Please Wait
16203
Tevhit konusu, Kuranî ve dinî kavramlar içinde en derin ve geniş konulardandır. Çünkü tevhidin çeşitleri ve mertebeleri vardır. Bu yüzden Kuran’da tevhit konusu birçok sure ve ayette genişçe ve derin olarak işlenmiştir. Kuran’ın bu üslup ve tarzı temel kavramlardadır. Bugün bu üslup, Kuran’ın konusal tefsiri olarak ifade edilir.
Dini öğretilerde, Allah’ı tanıma konusu geçen her yerde, tüm mertebe ve sıfatlarıyla birlikte zat-i ilahi tevhidin mertebelerinden sayılır. Buna göre, nerede lafz-i celale olan “Allah” kelimesi gelmişse tevhidin mertebelerine işaret etmektedir. Bu, bazı müfessirlerin Bakara suresinin 136. ayetinin tefsirinde söz ettikleri şeydir. Elbette şu çok açıktır ki, bu konu sözün zahiri ve sarih ifadesinden anlaşılmaz. Ama hariçte bulunan karine, ayet ve rivayetlerden ele gelen başka lâfzî delillere dikkat edilerek bu mana çıkarılabilir.
Yinede, Kuran’da içeriği kısa ve özet olmasına rağmen tevhit ve usul-i dinin esaslarını içeren “Fatiha” suresi gibi sureler mevcuttur.
Tevhidin mertebeleri ve çeşitleri hakkında şunu söyleyebiliriz: Müslüman mütekellimler bunu şu şekilde açıklamışlardır:
1- Zat’ta tevhit, 2- Sıfatlarda tevhit, 3- Fiilde (eylemde) tevhit. Bu kısımlandırmanın içinde diğer tevhit kısımları da yer almaktadır; yaratmada (halikiyet) tevhit, tedbir ve yönetmede (rububiyet) tevhit, hâkimiyette tevhit, itaat ve kullukta tevhit, şeriatta tevhit ve ibadette tevhit…
Kuran’ı Kerim, kavramların ve risaletin maksadının açıklamasında, kendine has açık bir üslup ve tarza sahiptir. O da bazı ayetlerin diğer bazı ayetleri tefsir etme niteliğidir. Şöyle ki, bir yerde belirli ve has bir üslupla gelmiş olan ayeti, sonra başka bir yerde gelen bir ayet, murat ve maksadını açıklamaktadır.
Bu nedenle alimler ve müfessirler, tevhit[1], kavramları tanıma, tevhidin kısımları ve mertebeleri konusunda açık ve anlaşılır bir çıkarım yapmak için, bu alanda var olan tüm Kuran ayetlerini bir araya getirmektedirler. Bu yönteme Kuran’ın konusal tefsiri adını vermişlerdir. Bu yöntemde tevhit konusu ile alakalı ayetleri gruplandırarak düzenli ve tertipli bir şekilde ele alarak ve tevhit hakkındaki tüm konu ve bahisleri tüm yönleriyle kâmil bir şekilde sunmuşlardır.[2]
Bu nedenle dememiz gerekir ki: Tevhidin birçok kısım ve mertebeleri vardır. Bu yüzden onu tüm boyutlarıyla bir ayette bulmak çok zor bir iştir. Ama mümkün olan şu ki, içeriğinde “Allah” gelen ve iman hakkında olan ayetlerde “Allah” kelimesi tevhit mertebelerini içermektedir. Allah’ın şu ayette buyurduğu gibi:
Deyin ki:“Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve onun soyundan gelenlere indirilene, (ayrıca) Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk. (ırksal taassuplar ve şahsi garezler bazılarını kabul etmemize ve bazılarını da reddetmemize neden olmaz)”[3]
“Biz Allah’a inandık” cümlesi yani, varlığı zorunlu olan Allah’a, tek olan, tüm kemali sıfatlara sahip olan, eksiklik olan bütün her şeyden münezzeh olan, kulların ibadetine yegane müstahak olana …, iman ettik demektir. Aynı şekilde “Bize indirilene” cümlesi, kitap ve sünnette yer alan bütün konuları içermektedir. Delili ise “Ve Allah sana kitabı ve hikmeti nazil etti.” ayetidir. Öyleyse bu ayette (tevhide) iman ve ona delalet eden kitaba ve Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetine, Allah’a ait olan sıfatlara ve peygamberlere nispet verilen sıfatlara, ahrete iman, gabya iman, hükümlere, şer’i emir ve belirlenmiş sınırlara iman bulunmaktadır.
