Please Wait
14923
Kur’an ve hadislerden anlaşılan şu ki; İmran’ın kızı Meryem, mali bakımından iaşesini idare edebilecek bir güce sahip değil ve böyle fakir bir ailede (zira o doğmadan önce babası vefat etmişti) dünyaya gelmiştir. Bu neden dolayı onun sorumluluğunu Hz. Zekeriya (Meryem’in teyzesinin kocası) üstlenmişti.
Bu değerli bayanın yaşamı devamlı zorluklar, zahmetler ve mahrumiyetlerle iç içeydi. Zira Meryem annesinin yapmış olduğu “nezir” gereğince küçüklüğünden beri mabedin hadimi (hizmetçisi) olarak kendi vazifesini yerine getirmekle meşgul idi. Bu küçücük çocuğun boynuna yüklenmiş olan iş, gücünü aşan işlerdi. Hz. Meryem de hiçbir şikâyette bulunmaksızın bütün bu zorlukları kabul etmişti. Hakeza art niyetli (garezli) ve imansız kimseler tarafından kendisine yönelik dil uzatmaların, yalanlamaların, töhmetlerin bıraktığı yaralara karşı da sabrediyordu. Allah tarafından kamil bir memnuniyete (rızaya) sahipti. Allah u Teala da onun sabır ve rızayet makamı karşılığında ve mutlak itaatkar olmasının hatırası için onu bu makama ulaştırdı.
Hz. İsa’nın beşikte konuşması, onun yüce ve üstün bir makama sahip olduğunu hikayet ediyor olmasıyla birlikte annesinin namuslu ve temiz (kötülüklerden uzak), masum olduğunu savunması içindir. Allah Teala Hz. İsa’nın liyakatli ve takvalı olduğundan haberdar olduğu için bu imtiyazı ve bu ismet makamını amelini gerçekleştirmeden önce ona bir mükafat olarak vermiştir ve onu böyle bir makama seçmiştir.
Bu sorunun cevabını vermeden önce Hz. Meryem’in yaşantısını gözden geçireceğiz: Tarih, İslami hadisler ve müfessirlerin sözlerinden şöyle anlaşılmaktadır: “Hanne” ve “Aşya”, iki kız kardeş olup birincisi İsrail oğullarının seçkin şahsiyetlerinden olan “İmran” ile ikincisi de “Zekeriya” peygamber ile evlendi.
Bu evlilik üzerinden seneler geçti ama İmran’ın eşinden bir çocuk doğmadı. “Hanne” bir gün bir ağacın altında oturmuştu bir koşun civcivlerine yemek verdiğini kendi gözleriyle müşahede ediyor. Annelik duygularından kaynaklanan bu muhabbeti müşahede eder etmez her annenin çocuğa olan aşk duygusu onun kalbinde ateşlendi ve kalbin derinliklerinden Rabbinden çocuk sahibi olmasını diledi. Aradan çok bir zaman geçmeden Allah onun halisane olan bu duasını kabul buyurdu ve hamile kaldı.
Bazı rivayetlerden ise şöyle istifade ediliyor: Allah u Teâlâ İmran’a vahyetti ki çok bereketli ve tedavisi mümkün olmayan hastalıkları Allahın izniyle tedavi eder ve ölüleri de Allah’ın izniyle diriltebilir bir çocuk kendisine verilecek ve bu çocuk İsrail oğullarına bir peygamber olarak gönderilecektir. Hz. Zekeriya bu olayı kendi hanımına anlattı. O da hamile kalınca karnındaki çocuğun bu çocuk olduğunu sanmış. Oysaki karnındaki çocuğun Meryem (o çocuğun annesi) olduğundan bihaberdi. Bu nedenle karnındaki çocuğu Allahın evi olan Beytü’l - mukaddesin hizmetçisini yapacak şeklinde nezir eder. Ama bu çocuk doğduğunda kız olduğunu müşahede etti. Bu esnada bu çocuğu ne yapacağına dair telaşlandı. Zira hâkim olan geleneğe göre “Beytü’l - Mukaddes” için seçilen hizmetçiler erkeklerden olurdu. O ana kadar bir bayanın hizmetçi olarak seçilmesi hiç olmamıştı.
Bazıları şöyle demişlerdir: İmran’ın eşi nezir olayına ikdam etmesi (girişmesi) onun bu hamilelik durumunda İmran’ın vefat edip dünyadan gittiğine delildir. Yoksa kendi başına müstakil olarak bu işe girişmesi imkânsızdır.[1]
Kuran ve hadislerden, İmran’ın kızı Meryem mali bakımdan iaşesini idare edebilecek bir güce sahip olmayan fakir bir ailede (zira o doğmadan önce babası vefat etmişti) dünyaya geldiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle onun sorumluluğunu Hz. Zekeriya (Meryem’in teyzesinin kocası) üstlenmişti.[2]
Yapılan açıklamalara dikkat edildiğinde bu değerli bayanın yaşamı devamlı zorluklar, zahmetler ve mahrumiyetlerle iç içe olduğu anlaşılmaktaydı. Zira Meryem’in annesinin yapmış olduğu “nezir” gereğince, Meryem küçüklüğünden beri mabedin hadimi (hizmetçisi) olarak kendi vazifesini yerine getirmekle meşgul idi.
