Please Wait
10486
Özellikle söz konusu ayetin zahiri, kabirlerin yanında mescit yapmaya izin vermektedir ve böyle bir mescidin Ashab-ı Kehf’in kabirleri civarında yapılmış olduğu da tefsirlerden anlaşılmaktadır. Elbette zahiri manaları itibariyle bu mekânlarda mescit yapmayı yasaklayan bir takım rivayetler de mevcuttur. Ama bu ayeti göz önünde bulundurmayla ve bu rivayetleri incelemeyle onların kabirlerin Allah’a tapınmanın unutulduğu bir put haneye dönüşmemesini vurguladıklarını anlıyoruz. Böyle bir husus kabirlerin civarında mescit yapmada ve orada Allah’a ibadet etmede söz konusu değildir ve kıbleye dönük namaz da sahihtir. Namaz kılan kimse ile Kâbe arasında kabir yapıları gibi veya herhangi bir engelin bulunması da namaza bir zarar vermez.
Sorunuz gerçekte değişik birkaç soruya ayrılmaktadır ve uygun yanıtın elde edilmesi için onların tümüne değinilmelidir:
1. Kehf suresindeki işaret edilen ayet kabirlerin yanında mescit yapmayı men etmeye işaret etmekte midir, etmemekte midir?
2. Esasen bazı bölgelerin çok değerli olduğuna inanılabilir mi ve söz konusu mekânlar kutsal bölgeler olarak değerlendirilebilir mi?
3. Farz üzere kabirler kıble yönünde olsa bile onların yanında namaz kılmak ve ibadet etmek, Allah’a kulluk etmekle çelişir mi ve kabirlerin etrafında ibadet etmenin niteliği hakkında masum imamların (a.s) buyruklarından alınan Şia’nın görüşü nedir?
Birinci bölüm hakkında şöyle söylemek gerekir: Sorunuzda yanlışlıkla 33. ayet olarak zikredilen Kehf suresinin 21. ayeti, Ashab-i Kehf’in kabirleri hakkında son düşüncelerini ilan eden inananların bu kabirler civarında bir mescit yapmaya karar verdiklerini açıkça beyan etmektedir ve böyle bir karar da Kur’an tarafından yerilmemiştir. Eğer kabirlerin üzerine mescit yapmayla ilgili olarak bu grubun görüşü dinin aksine olan bir inanç olsaydı, Kur’an-ı Kerim’in böyle bir karar almalarından ötürü onları yermesi gerekirdi! Bu tarihi hadise Ehli Sünnet’in birçok kitabında da nakledilmiştir.[1] Bundan dolayı “üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız” ayetinden kabirler civarında mescit yapmanın yasaklandığı hiçbir surette anlaşılmamaktadır. Elbette Ehli Sünnet’in bazı tefsir kitaplarında bu ayetin tefsirinde kabirlerin üzerine mescit yapmayı yasaklayan bir takım rivayetler nakledilmiştir.[2] Bu rivayetlerin benzerleri Şia’nın hadis kitaplarında da göze çarpmaktadır.[3] Bu husus da tefsir ve hadis âlimlerini konuya bir çözüm yolu bulmaya sevk etmiştir. Çünkü ne Ashab-i Kehf’in kabirleri yanında mescit yapmanın caizliğine açıkça delalet eden ayet görmezden gelinebilir ve ne de kabirleri kıble ve mescit karar kılmanın yasak oluşu hakkında nakledilen rivayetlere itinasızlık edilebilir. Bu esasla, aralarında bir tezat olmayacak şekilde bu ayet ile böyle bir işi yapmayı zahiri olarak men eden rivayetlerin[4] arasını bulmak gerekmektedir. Bazı Ehli Sünnet müfessirleri, bu mekânlarda mescit yapmayı yasaklamaya dayalı kendi inançlarını muteber göstermek için bu mescidi Ashab-i Kehf’in kabirleri yanında kâfirlerin yaptığını veya inananlar bile yapmışsalar da işlerinin hoş olmadığını söylemişlerdir.