Please Wait
9670
Konuya girmeden önce: ‘Acaba İslam çalışmayı ve ticari faaliyetlerde bulunmayı yalnızca erkekler için cevaz vermiş ve kadınları tümüyle bu sahanın dışında mı tutmuştur?’ sorusunun cevabını bulmak zorundayız. Sorunun cevabı ‘hayır’dır. Aşağıda bu cevabın delillerinden ikisini getiriyoruz:
1- Kadınlarında kendi malları üzerinde mülkiyet hakları vardır. Kur’an şöyle buyuruyor: ‘Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var.’
2- İslam ekonomik faaliyetleri caiz bilmenin yanı sıra kadına da, erkeğe de mal kazanma ve kazanç elde etme iznini vermiş, onları ekonomik faaliyetlerde bulunmaya teşvik etmiştir.
Ancak İslam, her ne kadar kadınları ve erkekleri ekonomik faaliyetlerde bulunmaya ve çalışmaya davet ediyor, kazançlarına sahip olma hakkını veriyorsa da başka yerlerde olduğu gibi burada da sınırlar getirmiştir. Bu sınırların bazıları ekonomik faaliyetlere (üretim, dağıtım vb. gibi), bazılarıda Müslümanların birbirleriyle ve başkalarıyla olan ilişkilerine yöneliktir.
Birinci kısım sınırlamada kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur. Faiz haram ise veya ticaret caiz ise bunlar her ikisi içinde geçerlidir. Ama ikinci kısımda kadın ve erkeğin sahip olduğu özelliklerden dolayı hükümlerde farklılıklar vardır.
Allah-u Teala erkekleri ailenin reisi yapmıştır. Ancak bu riyaset erkeğin karısının iradesinde ve malındaki yetkilerinde etki edeceği veya kadının bireysel ya da toplumsal haklarını korumada, savunmada ve onlara ulaşmada -diğer şartlarda göz önüne alınarak- kendi başına hareket etmeyeceği anlamına gelmez.
Demek ki erkeğin ailedeki riyaseti onun üstünlüğü göstermez. Aksine erkekler, ailevi vazifleleri yerine getirme, ailevi menfaatlerin ve değerlerin korunmasından sorumludurlar.
Hatırlatmak gerekir ki, ailenin ekonomik sorunları ve masrafları karşısında kadının hiç bir sorumluluğu yoktur. Yalnızca ahlaki yönden bu işe ortak olması güzel bir şey olarak kabul edilmektedir.
Bazen öyle durumlar doğuyor ki insan üstüne düşen iki görevi bir arada yerine getiremiyor ve birini diğerine feda etmek zorunda kalıyor. Böyle durumlara ‘tezahûm’ denilmekte ve aklın hükmü, önemlinin daha önemli olana feda edilmesini gerektirmektedir; yani önemi daha çok olan görev yerine getirilmeli diğeri ise terkedilmelidir. Ailede işlerin nasıl olacağını ayarlamak aile reisinin yani kocanın üzerinedir. Yani erkek, eşinin dışarıda çalışmasının ailevi vaziflere ve ortak yaşamın gereklerine aykırı olup olmayacağına, hangisinin daha önemli olduğuna karar veren kimsedir. Erkek, karısını ev işlerine ve çocuğun eğitimine zarar verdiğini gördüğünde onu işinden men edebilir.
Yukarıda anlatılanları göz önüne aldığımızda medeni kanunun 1105. Maddesinin İslamın temelleriyle uyuştuğu görülecektir. Bu madde şöyle diyor: ‘Eşlerin ilişkilerinde aile reisliği kocanın özelliklerindendir.’ Yine 117. Madde diyor ki: ‘Erkek karısını, işi veya sanatından dolayı ailevi çıkarlara, kendi ya da karısının haysiyetiyle çelişirse onu bunlardan men edebilir.’ Bu da gerçekte erkeğin riyasetinin gereklerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır.
Konuya girmeden önce: ‘Acaba İslam çalışmayı ve ticari faaliyetlerde bulunmayı yalnızca erkekler için cevaz vermiş ve kadınları tümüyle bu sahanın dışında mı tutmuştur?’ sorusunun cevabını bulmak zorundayız. Sorunun cevabı ‘hayır’dır. Çünkü İslamda böyle bir engellmeye delilimiz olmadığı gibi bunun aksine delillerimiz vardır. Aşağıda bu delillerinden ikisini getiriyoruz:
1- Kadınlarında kendi malları üzerinde mülkiyet haklarının olması.
Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: ‘Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var.’[1]Yani nasıl ki erkekler, kazandıklarının sahibi iseler, kadınlarda elde ettikleri malın sahibidirler. Bundan kadınların mülkiyet hakkının olduğu anlaşılmasının yanı sıra -ki geçen yüzyıla kadar batının bazı kanunlarında kadına böyle bir hak verilmiyordu[2]- iş sahibi olmalarının caiz olduğunuda göstermektedir. Zira ayet-i kerimede kazanç yani gelir elde etmenin helal olduğu farzedilmiş, sonra bu kazanca malik olma konusunda görüş belirtmiştir.
2- Kadınların ve erkeklerin ekonomik faaliyetlere teşviki.
İslam, ekonomik faaliyetlere cevaz vermenin yanı sıra, kadınında, erkeğinde kazanç elde etmesine izin vermiştir. Hatta herkesi ekonomik alanda faal olmaya davet ve teşvik etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın lütuf ve ihsanının aranması, onların istenmesi hakkında ayetler vardır. İslam, halkı ekonomik sahalarda faaliyet göstermeye teşvik etmiş,[3] buna yönlendirmiştir.[4] Yine bazı ayetlerde insanları yeryüzünü imar etmeye emretmesi[5] bu teşviklerin örneklerindendir.
Bunların hiç birinde erkekler özellikle muhatap alınmamışlardır. Hitap bütün Müslümanlara ya da insanlaradır. Bu hitaplar da insan, kazanç sağlamanın yollarından biri olan Allah’ın lütuf ve ihsanını aramaya davet edilmektedir. Kuşkusuz mal kazanmanın en önemli yollarından biri çalışmaktır. İslam çalışmaya özel bir önem vermiştir. Eğer kadınlar ve erkekler ekonomik faaliyetlerde bulunmaya teşvik edilmişlerse ve çalışmak bu faaliyet yollarından biriyse erkekler gibi kadınlarında çalışmalarının caiz olduğunu söyleyebiliriz.
Çalışmanın Sınırları
İslam her ne kadar kadınlara ve erkekelere ekonomik faaliyetlerde bulunmaya, çalışmaya izin vermisse ve herbirinin kazandığının kendi malları olduğunu kabul etmişse de burada da sınırlar getirmiştir. Bu sınırların bazıları ekonomik faaliyetlere (üretim, dağıtım vb. gibi), bazılarıda Müslümanların birbirleriyle ve başkalarıyla olan ilişkilerine yöneliktir.
Birinci kısım sınırlamada kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur. Faiz haram ise veya ticaret caiz ise bunlar her ikisi içinde geçerlidir. Ama ikinci kısımda kadın ve erkeğin sahip olduğu özellikler göz önüne alındığında her ne kadar genel hükümlerde ortak olsalarda detaylarda farklıdırlar. Örneğin iffet her ikisi içinde vaciptir, ancak kadında iffetin göstergesi hicaplı olmakken erkekte böyle bir şey yoktur. Bakmak gibi ahlaki hükümlerde de durum aynı şekildedir; yani eşinin dışında başkasına şehvetle bakmak hem kadına, hem de erkeğe haram, şehvetsiz bakışlar ise caizdir. Ama şehvetsiz bakışların caiz olduğu yerlerde de farklılık vardır.
Bazı hükümler var ki evlilere aittir. İnsan evlendiği zaman eşinin bazı haklarını isteyerek kabullenmiş demektir. Karı-kocanın birbirlerine karşı hak ve vazifeleri vardır; bu vazifelerin arasında tam bir denge söz konusudur.
Erkeğin Kadın Üzerindeki Hakları
Aile, karı kocanın gerçek manada ruhsal huzur ve emniyet bulacakları sıcak bir ortamdır. Allah-u Teala bu konuda şöyle buyuruyor: ‘Uzlaşıp geçinesiniz diye kendi cinsinizden size eşler yaratması ve aranıza da sevgi ve merhamet ihsan etmesi Onun delillerindendir.’[6]
Toplumsal yapının en küçük birimi olan ailenin, toplumun diğer birimleri gibi huzurlu olabilmesi için belli bir sistemin olması gerekir. Bu da toplumun bireylerinin yani eşlerin hak ve vazifelerinin belirlenmesiyle gerçekleşecektir.