Ama ayetin üçüncü cümlesi “İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve onun soyundan gelenlere indirilene…” bölümde, enbiyalara nazil olan tüm semavi kitaplara iman, genel olarak bütün peygamberlere özellikle bu ayette isimleri belirtilenlere (üstünlük ve risaletlerinin genel olması yönüyle) iman açıklanmıştır.
Buna binaen bu ayet, kısa ve öz olmasına karşın bütün tevhit mertebelerini içermektedir: Rububiyette tevhit, ulûhiyette, isimlerde ve sıfatlarda tevhit. Ayrıca bütün ilahi peygamberlere ve semavi kitaplara inancı açıklamaktadır.[4]
Dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki bu ayet o zaman bahsedilen konulara işaret eder ki önceden akıl yolu ile ve diğer ayet ve hadisler içerisinden tevhit çeşitleri ve Allah’ın sıfatlarını tanımış olalım. Daha sonra ise bu tür sıfatlara sahip olan bu zat, Allah lafzında toplanmış olduğunu anlayalım. Yani zat tüm sıfatlarıyla birlikte Allah isminde toplanmıştır. Tabii ki bu, Allah kelimesi, kelime manası olarak tevhidin bütün mertebelerini ve sıfatları açıkça taşımaz. Bu ancak dışarıdan bazı belirti ve şahitlerin eklenmesiyle gerçekleşir.
Bu üslup ve tarzın uygulanmasıyla Kuran’da tevhide delalet eden birçok ayet bulmak mümkündür.
Örneğin, “Gökyüzünü korunmuş bir tavan karar kıldık.”[5] Yeryüzünün hiçbir dayanağı olmadan sabit durması tevhidin, Allah’ın kudretinin ve her şeye gücü yetmesinin en büyük göstergesidir.[6]
Kuran’ı kerimde tevhidin bazı mertebelerine işaret eden ayetler vardır, örneğin: “Bil ki yaratmak da emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin rabbi olan Allah ne yücedir.”[7]
Bu ayette “Yaratmak O’nundur.” Terimi yaratılışta (halikiyette) tevhide ve “emir” ise âleme hükmetme konusunda tedbir ve yönetimde tevhide işaret eder.[8]
Elbette Kuran’daki bazı kısa sureler, tevhidin temel mertebelerini içerir. Örneğin Fatıha suresi, Kuran’ın kısa surelerinden olmasıyla beraber onda yer alan bazı konular diğer surelerde mevcut değildir.
Bu surede tevhidin üç ana mertebesi beyan edilmiştir. “Âlemlerin rabbidir.”, rububiyette tevhidi açıklar.
Ulûhiyet ve ubudiyette tevhit ve ibadetin yalnızca Allah’a mahsus olması, “Allah” kelimesinden ve “Yalnızca sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz.” ayetinden anlaşılmaktadır.[9]
Tevhidin Mertebeleri:
Tevhidin mertebeleri konusunu birçok âlim ve mütekellim ele almış hatta kelamda meşhur üç fırka[10] arasında tartışmalar ve ayrılıklar yaşanmıştır.
Burada öncelikle o unvanları beyan edip daha sonra çok kısa bir şekilde onları tanıtmaya çalışacağız:
1. Zatta tevhit 2. Sıfatlarda tevhit 3. Halikiyette tevhit 4. Rububiyette tevhit 5. Hâkimiyette tevhit 6. İtaatte tevhit 7. Şeriatta (Teşri’) tevhit 8.İbadette tevhit
1- Zatta Tevhit: Zatta tevhit demek, Allah tektir ve onun eşi ve benzeri yoktur demektir. Allah’ın sıfatlarından en açık olanı şudur ki O birdir ve onun için bir ikinci farz edilemez. Mütekellimler zatta tevhit terimini bu anlamda kullanırlar ve bununla birlikte her türlü eşlik ve benzerlik Allah’tan nefyedilir.
Bazen de zatta tevhidin manası olarak Allah’ın tek olduğu kastedilmiştir. Yani Onun için cüz ve kısım farz edilemez. Bu iki tür tevhidin bir diğerinden ayrılması ve farkının belirtilmesi amacıyla ilk tevhidi, Allah için bir eş(benzer) tasavvur edilemezliğini temsil eden ehedi tevhit ve ikinci manada kullanılan tevhide ise Allah’ın bir cüze sahip olmayışı denir.
Allah-u Teâlâ, İhlâs suresinde bu iki çeşit tevhide işaret etmektedir. Surenin başında buyuruyor ki: “De ki! O Allah tektir.” Bu Allah’ın eczaya sahip olmadığı manasını içeren zatî tevhittir. Surenin sonunda ise şöyle buyuruyor: “ Ve hiçbir kimse O’na denk değildir.” Yani Allah için bir ikincisi düşünülemez.