[5] Bu bahaneyle Kur’an’ın zahirinden el çekmiş ve başka bir ifadeyle meselenin aslını görmezden gelmeye çalışmışlardır. Ama belirtildiği gibi mescidi yapanların Allah tarafından yerilmemesi, onların davranışlarını onaylayan en muteber delildir. Şia’nın büyük âlimlerinden olan Allame Meclisi, söz edilen ayet ve rivayetlerin arasını bulmak için şöyle demektedir: Yahudiler ve Hıristiyanlar peygamberlerinin kabirlerini kendilerine kıble edinmişlerdi ve putlara taparcasına onlar karşısında secde etmekteydiler! (Bu nedenle rivayetlerde Peygamber-i Ekrem tarafından yerilmişlerdir). Ama salih ve iyi bir ferdin kabri yanında bir şahıs bir mescit yaparsa ve o salih şahsın ruhundan bir yardım alma veya bazı ibadetlerinin sevabını onun ruhuna bağışlama niyeti taşırsa ve de onu kıble yapma ve mabut sıfatıyla kendisini yüceltme hedefi gütmezse, böyle bir davranış şeraite aykırı olmayacaktır. Sonra o, kendi iddiasının teyidi bazında Kâbe’nin yanında yer alan İsmail’in taşını delil olarak göstermektedir; bu ilahi peygamberin kabrinin o mekânda olmasına rağmen tüm Müslümanlar orada namaz kılmanın bir mahsuru olmadığına ve aksine büyük bir fazilet taşıdığına inanmaktadır.[6] Bazı Ehli Sünnet müfessirleri de bu noktayı anlamış ve bu rivayetlerin kabirlerin yanında mescit yapmak ve onlar ile kutsanmak ile çelişmediğini söylemişlerdir.[7] Bu esasla, kabirlere secde edilmemelidir veya putlara tapınırcasına onları kıble edinmemeliyiz neticesi elde edilmektedir. Ama kabirlerin yanında mescit yapmak ve böyle bir mescitte ibadet etmek, kıblemiz Allah’ın buyurduğu gibi Kâbe tarafına olacak ve ona doğru da secde edecek bir halde olursa bir sakınca taşımayacaktır. Bu iddia için bir başka delil de getirilebilir: Müslümanlar, Peygamber (s.a.a) ve onun iki sahabesini Peygamber mescidine yakın bir bölgeye defnetmişlerdir. Öyle ki mescidin sonraki yapılandırılmasıyla bu kabirler pratikte mescidin bir bölümü sayılmaktaydı. Ama hiçbir âlim ve bilgin Peygamber (s.a.a) mescidinde namaz kılmayı mevcut rivayetlere atıfta bulunarak men etmemiştir. Oysaki mevcut durumda bu kutsal mekânda namaz kılmanın Şiilerin diğer merkatlarda namaz kılmasıyla önemli bir farklılığı bulunmamaktadır. Sorunun ikinci bölümüyle irtibatlı olarak da birkaç mevzu inceleme ve tahlile tabi tutulmalıdır. Biz Müslümanlar şunlara inanmaktayız
1. Allah özel bir yön ve tarafta değildir ve her tarafa dönersek, Allah’a dönmüş olacağızdır.[8]
2. Allah, kullarının ibadetlerine bir düzen vermek için kıble sıfatıyla bir takım mekanları göz önünde bulundurmuş ve Müslümanlar da Peygamber-i Ekrem (s.a.a) zamanında iki kıble tarafına doğru yani Aksa mescidi ve Kabe’ye doğru namaz kılmışlardır. Başka bir ifadeyle kıblenin zati bir değeri bulunmamaktadır ve sadece Allah’a itaat etmek değere sahiptir. Bu mevzu da Kur’an-ı Kerim’de beyan edilmiştir.[9]
3. Biz kendi dini önderlerimizin buyruğuyla sadece Allah için secde etmekteyiz. Ama bu, her sembol ve şahsa secde etmenin onun bizim mabudumuz ve ibadet ettiğimiz kimse olduğunun göstergesi değildir! Secde sırasında Kabe’yi önümüze almakla biz Kabe’ye mi tapmaktayız yoksa Allah’a mı!? Allah, meleklere Âdem’e secde etmesini emrettiğinde[10], hâşâ onlardan şirk eksenli bir iş yapmalarını mı istedi ve bu esnada sınama sahnesinden muvahhit ve gayri müşrik olarak sadece şeytan mı başarıyla çıktı? Melekler Allah’a tapınmaktan el mi çektiler ve Adem’e tapınmaya mı başladılar!? Biz secdenin Allah’a itaat etmenin bir göstergesi olduğuna inanmaktayız ve eğer O, benim dışımda birine secde edin diye buyurursa, bu ameli yapacak ve bu davranışımızı da Allah’a tapınmanın bir göstergesi bileceğiz. Diğer bir ifadeyle biz ne kıble ve ne de secdeyi sadece Allah’a itaat etmemeyi şirk bilmekteyiz. Elbette hâlihazırda Allah’a itaat etmeyi Kâbe’yi kıble edinmede ve sadece Allah için secde etmede görmekteyiz.