Bu küçücük çocuğun gücünü aşan işler kendisine verilmiş olmasına rağmen o hiçbir şikâyette bulunmaksızın bütün bu zorlukları kabul etmişti. Hakeza art niyetli (garezli) ve imansız kimseler tarafından kendisine yönelik dil uzatmaların, yalanların, töhmetlerin bıraktığı yaralara karşı da sabrediyor. Allah tarafından kâmil bir memnuniyete (rızaya) sahipti. Allah u Teâlâ da onun sabır ve rızayet makamı karşılığına ve mutlak itaatkar olmasının hatırası için onu bu makama ulaştırdı ve onun hakkında şöyle buyurdu: ““Hani melekler, “Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı”.[3]
Bu ayeti kerime gereğince Hz. Meryem kendisinden kaynaklanan liyakatle değil, bilakis Allah tarafından temiz kılındığı için diğer kadınlardan daha üstün kılındı. Onun üstün kılınmasını neden kaynaklamaktadır?
Evet! Onun göstermiş olduğu bu halisane çaba dolayısıyla Allah u Teala onun kendi dönemindeki kadınlara karşı üstün kıldı. Zira Allah u Teala şakirdir ve kullarının amellerini ve halisane ibadetlerini karşılıksız bırakmaz. Kur’anı kerim bu bağlamda şöyle buyuruyor: “Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir”.[4] İnsanları Allaha yöneltmek ve ona doğru hidayet etmek için değerli ve “ulu’l – azm” olan peygamberi yetiştirmek ve hakeza her zamanın ve her asrın kadınları ve anneleri için örnek olabilecek pak ve temiz olan hz. Meryem’in yaşamı o büyük şahsiyetin insanlık âlemine yapmış olduğu en büyük hizmetlerinden birisidir. Öyle ki başka hiçbir hizmet bu hizmetle mukayese edilemez. Zira insanlığa yapılan en büyük hizmet insanı eğitmektir. İnsan kendi hayatında tek bir insanı doğru ve güzel bir şekilde eğitebilir camiaya sunabilirse büyük bir hizmet yapmış olur. Milyonlarca insanın hidayetine kaynaklık yapan değerli ve azimuşen olan bir peygamberin annesini eğitmek ise artık değeri biçilmez bir hizmettir. Acaba bundan daha büyük bir hizmeti tasavvur etmek mümkün müdür?
Bu esasca bu büyük ve değerli müjde hz. Meryem’in göstermiş ve çekmiş olduğu çetin zahmetler, yapmış olduğu ibadet, getirmiş olduğu iman, sahip olduğu takva gölgesinde ancak verilmiştir. Bu ayeti kerime şuna delildir ki Meryem kendi döneminde en üstün ve değerli bir kadındı. Dikkat etmemiz gereken şudur ki Allah u Teâlâ halis olan amellerin az olsa bile karşılığını ve mükâfatını verir. Başka bir ifadeyle hekim ve merhametli olan Allah u Teâlâ niceliğe değil niteliğe önem arz etmektedir.
Ama hz. İsa’nın doğumunun ilk günlerinde daha beşikte iken konuşması ise onun makamının yüceliğine delalet eden büyük bir mucize olmasının yanı sıra bu büyük ilahi mucize büyük ve insafsız iftiralara (zina) maruz kalan annesinin temiz ve namuslu olduğunu savunmak için gerçekleşmiştir. Düşmanlar gerçekleşen ortamdan ve oluşmuş olan atmosferden (Meryem’in kocasının olmayışından) yararlanarak masum ve günahsız olan Allah’ın bu kulunun şahsiyetini terör etmeye çalışırlardı. Eğer onlar sahip oldukları bu art niyetlerinde başarılı olmuş olsaydılar hz. İsa’nın (a.s.) peygamberliğini de şüphe altında bırakmış olacaklardı. Bu yalancıların bu silahlarını ve şayialarını önemsiz kılan ve etkisiz hale getiren tek şey bu büyük mucizeydi. Yusufu, Züleyha’nın ona atmış olduğu iftiradan kurtarmak için küçücük ve daha süt emzirme döneminde olan bir çocuğu konuşturarak bir mucizeyle gerçekleştirdiği gibi. Bu çocuk da şahitlik yaprak annesini kamunun nezdinde sadık, pak ve temiz olduğunu ispatladı.
Hz. İsa’nın nübüvvet makamına liyakatli, ehliyetli ve bu makama sahip olduğunu kanıtlamak için en uygun delil hz. İsanın kendi hayatında insanlara acıyarak kendi konuşmalarıyla ve davranışlarıyla onları hidayet etmek ve onları eğitmek için göstermiş olduğu çabadır. Allah u Teala kendi ilmiyle bu durumlardan haberdar olduğu için amelden önce mükafat unvanıyla bu ayrıcalığı ve ismet makamını ona sundu ve onu bu makam için seçti.
[1] MEKARİMİ ŞİRAZİ, Nasır, “Tefsiri Nümüne”, Tahran, intişarati daru’l – kitabi’l - İslamiye, 1376, c. 2, s. 423.
[2] “İz kaletimraetü imrane rabbi inni nezertü leke ma fi batni muharranan fe tekabbel minni, inneke entes semiul alim. Fe lemma vedaatha kalet rabbi inni veda'tüha ünsa, vallahü a'lemü bi ma vedaat, ve leysez zekeru kel ünsa, ve inni semmeytüha meryeme ve inni üiyzüha bike ve zürriyyeteha mineş şeytanir racim. Fe tekabbeleha rabbüha bi kabulin haseniv ve embeteha nebaten hasenev ve keffeleha zekeriyya, küllema dehale aleyha zekeriyyel mihrabe vecede indeha rizka, kale ya meryemü enna leki haza, kalet hüve min indillah, innellahe yerzüku mey yeşaü bi ğayri hisab”. (Ali İmran 35 – 37).
[3] “Ve iz kaletil melaiketü ya meryemü innellahestafaki ve tahheraki vastafaki ala nisail alemin”. (Ali İmran 35 – 37).
[4] “ve men tetavvea hayran fe innellahe şakirun aliym”, Bakara, 158.