Öte yandan her toplumda kimi zaman görüş ayrılıkları baş gösterir; böyle durumlarda doğru karar alabilme gücüne sahip kimse toplumun başına getirilir ve herkes ona uyarsa, sorunlar halledilir. Yine toplum olmak, bir takım sorumluluklarıda kendisiyle beraber getirmektedir ki bu sorumlulukları özel yetkileri olan belli bir kişi üstlenmelidir.
Yukarıda anlatılanlardan dolayı Allah-u Teala erkekeleri ailenin reisi yapmıştır: ‘Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için saliha kadınlar itaatkardır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar.’[7]
Ayet-i Kerime’de erkeklerin aile içinde kadınlara olan üstünlüğü, rabbani hikmete dayanılarak ilahi bir hüküm olarak belirtilmiş,[8] ailenin geçimini sağlamak görevi beyan edilmiştir; yani erkekler ailenin reisi iseler eğer, onu idare etme gibi ağır bir sorumluluklarıda vardır. Reis olmak kendisine itaati gerektirir. Ayet, salih kadınları eşlerinin sırlarını saklayan, onlara itaat eden kimseler olarak tanıtmaktadır. Buna karşılık Allah-u Teala kadınların zayıf yönlerinide koruma altına almaktadır.
Allame Tabatabai bu ayet-i kerime hakkında şöyle buyuruyor: ‘Erkeğin karısına karşı olan idareciliği, kadının kendi iradesine ve sahip olduğu şeylere yetkisinin olmayacağı, bireysel ve toplumsal haklarını korumada, savunmada ve onlara ulaşmada diğer şartlara riayet edildiği takdirde yalnız başına hareket etmeyeceği anlamına gelmez. Bunun manası şudur: …Kadın cinsel istek ve karı-koca ilişkilerine ait her şeyde kocasına itaat etmeli, onun olmadığı zamanlarda ihanet etmemeli, iffetini korumalı, mal ve evlilik yaşamına ait olan şeylere karşı emin ve dürüst olmalı ve onlardan kötü şekilde istifade etmemelidir.’[9]
Allameye göre erkeklerin yanlızca cinsel istekler konusunda eşleri üzerinde hakları vardır. Erkeğin eşine olan idareciliğini, kadının bireysel ve toplumsal haklarına, bu haklarını koruyup savunmasına, sahip olduğu malını kullanmasını engel olarak görmemektedir.
Bir başka yerde nebevi sünneti, İslam açısından kadınların bireysel ve toplumsal hiçbir hakkından mahrum olmadığı, ekonomik, kültürel vb. gibi çeşitli toplumsal faaliyetlerde bulunabileceklerini bu tefsirine delil olarak getirmiştir.[10]
Erkeğin karısına karşı olan idareciliği, kadının kendi iradesini ve sahip olduğu şeyleri kullanmayacağı manasına gelmez. Yine kadın bireysel ya da toplumsal haklarını korumada, savunmada ve onlara ulaşmada diğer şartlar göz önüne alınarak müstakil hareket etmeyeceği anlamına da gelmez.
Demek ki erkeğin aile reisi olması onun üstün olduğuna delil değildir. Aksine erkekler, ailesine karşı vaziflelerini yerine getirmede, ailevi menfaat ve değerlerin korunmasından sorumludurlar. Allah-u Teala bu riyasete iki delil getirmiştir:
1- Üstünlüğü Allah onlara vermiştir.[11]-[12]
2- Nafakanın erkeklere vacip olması;[13] yani erkek türünün -hepsi değil- kadın türününden farklılıklar vardır. Bu farklılık ailede reisliğin erkeğin üstlenmesini gerektirmektedir. Diğer taraftan ailenin ekonomik idaresi gibi ağır bir sorumlulukta erkeklerin üzerinedir. Bu da erkeğin aile reisliğini gerektiren nedenlerden bir başkasıdır.
Hatırlatmak gerekir ki, ailenin ekonomik sorunları ve masrafları karşısında kadının hiç bir sorumluluğu yoktur. Yalnızca ahlaki yönden bu işe ortak olması güzel bir şey sayılmaktadır.
