniden Müslüman olabilir. Bu esas uyarınca onlar Müslümanların (kendi deyimleriyle kâfirlerin) can ve malına saldırmayı mubah görüyordular. Ali (a.s) bu hususta Haricilere hitap ederek şöyle buyurmuştur: Eğer benim hata ettiğimi ve saptığımı düşünüyorsanız, neden tüm Muhammed (s.a.a) ümmetini benim sapmam ile sapmış biliyorsunuz? Neden benim hatamı onların üzerine atıyorsunuz? Neden onları benim hatamdan dolayı kâfir sayıyorsunuz? Neden kılıçları boyunlara dayayıp körü körünce indiriyor ve günahkâr ile masumu bir birine karıştırıp herkesi bir tutuyorsunuz? Oysaki sizler Allah Resulü’nün (s.a.a) zina eden evli bir şahsı recim ettiğini, ardından onun için namaz kıldığını ve mirasını ailesine teslim ettiğini biliyorsunuz. Katili öldürdüğü ve mirasını ailesine teslim ettiğinden haberdarsınız. Hırsızın elini kestiğini, zina eden evli olmayan bir şahsı kamçıladığını ve Müslüman kadınlar ile evlenmeleri için ganimetlerden paylarını kendilerine verdiğini biliyorsunuz. Hz. Peygamber (s.a.a) onları günahlarından ötürü cezalandırıyor ve ilahi hadleri kendilerine uyguluyordu. Lakin onların İslami payını ortadan kaldırmıyor ve adlarını Müslümanların defterinden silmiyordu. (O halde onlar büyük günah işleme nedeniyle kâfir olmuyordular). Siz (hariciler) insanların en kötüsü, şeytanın oyuncağı ve insanların sapmasının nedenisiniz.[19]
İkinci Soru:
Ali (a.s), Muaviye’nin fitne ateşini söndürme hususunda kesin kararlı mıydı? Sorunun bu kısmını yanıtlamak için Hz. Ali’nin (a.s) Muaviye hakkındaki bakışını zorunlu olarak açıklamayız. Böylece Hz. Ali’nin (a.s) Muaviye’nin fitne ateşini söndürmeye dair kuşku taşıyıp taşımadığı ortaya çıkacaktır.
1. Mutezile ekolüne sahip İbn. Ebi’l Hadid şöyle nakletmektedir: Ali (a.s) ile birlikte olan Hz. Peygamberin birçok sahabesi, Hz Peygamberden Muaviye’yi Müslüman olduktan sonra lanetlediğini ve Muaviye kafir ve cehennemlik bir münafıktır diye buyurduğunu nakletmiştir. Bu husustaki rivayetler meşhurdur.[20] Ali’nin (a.s) yarenlerinin bu hadisi duymuş olması, lakin Ali’nin bunu duymaması mümkün olabilir mi?
2. İmam Ali (a.s) Muaviye’nin tehdidine yönelik cevap olarak yazdığı mektupta şöyle yazmaktadır: Allah’a hamd ettikten sonra hep birlikte (İslam’dan önce) birbirimize yönelik şefkat beslediğimizi ve birlik olduğumuzu yazmışsın, lakin bizim ve sizin aranızda iman ve küfür esasınca daha önce ayrılık çıktı. Biz iman ettik (Allah’a ve elçisine) ve siz kâfir oldunuz. Şimdi biz hak yolda sebat ettik ve siz saptınız. Sizden her kim Müslüman olduysa mecburiyetten oldu; zira İslam’ın ilk yıllarında Allah Resulü ile siz savaştınız.[21]
3. Bu Haricilerin Abdullah b. Abbas’tan sorduğu bir sorudur ve Ali (a.s) bunu duyduğunda cevap olarak şöyle buyurmuştur. Siz, benim şüphe taşıdığımı, zira benim hakemlere Muaviye ve benim ile ilgili olarak meseleye bakın; eğer Muaviye bu işe benden daha layık ise onu yönetim işine seçin ve eğer ümmetin yönetim ve hilafeti için ben daha layık isem beni onaylayın dediğimi ifade etmişsiniz. Benim bu sözlerim Muaviye ve diğer insanlar karşısında kendimin daha haklı oluşu hususunda herhangi bir şüphe duymadan kaynaklanmıyordu; bu salt söz ve eylemde insaflı olmak içindi. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: Şüphesiz biz sizin ile ya hidayet ya da apaçık bir sapıklık üzereyiz.[22] Oysaki yüce Allah bu hususta bir bir şüphe duymuyordu ve Hz. Peygamberin (s.a.a) hak üzere olduğunu biliyordu ama buna rağmen böyle buyurdu. Hariciler bunu duyunca ey Ali bu da bizim itirazımızı gidermek için senin apaçık bir delil ve kanıtındır, diye söylediler.[23] Hz. Ali’nin (a.s) Sıffin savaşındaki tutumunu beyan eden kendisinin iki hadisiyle bu konuyu sonlandırıyoruz. İmam Ali (a.s) Kufe mescidinin minberine çıktı ve şöyle buyurdu: Ey Kufe halkı, düşmanlarınız ile savaşta tahammül göstermiyor musunuz? Eğer tahammül etmezseniz, Allah sizden daha liyakatli bir topluluğu size egemen kılar. Başka bir hitapta ise Sıffin savaşında Şamlılar savaştan kaçarken takipçilerine şöyle buyurmuştur: (Gidin) şeytanın dostları olan kalanları (da) öldürün; onlar Allah ve elçisi yalan söylemiştir, demişlerdir.[24] Dolayısyla Ali (a.s), Muaviye ile savaşta hiçbir şüphe taşımıyordu ve kendi dostlarını da buna teşvik etmede kararlıydı. En sonda bu sapma, bu grubun (Harici İbn. Mülcem’in Eş’as b. Kays’ın yardımıyla) İmam Ali’yi (a.s) şehit etmesine yol açtı.[25]
[1] Ferahidi, Halil b. Ahmet, Kitabu’l Ayn, c. 5, s. 160, Naşir: İntişaratı hicret, Kum, çapı dovvum, 1410 h.k.
