Please Wait
14018
Masum İmamların ismi, Kura’nda açık bir şekilde gelmemiş olsa dahi İslam Peygamberi’nin (s.a.a) hadislerinde, özellikle İmam Ali ibn-i Ebi Talib (a.s) zikredilmiştir. Hz. Ali’nin (a.s) halifeliğinin resmi olarak açıklanmasının ve isminin zikredilmesinin en açık örneği Gadir-i Hum hadisidir. Gadir-i Hum hadisi, senet açısından mütevatir (kesin bilgi verecek kadar çok) ve içerik olarak da Hz. Ali’nin (a.s) halifeliğini açıkça belirtmektedir.
Bunun dışında Kura’n-ı Kerim’de de Hz. Ali (a.s) hakkında inmiş ayetler vardır ve bu ayetlerin en önemlisi de Maide suresinin 55’inci ayetidir: “Sizin dostunuz, sahibiniz, ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.” Şii ve Sünnilere ait tarih ve tefsir kitaplarına göre, bu ayet, Hz. Ali’nin (a.s) namazda rükû halindeyken yüzüğünü bir fakire vermesinden sonra inmiştir ve Hz. Ali (a.s)’den başka da bu ayetin tatbik edileceği birisi yoktur. Sonuç olarak, Hz. Ali’nin (a.s) ismi Kuran’da açıkça gelmese de net bir şekilde o hazrete işaretlerde bulunulmuştur.
Ama isminin neden açık bir şekilde gelmediğine dair en az iki cevap verilebilir:
1) Kuran’ın yapısı, konuları, ince ayrıntılarına girerek değil genel olarak, kural ve kaide şeklinde açıklamaktır. Bu yüzden İmam Sadık’a (a.s) “Neden İmamların ismi Kuran’da zikredilmemiştir?” diye sorulduğunda şöyle cevap veriyor: “Allah-u Teala, namazı, zekâtı ve haccı ayrıntılı bir şekilde değil de genel kural ve kaide şeklinde açıklamış ve bunların ayrıntı ve inceliklerini Peygamber (s.a.a) anlatmıştır. Aynı şekilde Hz. Ali (a.s) ve Ehl-i Beyt imamlarının isimleri de Kuran’da gelmeden Peygamber (s.a.a) tarafından açıkça söylenmiştir.
2)Bu tür konularda, muhalefet ihtimali çoktur. Bu yüzden, maslahat gereği konuların ayrıntıya girilmeden dolaylı olarak açıklanması gerekir. Çünkü İmamların hilafetine muhalefet edilmesi konusu Kur’an ve dinin aslıyla muhalefet edilmesine sebep olabilirdi. Bu da Müslümanların yararına değildi. Çünkü Hz. Ali’nin (a.s) hilafetiyle muhalefet edenler, eğer bir ayet o hazretin velayetini net olarak açıklasaydı, o ayeti ortadan kaldırmaya veya tahrif etmeye veya değiştirmeye yöneleceklerdi. Böylesi bir durumda ise İslam’ın son din olması ve Kuran’ın da kutsal ve ebedi bir kitap olmasına rağmen değerlerinin zedelenmesi tehlikesi ortaya çıkacaktı. Allah-u Teala, Kur’an’da “Kur’an’ı biz indirdik ve biz koruyacağız” diye buyuruyorsa, Kur’an’ı korumanın bir yolu da tabii yollardan onun tahrif edilmesine ve ona karşı çıkılmasına neden olacak düşüncelerin ondan açıkça yer almamasıydı. Bu yüzden İmamların imamlığı, Kuran’da açık bir şekilde isimleri zikredilerek söylenmemiş ve Hz. Ali’nin (a.s) velayetine ve onun velayetinin resmi olarak ilan edilmesiyle ilgili olan ayetler ve Ehl-i Beyt’in masum olmasıyla ilgili olan Tathir ayeti, zahirde konuyla hiçbir alakası olmayan ayetlerin arasında zikredilmiştir. Bu sayede Kur’an’da tahrif ve değiştirme düşünceleri en aza indirilmiş ve Kur’an tarih boyunca her türlü saldırılardan korunmuştur.