4. Her ne kadar yeryüzü ve göğün tümü Allah’ın olsa da biz ibadetimizi bazı kutsal mekânlarda yerine getirdiğimiz takdirde ondan daha fazla yararlanacağımıza inanmaktayız. Mescidü’l-Haram ve Peygamber (s.a.a) Mescidi’ndeki ibadet, böyle mekânların birer numunesi sayılmaktadır ve Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Benim mecidimde namaz kılmak diğer mescitlerde kılınan bin namaz gibidir. Elbette Mescidü’l-Haram müstesnadır.[11] Böylece bazı mekânların özel bir değeri olduğuna inanabileceğimiz anlaşılmaktadır. Şia mektebinde, belirtilen mescitlere ek olarak masum imamların (a.s) kabirleri civarında da namaz kılmak ve ibadet etmenin büyük bir sevap ve ecri vardır. Elbette o büyük şahsiyetler bu ibadet ve ziyaretler için bir çerçeve belirlemiştir ve bu çerçeveye uymayla da her türlü Allah’a şirk koşma şaibesi ortadan kalkmaktadır. Haliyle esasen ziyaretin ne gibi bir faydasının var olduğunun beyanı sizin sorunuzun kapsamı dışında kalmaktadır ve ilgi duymanız durumunda bu konu hakkında yapılmış araştırmalara ve bu cümleden olmak üzere bu sitedeki 3295. soruya müracaat edebilirsiniz. Ama sorunuzun üçüncü bölümüne daha kesin ve doğru bir cevap vermek için ilkönce bu husustaki birkaç rivayete işaret ediyoruz:
1- İmam Seccad (a.s) Kufe şehrine yaptığı bir yolculuk esnasında Kufe Mescidi’ne girer ve namaz kılıp ibadet eder. Bu şehrin büyük şahsiyetlerinden ve takvalı fertlerinden biri olan Ebu Hamza Somali şöyle aktarır: Ben develer istirahat edene kadar kendisini takip ettim ve onun at ve devesini elinde bulunduran siyah köleden bu şahsın kim olduğunu sordum. Köle şaşırarak onun tip ve görünüşünden anlamadın mı diye sordu! O Ali b. Hüseyin’dir (a.s). Ebu Hamza şöyle devam eder: İmamı tanıdıktan sonra kendisinin ayağına atıldım ve öpmeye koyuldum! İmam yavaşça elleriyle başımı kaldırdı ve şöyle buyurdu: Bu fiili yapma! Secde sadece Allah’a mahsustur!....[12]
2- Ebu’l-Yas’ adındaki bir şahıs şöyle aktarmaktadır: Ben, bir şahsın İmam Sadık’tan (a.s) namaz esnasında İmam Hüseyin’in kabrini kıble yönüme alabilir miyim diye sorduğunu duydum. İmam Sadık (a.s) şöyle cevap verdi: Namaz vaktinde kabirden bir miktar uzaklaş.[13]
3- Ziyaretçilere imamların temiz kabirlerinin yukarı kısmında namaz kılmalarını tavsiye eden bir takım rivayetler mevcuttur[14] ve eğer Ehli Beyt kabirlerini ziyaret etmeyle müşerref olursanız, ziyaretçilerin en büyük çabasının başucu olarak meşhur olan bu kısımda namaz kılmak olduğunu göreceksinizdir. Bu kısımda namaz kılmanın vurgulanmasının sebebi, hem bu büyük şahsiyetlere saygısızlık addedilebilecek şekilde kabirlerini arkamıza almamak ve hem de kabirlerin kıblemiz olduğu zihniyetini yaratacak bir şekilde onları tam olarak önümüze koymamak olabilir. Bu durumda onların yanında ve Kâbe ‘ye taraf namaz kılmış olacağız.