[2] Sizden yüzünü çeviren kimse dinden çıkar. Biharu’l Envar, c. 99, s. 150 (Ziyareti Camiayı Kebire).
[3] Tureyhi, Fahru’d Din, Mecmeu’l Bahreyn, c. 5, s. 235, Naşir: Kitapfuruşiyi Murtezevi, Tahran, çapı sevvum, 1375 h.ş.
[4] Tebersi, Ahmet bin Ali, İhticac, Gaffari Mazenderani, Nizamu’d Din Ahmet, c. 1 , s. 229 ve 230, Naşir: Murtezevi, Tahran, çapı evvel.
[5] Tebersi, A’glamu’l Vera bi A’glamu’l Huda, s. 33, (Zindiğiyi çahardeh Masum (a.s)), Atarudi, Azizullah, s. 46 ve 47, Naşir: İslamiye, Tahran, çapı evvel, 1390 h.k.
[6] Tebersi, A’glamu’l Vera bi A’glamu’l Huda, s. 33.
[7] Mufit, İrşad, Resul Mahallati, c. 1, s. 317, Naşir: İslamiye, Tahran, çapı dovvum.
[8] Bu araştırmada Ehli Beyt hadislerine istinatta bulunulması onlarda bulunan deliller nedeniyledir; salt taabbud nedeniyle değildir.
[9] Hilli, El-Feyn, Vicdani, s. 7, Naşir: Sadi ve Mahmudi, Tahran, çapı evvel.
[10] Tebersi, Ahmet b. Ali, İhticac, Gaffari Mazenderani, c. 2 , s. 254.
[11] Tebersi, Ahmet b. Ali, İhticac, Caferi, c. 1, s. 403 ve 404, Naşir: İslamiye, Tahran, çapı evvel, 1381 h.ş.
[12] Yusuf Suresi, 67. ayet.
[13] Nisa Suresi, 59. ayet.
[14] Tebersi, Ahmet b. Ali, İhticac, Caferi, Behrad, c. 1, s. 404 ve 405.
[15] Nehcü’l Belaga (Müessesetü Nehcü’l Belağa), s. 610, Kelam 40, Naşir: Bonyadı Nehcü’l Belağa, çapı evvel, 1372.
[16] Tercümeyi Şerhi Nehcü’l Belağa (İbni Meysem), c. 2, s. 220, Naşir: defteri neşri El- Kitap, çapı dovvum, 1362.
[17] Nisa Suresi, 35. ayet.
[18] Tebersi, Ahmet bin Ali, İhticac, Caferi, c. 2, s. 162 ve 163.
[19] Nehcü’l Belaga – Tercüme Deşti, s. 241, naşir müessese-i intişaratı meşhur, çapı evvel, Kum, 1379.
[20] Cilveyi Tarih der Nehcü’l Belağa İbni Ebi’l Hadid, c. 7, s. 220, Naşir: neşri ney, Tahran, çapı dovvum, 1375.
[21] Tercümeyi Nehcü’l Belağa (Zamani), s. 819 ve 820, Name 64, Naşir: müessese-i intişaratı nebevi, çapı devazdehum, Tahran, 1378.
[22] Sebe, 24.
[23] Tabersi, Ahmed b. Ali, İhticac, Ğaffari, Mazenderani, c. 2, s. 255.
[24] Nakavi, Kazvini, Horosani, Muhammed Taki, Miftahüs’s-Saadet Fi Şerhi’l-Neci’l-Belağa, c. 5, s. 248, Naşır: Mektebetü’l-Mustafaviye, Tahran; Muhaddis Nuri, Müstedrekü’l-Vesail,, c. 11, s. 66, 12441 ve 12442, Müessese-i Âlu’l-Beyt (a.s) Kum, h.k. 1408: 15
وَ عَنْهُ (ع) أَنَّهُ قَالَ يَوْمَ صِفِّينَ اقْتُلُوا بَقِيَّةَ الْأَحْزَابِ وَ أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ اقْتُلُوا مَنْ يَقُولُ كَذَبَ اللَّهُ وَ رَسُولُهُ ؛ 16، وَ عَنْهُ (ع) أَنَّهُ حَرَّضَ النَّاسَ عَلَى مِنْبَرِ الْكُوفَةِ فَقَالَ يَا مَعْشَرَ أَهْلِ الْكُوفَةِ لَتَصْبِرُنَّ عَلَى قِتَالِ عَدُوِّكُمْ أَوْ لَيُسَلِّطَنَّ اللَّهُ عَلَيْكُمْ قَوْماً أَنْتُمْ أَوْلَى بِالْحَقِّ مِنْهُمْ .
[25] Mufid, İrşad, Resuli Mehallati, c. 1, s. 18.