Öncelikle şu noktalara dikkat edilmelidir:
A) Masum imamların isimleri, özellikle Hz. Ali’nin (a.s) mübarek ismi İslam Peygamberi’nin (s.a.a) hadislerinde açık bir şekilde gelmiştir. Birçok yerde Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Hz. Ali’nin (a.s) halifeliği ve velayetini açıklamıştır O yerlerden biri bi’setin başlarında, risaletini kendi akraba ve yakınlarına ilan ettiği zamandır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bana ilk iman getiren, benin vasim, vezirim ve halifem olur.” Ve Hz. Ali’den (a.s) başka hiç kimse bu çağrıya olumlu cevap vermeyince Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurdular: “Benden sonra sen, benim vasim, vezirim ve halifemsin.”[1] Diğer bir yer de “Gadir-i Hum” hadisidir ki Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Ben kimin velisiysem, Ali de onun velisidir.”[2] Aynı şekilde Peygamber’in (s.a.a) Hz. Ali’a (a.s) buyurduğu “Menzilet” hadisi: “Senin bana olan konumun Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir. Ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir.”[3] Peygamber’in (s.a.a) Hz. Ali’nin (a.s) halifeliğine dair olan hadislerin çoğunluğu mütevatirdir (yakin derecesindedir) ve bu konuya, Şia ve Sünni kitaplarında işaret edilmiştir.[4] Bir diğer hadiste ise Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’den (a.s) başlayarak Hz. Mehdi’ye (a.s) kadar bütün masum imamların isimlerini, Cabir ibn-i Abdullah Ensari’ye bildirmiştir.[5]
Sonuç olarak şu noktanın göz önünde bulundurulması gerekir; masum imamların isimleri Kuran’da açıkça gelmese dahi, Kuran’ın ifadesine göre bütün sözleri vahiy olan[6] Peygamber (s.a.a), onların isimlerini açıkça beyan etmiş ve imam olduklarını vurgulamıştır.
B) Kuran-ı Kerim’de, açıkça ismi zikredilmese de Hz. Ali’nin (a.s) velayetine işaret edilmiştir. Şia ve Sünni Tefsircilerin geneli bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu ve ondan başka hiçbir kimse hakkında olmadığını itiraf etmektedirler.[7] Bu ayet Maide suresinin 55’inci ayetidir: “Sizin veliniz, ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.”
İslam dininin kuralları içerisinde, rükû halinde zekât verilmesi gerektiğine dair genel bir kuralın olmadığına bakılacak olursa, bu ayetin, özel bir olaya işaret ettiği anlaşılacaktır. Bu olay ise şöyledir: Hz. Ali (a.s) rükû halindeyken bir dilenci gelerek yardım talebinde bulundu. Hz. Ali (a.s) de parmağındaki yüzüğe işaret etti ve o dilenci de gelerek Hz. Ali’nin (a.s) parmağındaki yüzüğü alarak gitti.[8] Bu yüzden ayet şöyle buyurmaktadır: Siz Müslümanların velayet ve yönetimi sadece,[9] Allah’a, Peygamber’e (s.a.a) ve Hz. Ali’ye (a.s) aittir ve ondan başka hiç kimsenin sizlere velayeti (yönetme hakkı) yoktur.
Buna göre masum imamların isimlerinin, Peygamber (s.a.a) tarafından açıkça söylendiği ve Kuran’da da Hz. Ali’nin (a.s) velayetine (halifeliğine) açıkça işaret edildiği anlaşılmıştır. Hak ve doğrunun peşinde olan insaflı bir araştırmacı, az bir araştırma ve inceleme sonucu, Peygamber’in (s.a.a), kendisinden sonra halifelik hususundaki emrinin Hz. Ali (a.s) ve onun masum evlatlarının bu görevi taşımaları gerektiği doğrultusunda olduğunu anlar. Ama imamların isimlerinin niçin Kuran’da açıkça gelmediğine dair şu iki hususa işaret edilebilir:
1) Kuran’ın yapısı; Dinin ister temel ve ister ikinci derecedeki ilkelerinden birçoğunun ayrıntıları Kur’an’da, ince ayrıntılarına girerek değil genel bir kural ve kaide şeklinde açıklamaktır.