Ayrıca ‘Mallarından harcama yaptıkları için’ ibaresi insan yaşamında her zaman uygulanan bir şey değildir. Bu ibare şeriat koyucunun itibarlarına ve şeriatın kanunları aşamasına yöneliktir. Yani, şu anda erkekler eşlerinin ve ailelerinin masraflarını karşılamıyorlarsa bu onların reis olmadığını göstermemektedir. Eğer birgün durum değişir ve kadınlar böyle bir sorumluluğu üstlenirlerse onlar reis olacaklardır diye bir şey yoktur. Bunun manası şudur: Masrafları karşılamak erkeklere vacip olduğundan, şeriatta onları bu işte sorumlu bildiğinden şeriata göre riyaset onlarındır.
Yine hatırlatmak gerekir ki ‘Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle…’ ve ‘Mallarından harcama yaptıkları için…’ ibareleri erkeklerin riyaset alanını değil reis olmalarının nedenini beyan etmektedir; yani bunun mefhumu erkeklerin yanlızca ailenin ekonomik işlerine riyaseti vardır demek değildir.
Erkeğin aile reisliği ve ona itaatin vacip olduğu ispat olduktan sonra sıra, ailede erkeğe itaatın sınırının nereye kadar olduğuna bakmaya geliyor. Allame Tabatabai rivayetlerden istifade ederek kadının sadece cinsel lezzetlerde kocasına itaat etmesi gerektiğini buyurmuş, ama başka haklara değinmemiştir. Erkeğin kadın üzerinde başka haklarıda vardır. onlardan biri -bir çok muteber rivayette de geldiği gibi- erkek karısını evden dışarı çıkmasına izin vermiyorsa kadının buna itaat etmesidir. Kadının evden dışarı çıkması erkeğin iznine bağlıdır.
Sahih bir rivayette İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: ‘Kadının biri Allah Resulünün (s.a.a) yanına gelip şöyle sordu: ‘Ey Allah’ın Resulü! Erkeğin kadın üzerindeki hakları nelerdir?’ Resulullah şöyle cevap buyurdu: ‘Kadın kocasına itaat etmeli, ona karşı gelmemeli, izni olmadan onun evinden sadaka vermemeli, onun izni olmadan müstehap oruç tutmamalı, deve üstünde bile olsa onu kendisinden men etmemeli,[14] onun izni olmadan evden çıkmamalıdır. Eğer evden izinsiz çıkarsa yer, gök, rahmet ve gazap melekleri eve dönünceye kadar ona lanet ederler…’[15]
Bu konuda elimize gelen hadislerin tümünü, her ne kadar İmam Bakır (a.s), İmam Sadık (a.s) ve İmam Cevad (a.s) pak ecdadından nakletmiş olsalarda bunlar Allah Resulüne (s.a.a) dayanmaktadır.
Erkeklerin kadınları idare etmesi, kadının bireysel ya da toplumsal haklarından faydalanmaya, onları savunmaya, mal ve mülklerini kullanmaya asla engel değildir.
Anlaşıldığı kadarıyla rivayetler geneldir. Yani erkek her zaman eşinin evden çıkmasına engel olabilir; hatta kadının evden çıkması tümüyle erkeğin iznine bağlıdır. Öyleyse onun iznini almadıkça veya onun kesin rızalığını elde etmedikçe evden dışarı çıkamaz. İmam Humeyni (r.a) ‘Tahrir-ul Vesile’de kadının kocasının izni olmadan evden çıkmasını ‘Naşize’ (kocasına itaat etmeyen) diye nitelemiştir.[16] Fakihlerinde çoğunluğunun görüşü budur ve kimse bunun aksini söylememiştir.
Ama kadınların çekiciliği ve erkeklere düşkünlüğünü vurgulayan[17] ve belkide kadını evde hapsetmenin iyi olduğunu söyleyen rivayetlerdeki karineyi göz önüne alarak diyebiliriz ki: Kadının evden çıkması fesada yol açacaksa veya zarar verecekse o zaman erkeğin izni şarttır. Demek ki gerçekte bu iş -bir sonraki bölümde de ele alacağımız gibi- tezahüm halinin kollarından veya maslahatın olmayışından kaynaklanmaktadır. Bu durumda tezahüm var mı yok mu ve varsa hangi yön tercih edilecek gibi konuları tesbit etmek aile reisinin yani kocanın üzerinedir. Öyleyse kadın, evden çıkabilmek için kocasından izin alması gerekir ki, tezahümün olup olmadığı, varsa hangi yönü tercih edilecek veya kadının dışarı çıkmasının faydası mı yoksa zararı mı var ortaya çıksın.