Bu gibi rivayetler şunun göstergesidir: Her ne kadar peygamber ve imamlara (a.s) hayattayken ve şahadet veya vefatlarından sonra saygı göstermek güzel bir davranış olsa da ve onların makamlarını Kur’an’ın açık buyruğuyla diri olan ve Allah’ın katında rızıklandırılan şehitlerden[15] yüksek tutsak da ve bu esasla Peygamber ve imamlarımızı (a.s) sesimizi duyacak ve selamımızı alacak şekilde diri bilsek de bütün bunlar, kendilerini anarken Rabbimizden gaflet etmeye neden olmamalıdır. Bu nedenle imamlarımız Camia Duası’ndan önce Allah’ın büyüklüğünü unutmamamız için yüz defa tekbir getirmemizi tavsiye etmiştir.[16] Hayattayken ve temiz kabirlerini ziyaret ederken onlara saygı göstermek, Allah’a yapılan ibadetin yaralanmayacağı şekilde olmalıdır. Belirtilen hususlardan bu büyük şahsiyetlerin kabirleri yanında ve onların mücadelelerini anımsayarak ve de kendilerini örnek alarak daha hoş ve güzel bir halle Rabbimize münacat edebileceğimiz neticesi alınmaktadır. Bazen imamların kabirlerinin kıble tarafına düştüğünü söylemiş ve bu doğru mudur diye sormuşsunuz. Temiz kabirlerin insanlarla dolu olduğu ve kabrin karşı noktası dışında namaz kılınacak bir yer olmadığı bir zaman, sizin düşüncenize göre insanlar imamların kabirlerinin de aynı tarafta olduğu Kâbe yönünden yüzlerini çevirip başka bir tarafa doğru mu namaz kılmalıdırlar? Kesinlikle hiçbir Müslüman böyle görüşü kabul etmeyecektir. Bu esasla her ne kadar rivayetlere göre namazımız kabrin tam karşısında yer almayacak bir mekânda olması gerekse de böyle bir namaz da yanlış ve gayri şerî değildir. Çünkü sadece haremin her tarafında yer alan namaz kılan tüm fertlerin yüzlerini mukaddes kabir duvarına çevirmeleri ve tıpkı Mescidü’l-Haram gibi daire şeklinde kabir duvarına doğru namaz kılmaları durumunda kabri kıble edinmişler diye bu itham onlara vurulabilir. Ama insaf dairesinden çıkmadıkça ve inat etmedikçe bu durumun dışında ve salt bazı namaz kılan fertlerin kıble yönü ve kabir duvarı bir cihette yer alması nedeniyle, onlar aleyhinde böyle bir ithamda bulunulamaz. Kâbe etrafında kılınan namaz esnasında İbrahim (a.s) makamının fertlerin kıble güzergâhı üzerinde yer alması durumunda, onların Kâbe’ye dönük namaz kılmadıkları ve makama doğru namaz kıldıkları söylenebilir mi? Elbette bir takım sayılı fertler dini meseleleri bilmeme nedeniyle namaz esnasında yüzlerini kıbleden çevirir ve kabir yönüne doğru namaz kılarsa, Şia fıkhı açısından onların namazı sahih olmayacaktır ve kesinlikle Şiilerin itirazına da maruz kalacaklardır. Eğer bazen nadir olarak böyle sayılı örnekler müşahede edilirse, bu Şia mezhebinin hesabına yazılamaz!
[1] Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan Fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 15, s. 149, Daru’l-Marife, Beyrut, 1412 h.k.
[2] Kurtubi, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ lil-Ahkami’l-Kur’an, c. 11, s. 379, İntişarat-i Nasır Hosrov, Tahran, 1364 h.k.
[3] Örnek olarak bkn: Şeyh Saduk, Men La Yahziruhu el-Fakih, c. 1, s. 178, rivayet: 532, Müessetü’n-Neşri’l-İslamî, Kum, 1413 h.k.
[4] Kurtubi, a.g.e., c. 11, s. 379.
[5] İbn-i Kesir, Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim, c. 5, s. 133-134, Daru’l-Kütübil-İlmiye, Beyrut, 1419 h.k.
[6] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 79, s. 56, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, 1404 h.k.
[7] Mazhari, Muhammed Senaullah, et-Tefsiri’l-Mazhari, c. 6, s. 25, Mektebe-i Raşidiye, Pakistan, 1412 h.k.
[8] Bakara, 115 (Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır.)
[9] Bakara, 142-145.
[10] Bakara, 34; Araf, 11; İsra, 61; Kehf, 50;…
[11] Kurtubi, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ lil-Ahkami’l-Kur’an, c. 10, s. 372.
[12] Hür Amılî, Muhammed b. el-Hasan, Vesailu’ş-Şia, c. 14, s. 407-408, rivayet. 19474, Müessese-i Alu’l-Beyt, Kum, 1409 h.k.
[13] a.g.e., c. 14, s. 519, rivayet. 19731.
[14] a.g.e., c. 14, s. 519, rivayet. 19730 ve s. 520, rivayet. 19733.
[15] Ali İmran, 169.
[16] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 99, s. 127.