Bu cevap İmam Cafer Sadık’dan (a.s) nakledilen bir hadiste geçer[10] İmam (a.s) sözlerini desteklemek amacıyla üç örnek verir: Birinci örnek namaz hususundadır. Kuran-ı Kerim, konuyu genel bir şekilde ortaya koymakta ve namazın nasıl kılınacağı ve kaç rekât olduğu hususunda bir bilgi vermemektedir. Peygamber (s.a.a) namazın nasıl kılınacağını ve her namazın kaç rekât olduğunu Müslümanlara açıklamıştır. İkinci örnek Kuran’da sadece genel bir kural olarak zikredilen zekât konusudur. Ama Peygamber (s.a.a), nelere zekât geldiğini ve her birinin nisabının ne kadar olduğunu belirlemiştir. Üçüncü örnek Kuran’da farz olduğu bildirilen hac hükmüdür. Yine Peygamber (s.a.a), haccın nasıl yapılacağını ve hükümlerini Müslümanlara açıklamıştır.[11]
Sonuç olarak Kuran’ın bütün konuları ince ayrıntılarıyla zikretmesini beklemek yersiz bir beklentidir. Kuran-ı Kerim’de öğlen namazının dört rekât olduğunun geçmemesi bahanesiyle iki rekât kılınamadığı gibi, aynı şekilde, İmamet ve Ehl-i Beyt konusunun da, masum imamların isimlerinin bir bir açıklanmamış olması, Ehl-i Beyt ekolüne uyulmaması için bir delil olamaz. Veya Kuran-ı Kerim’de hacda yedi defa tavaf edileceğinin gelmeyişi, tavafın terk edilmesini gerektirmez.
2) Böylesi muhalefet edilmesi ihtimalinin çok olduğu konuların maslahat gereği Kuran-ı Kerim’de dolaylı olarak gelmesi gerekir. Çünkü Hz. Ali’nin (a.s) halifeliğiyle olan muhalefetin, Kuran’la muhalefete sebep olacağından, bu gibi konuların Kur’an’da açıklanmasının Müslümanlar arasında şiddetli çatışmalara yol açacağında onların yararına olmayacağı açıktır. Tabiî ki Allah-u Teala, Kuran’da “Kuran’ı biz indirdik ve biz koruyacağız”[12] diye buyuruyorsa, onu tahrif, artırma ve eksiltmeden korumanın bir yolu da, Müslüman gözüken münafıkların Kur’an’ı tahrif etmeye meyilleri olmayacağı şekilde açıklanmasıyladır. Çünkü ancak bu şekilde heva, heves ve ihtilaftan dolayı içlerinde tahrif veya değiştirme isteğinin bazılarında oluşması önlenmiş oluyor ve Kuran-ı Kerim’in hürmeti ve değeri korunmuş oluyordu.[13]
Üstat şehit Mutahheri, açıklamalarında bu cevabı şu şekilde beyan etmişlerdir: “Niçin Kuran’da Hz. Ali’nin (a.s) imamet ve halifeliğinin isim getirilerek açıklanmadığı konusuna şöyle cevap verilir: Öncelikle; Kuran’ın yapısı, konuları genel bir kural şeklinde beyan etmektir. İkinci olarak da; Allah-u Teala, bilahare heva ve heveslerin bu konuya karışacağını bildikleri için bunun Kur’an’da açık bir şekilde sunulmasını istememiştir. Hatta konunun bu şekilde sunulmasına rağmen, bunlar yorum ve içtihat yaparak Peygamber’in (s.a.a) amacı öyle değil böyledir, dediler. Yani bu hususta açık bir ayet dahi gelseydi, onu da yorumlayarak kendilerine göre bir şey çıkartırlardı. Peygamber (s.a.a) kendi sözlerinde açıkça şöyle buyurmuştur: “Ben kimin velisiysem Ali