Tezahüm Meselesi
Bazen öyle zamanlar oluyor ki, insan üzerinde olan iki görevi beraberce yerine getiremiyor ve birini ötekine feda etmek zorunda kalıyor. Böyle durumlara ‘tezahüm’ denmektedir. Aklın hükmüne göre önemli olan en önemliye feda edilmelidir; yani önemi daha çok olan vazife yerine getirimeli, az olan ise terkedilmelidir. Böyle bir şeyin tesbiti ise eğer kişisel bir vazife ise şahsın kendisine aittir. Ama toplum ya da topluluğa ait ise vazifeyi belirlemek o toplum ya da topluluğun başkanına aittir. Bu yüzden İslam toplumunda en önemli ve önemli arasındaki tezahümü ve farkı belirlemek onun en başında olan veliyy-i fakihin üzerinedir.
Ailede ise bu tesbit aile reisine yani kocaya aittir. Eşinin dışarıda çalışması evdeki işlere veya ortak yaşama tezahümü olup olmadığını, hangisinin önemli olduğuna karar verecek olan o dur. Öyleyse erkek, eşinin işinden dolayı ev işlerine yetişememesi ve çocuğun eğitimiyle ilgilenmemesinden dolayı onun çalışmasına engel olabilir.
Ancak tezahüm, onun iki tarafıda ‘vazife’ olursa söz konusu olur. Yani kadının vazifesi iş sahibi olmak olduğunda tezahüm meselesi çalışmayla alakadar olur. Hatta toplumsal vazifelerde yeterli derecede kişilerin bulunmadığı vacib-i kifai türünden olsa bile. Ama iş vazife olmazsa ve aile içindeki görevlere de engel teşkil ederse o işi yapması caiz değildir. Ancak, zevk alma vb. gibi kocanın haklarından olur ve koca da bunlardan geçerse caiz olur.
Maslahat ve Mefsedet
Her toplumun önderi, başında bulunduğu toplumun menfaatlerini koruyandır; toplumun maslahatına aykırı olan veya fesada yol açacak bir amel gördüğünde ona engel olur. Ailede de, kadının çalışması ailenin ve aile fertlerinin maslahatıyla çakışırsa erkek aile reisi olarak onun çalışmasına engel olabilir.
İranın Medeni Kanununa Bir Bakış
Yukarıda anlatılanlar göz önüne aldığımızda görüyoruz ki medeni kanundaki 1105. madde İslam’la tamamen uyuşmaktadır. Madde şudur: ‘Eşler arasındaki ilişkide ailenin reisliği kocanın özelliklerindendir.’ Yine 117. madde diyor ki: ‘Koca, karısının iş veya sanatı ailevi maslahatlara, kendi ya da karısının haysiyetiyle çelişirse onu bunlardan men edebilir.’ Bu da gerçekte erkeğin riyasetinin gereklerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır.
Ancak kanun koyucu erkeğin riyaset alanını tam olarak belirlemelidir. İran’ın medeni kanununda bunlar -uyruk, ikamet vs. gibi- bir yere kadar belirlenmiştir.
Erkeklerin aile reisi olmaları onların üstün olduğu manasına gelmez. Aksine erkekler, ailevi vazifleleri yerine getirme ailenin menfaatlerin ve ailevi değerlerin korunmasından sorumludurlar.
Erkek, karısının iş veya sanatı ailevi menfaatlere, kendi ya da karısının haysiyetiyle çelişirse onu bunlardan men edebilir.
Erkeğin Çalışmasının Ailevi Menfaatlerle Uyuşmaması.
Erkeğin iş veya sanatı ailevi maslahatlara, kendisinin ya da karısının haysiyetiyle çelişirse medeni kanunda buna çözüm getirilmemiştir. Ama kanundaki ‘Eşler ailenin temellerini güçlendirmeli ve çocukların eğitiminde birbirlerine yardımcı olmalıdırlar.’ şeklindeki 1104. maddesi ve fakihin mutlak velayeti ve onun, erkeğin karısının üzerindeki velayetine olan hakimiyetiyle kadın yetkili makamlara -veya fıkhi deyimle şer’i hakime- başvurup kocasının işine engel olunmasını talep edebilir. Medeni kanunda bu konunun açıkca getirilmesi uygun olur.[18]
Erkeğin iş veya mesleği ailevi maslahatlarla, kendi ya da karısının haysiyetiyle çelişirse medeni kanunda kadın için herhangi bir çözüm yolu düşünülmemiştir.