de onun velisidir.” Bundan daha açık bir söz olabilir mi?! Ama Peygamber’in (s.a.a) bu apaçık sözünü hiçe saymakla, Peygamber’in (s.a.a) vefatının hemen ardından son derece açık olan bir Kur’an ayetini hiçe saymak arasında çok fark vardır. Bu yüzden ben, “Hilafet ve Velayet” kitabının önsözünde şu cümleyi naklettim: Bir Yahudi, Hz. Ali (a.s) zamanında müslümanların hepsini, İslam’ın başlarında gerçekleşen olumsuz olaylarla yenilgiye uğratmak isteyerek Hz. Ali’ye (a.s) şöyle dedi: Daha Peygamber’i (s.a.a) defnetmemiştiniz ki onun üzerinde ihtilaf ettiniz. Hz. Ali (a.s) şöyle cevap verdi: “Biz Peygamber (s.a.a) hakkında ihtilaf etmedik. Biz Peygamber (s.a.a) bize verdiği emir üzerinde ihtilaf ettik. Ama siz daha ayaklarınız deniz suyundan kurumadan, tevhit inancınızı bir kenara atıp, peygamberinizden sizin için putperestlerin ilahları gibi put yapmasını istediniz. Yani bizim aramızda gerçekleşen olaylarla sizin aranızda gerçekleşen olaylar arasında çok farklılık vardır. Biz Peygamber (s.a.a) hakkında ihtilaf etmedik, sadece onun emrinin anlam ve manasının ne olduğunda ihtilaf ettik. Her halükarda yapacakları işin dışarıdaki yorumu (gerçekte bu şekilde olmasa da), onlar Peygamber’in (s.a.a) maksadını böyle zannederek hataya bulaştılar ve sonuçta Peygamber (s.a.a) sözünü bu şekilde yorumladılar denmesiyle, Kuran’ın açık ayetini attılar veya Kuran’ı tahrif ettiler denmesi arasında çok farklılık vardır.”[14]
Demek ki masum imamların veya en azından Hz. Ali’nin (a.s) isminin açıkça zikredilmemesinin asıl hedefi Kuran’ın tahrif, eksiltme ve artırmadan korunması içindir. Dikkat edileceği üzere “Tathir”[15], “Tebliğ”[16] ve “Velayet”[17] ayetleri, Peygamber’in (s.a.a) hanımlarıyla veya diğer hükümlerle birlikte ya da Ehl-i Kitap’ın dost edinilmemesiyle ilgili konuların aralarında gelmiştir. Ama insaflı bir araştırmacı biraz dikkat edecek olursa, bu ayetin yapısının, önceki ve sonraki ayetlerden farklı olduğunu ve özel bir amaç için buraya konulduğunu anlayacaktır.[18]
[1] İbn-il Bertik, El-Umde, s: 121 ve 133; Seyit Haşim Behrani, Gayet-ul Meram, s: 320, Allame Emini, El-Gadir, c: 2, s: 278.
[2] Bu hadis, mütevatir(yakin derecesinde) bir hadistir ve Şia ve Sünni kitaplarında gelmiştir. El-Gadir kitabında, birinci asırdan dördüncü asra kadar bu nakledenler zikredilmiştir ve bunların başında, Peygamber(s.a.a)’in sahabelerinden 60 kişi vardır. Bu 60 kişinin isimleri, Ehl-i Sünnet kitaplarında bu hadisin ravileri olarak zikredilmiştir. Aynı şekilde Mir Hamit Hüseyin’in Abakat kitabında da mütevatir Gadir-i Hum hadisi zikredilmiştir.
El-Gadir, c: 1, s: 14–114; İbn-il Muğazeli, Menakıb, s: 25–26; Mutahhari, Murteza, İmamet ve Rehberlik, s: 72–73.
[3] El-Umde, s: 173–175; Ahmet ibn-i Hanbel, Müsned-i Ahmet, c: 3, s: 32; El-Gadir, c: 1, s: 51; c: 3, s: 197–201.
[4] El-Gadir ve Abakat kitaplarında, Hz. Ali(a.s.)’nin imametiyle ilgili olan mütevatir hadisler hususunda çokça çalışmalar yapılmıştır. Ehl-i Sünnetten olan Fazıl Kuşci de bazı mütevatir rivayetlerini reddetmemektedir. Şerh-i Kuşci Tecrid-ul İ’tikat üzerine, Hacı Tusi.
[5] Muhammed ibn-i Hasan Hurr-i Amili, İsbat-ul Hudat, c: 3, s: 123; Süleyman ibn-i İbrahim Kunduzi, Yenabi’-ul Meveddet, s: 494; Gayet-ul Meram, s: 267, c: 10, Misbah Yezdi’nin nakline göre, İtikat Öğretimi, c: 2, s: 185.
[6] “O, nefis arzusu ile konuşmaz. O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir.” (NECM suresi 3 ve 4. ayetler)
[7] Tefsir kitaplarındaki konuyla ilgili ayetin açıklamasına müracaat edilebilir. Örneğin: Fahruddin-i Razi, Et-Tefsir-ul Kebir, c: 12, s: 25; Tefsir-i Numune, c: 4, s: 421–430; Celaluddin Süyuti, Durr-ul Mensur, c: 2, s: 393. Aynı şekilde Ehl-i Sünnetin rivayet kitapları da bu olayı nakletmiştir; örneğin: Zühayir-ul Ukba, Muhhib-ud Din Teberi, s: 88; Celaluddin Süyuti, Li Bab-ın Negul, s: 90; Alauddin Ali El-Metgi, Kenz-ul Ummal, c: 6, s: 391 ve diğer birçok tefsir kitapları ki onların bazılarına Tefsir-i Numune’nin c: 3, s: 425’de işaret edilmiştir.
[8] İmamet ve Rehberiyet, Şehit Mutahheri, s: 38
[9] “İnnema” kelimesi, Arapça dil bilimcilerine göre sınırlandırmayı ifade etmektedir.
[10] Kuleyni, Kâfi, Hüccet Kitabı, Bab-ı Ma Nesse Allahu ve Resuluhu al-al Eimmeti Vahiden Fe Vahiden, c: 1.
[11] Rivayetin metni şöyledir: Ebi Basir’den naklediliyor: İmam Cafer Sadık(a.s.)’a şu ayetin açıklamasını sordum: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin.” (NİSA suresi 59. ayet) İmam (a.s.) şöyle buyurdu: “Bu ayet, Ali ibn-i Ebi Talib, Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olmuştur.” Ben İmam’a (a.s.) şöyle dedim: İnsanlar şöyle diyorlar: Ali’nin ve Ehl-i beytinin isimleri Kuran’da neden gelmemiştir? İmam (a.s.) şöyle buyurdu: “Onlara deyin ki: Peygamber’e (s.a.a) namaz nazil oldu ama Peygamber (s.a.a) açıklayana kadar kaç rekât olduğu insanlara bildirilmedi. O’na zekât nazil oldu ama Peygamber (s.a.a) açıklayana kadar onlara kırkta bir olduğu bildirilmedi. O’na hac nazil oldu ama Peygamber (s.a.a) açıklayana kadar yedi defa tavaf edileceği onlara söylenmedi.”
[12] Bu noktayı, üstat Hadevi Tahrani, “İçtihadın Kelami kaynakları” ele almış. Bu kitap basılmamıştır.
[13] Aynısı.
[14] İmamet ve Rehberlik, s: 109–110, baskı: 27, Sadra yayınları, Tahran, 1381.
[15] AHZÂB suresi 33. ayet: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”
[16] MÂİDE suresi 67. ayet: “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.” Bu ayet, murdar ve eti yenmesi haram olan hayvanların hükümleriyle ilgili ayetlerin arasında gelmiştir.
[17] MÂİDE suresi 55. ayet: “Sizin dostunuz, sahibiniz, ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.” Bu ayet Yahudi ve Hıristiyanların dost edinilmemesiyle ilgili ayetlerden sonra gelmiştir.
[18] Bu nokta da aynı şekilde, üstat Hadevi Tahrani, “İçtihadın Kelami kaynakları” derslerinden alınmıştır. “Teb’” kitabının ikici cildinde gelecektir.