Erkeğin Mahcuriyeti (Menedilmesi)
Erkek, bedensel hastalık, delilik, unutkanlık vb. gibi nedenlerden dolayı aileyi idare etme vasfını yitirirse kadın yetkili makamlara başvurarak ailenin idaresini kendi üstüne almayı talep edebilir. Burada da mutlak veleyet-i fakih böyle bir şeyin fıkhi dayanağı olacaktır.
Kaynaklar:
1-el-Mizan (Allame Tabatabai), c.4, s.365, 366 ve 369
2- Vesail-uş Şia (Şeyh Hürr-ü Amuli), c.14, s.12, 40, 112, 114, 125, 154, 155, 156 ve c.4
3- Tahrir-ul Vesile, c.2, s.305
[1] - Nisa/32
[2] - Fransa’nın medeni kanununa göre evli kadınlar henüz bile mülkiyet hakkına sahip değiller. Bk. Murteza Mutahhari, Nizam-ı Hukuk-u Zen Der İslam,s.220-226
[3] -İsra/12 ve 66; Cuma/10; Fatır/12
[4] - ‘Allah'ın lütfundan isteyin.’ (Cuma/10)
[5] - ‘Sizi yeryüzünden yaratıp meydana getirdi ve orayı imara memur etti sizi.’ (Hud/61); bk: el-Mizan, c.10, s.321
[6] -Rum/21
[7] -Nisa/34
[8] - Elbette Hz. Allame Tabatabai bu ayetten erkekelerin kadınlara göre genel idareciliğinin yönetim ve yargı gibi aile alanından daha geniş bir alanda olduğunu da istifade etmiştir. (el-Mizan, c.4, s.365)
[9] - Allame Tabatabai, el-Mizan, c.4, s.366 (Özeti)
a) Erkeğin kadın üzerindeki hakkı konusunda olan rivayetler üç tanedir: Muhammed b. Müslim’in hadisi, Amr b. Cübeyr el-Gararmi’nin hadisi, Abdullah b. Sinan’ın hadisi (bk: Vesail-uş Şia, c.14, s.112 ve 125)
b) Menahi’nin hadisinde Peygamber’in (s.a.a) yasakladığı şeylerden biri kadının kocasının izni olmadan evden dışarı çıkmasıdır. Bu konuda bir hadis vardır, o da Hüseyin b. Zeyd’in hadisidir. (bk. Vesial-uş Şia, c.14, s.114 ve 154)
c) Abdulazim b. Abdullah Hasani’nin Peygamberin (s.a.a) Mirac’ta gördüklerini anlatan rivayeti. Bu rivayette Peygamberin (s.a.a) gördüğü şeylerden biri kocasının izni olmadan evden çıkan kadınlara verilen azaptır. (bk. Vesial-uş Şia, c.14, s.155 ve 156)
[10] - el-Mizan, c.4, s.369
[11] - ‘Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle…’ (Nisa/34)
[12] - ‘Erkekler onlara (kadınlara) karşı bir derece üstünlüğe üstünlüğe sahiptirler.’ (Bakara/228)
[13] - ‘Mallarından harcama yaptıkları için..’ (Nisa/34)
[14] - Çeşitli rivayetlerde gelen bu ibare kadının her zaman cinsel ilişkiye hazır olması gerektiğini anlatmaktadır.
[15] - Şeyh Hürr-ü Amuli, Vesail-uş Şia, c.14, s.112, 125, 154,155
[16] - Tahrir-ul Vesile, c.2, s.305
[17] -Vesail-uş Şia, c.14, s.40, hadis:41; c.5, s.41, 42; c.1 ve 2, s.42 ve c.6-7
[18] - Fakat bu konu h.ş. 1353’de onaylanan aileyi koruma kanununda dikkate alınmıştır. Bu kanunun tersini söyleyen herhangi açık bir kanıt yok gibi. Ancak söz konusu kanun inkılaptan sonra dikkate alınmadı.