Zatta tevhide işaret olarak tefsir İhlas suresinde yer alan iki ayet mevcuttur. "De ki Allah birdir." ayeti Allah bir olduğu yani bir parçası olmadığı ve terkipten uzak olduğunu ifade eder. Bu surenin sonunda yer alan "Onun için bir benzer yoktur" ayeti de onun bir eşi ve ikincisi olmadığı anlamında tevhide işarettir.
2. Sıfatlarda Tevhit:
İlahiyatçılar, Allah’ın, ilim, kudret, hayat vb. bütün kemali ve cemali sıfatlara sahip olduğuna ve bu sıfatların zati sıfatlar olduğu konusunda ittifak halindedirler. Ama Allah’ın bu sıfatlarla vasıflandırılmasının niteliği konusunda ihtilaf etmişlerdir.
İmamiye(on iki imam Şiası), Allah’ın sahip olduğu bütün sıfatların onun zatıyla aynı olduğuna inanır. Mutezile zatın sıfatlardan naip olduğuna ve Allah’ın hiçbir başka sıfata sahip olmadığına inanır.[11] Eşaire ise bu konuda şöyle der: Allah’ın Kemaliye sıfatları hem kavram açısından hem de mısdak açısından zattan ayrıdırlar.[12]
Bu konu kelami açıdan derin ve aynı zamanda geniş konulardan biridir. Burada konuyu geniş bir şekilde ele alma fırsatına sahip değiliz ve bu kadarıyla yetinmek zorundayız.
3. Halikiyette (Yaratılışta) Tevhit:
Akli delil ve burhanlar bize şunu gösteriyor ki, varlık âleminde Allah’tan başka bir yaratıcı bulunmamaktadır. Mümkün olan varlıklar, onların eser ve eylemleri, hatta insan ve bütün buluşları ve keşifleri hakikaten Allah’ın mahlûkudurlar. Varlık âlemindeki her şey onun mahlûkudur. Ama bazıları vesilelerle bazıları da direkt olarak onun mahlûkudur.
Bu akli ve nakli delillerle sabit kılınmış bir şeydir. Örneğin şu ayetler gibi: “De ki: Her şeyi yaratan Allah’tır. O tektir ve her şeye egemendir.”[13]
“Allah her şeyi yaratandır ve O, her şeyin vekilidir.”[14]
“İşte bu sizin Rabbiniz olan Allah’tır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse Ona ibadet edin”[15]
Bu meselede de üç kelami gurup arasında (İmamiye, Eşaire, Mutezile) görüş farklılıkları vardır. Bu konuda Eşaire, İmamiye ve Mutezile’nin karşısında bir görüşe sahiptir.
Eşaire’nin Halikiyette Tevhit Hakkındaki Görüşü:
Eşaire şöyle diyor: Yaratmak sadece Allah’a mahsustur; yani bir şeyin oluşumunda Allah’tan başka hiçbir şeyin bir rolü ve etkisi yoktur. Allah’tan başkası hiçbir şey ne müstakil ne de hazırlayıcı olarak varlıkların yaratılışında bir etkiye sahiptir ne de kendileri yaratıcıdırlar. Buna binaen, Eşaire varlıklar arasındaki sebep sonuç (illet-malul) ilişkisini inkâr etmiştir. Onlar, görünürdeki tabii şeyler arasındaki ilişkiyi ve onların birbirine hazırlayıcı bir neden sayıldıklarını inkar etmekte ve her olgu ve olayın doğrudan Allah tarafından yaratıldığına inanırlar. Eşaire’nin görüşüne göre ateşin hararetinin sebebi olması, ilahi sünnetin ateş var olduğunda harareti Allah yaratacağı şeklinde açıklanır. Güneş ile ışık arasındaki irtibatta bu şekildedir. Onlar ilahi sünnetin, güneşin ve ayın doğduğunda sebep-sonuç diye bir nizam olmaksızın ışığın Allah tarafından yaratılacağını göstereceğini savunurlar.[16]
Eşaire’nin bu görüşü karşısında İmamiye ve Mutezile, yaratılışta tevhidi başka bir şekilde açıklamaktadır. Onlara göre, yaratılışın Allah’ta mahsus olması diğerlerinden bu sıfatı nefyeder. Onların savunduğu ve Allah’ın şanına uygun, aklın da desteklediği ve Kuran’a muvafık olan, ilmi münazaralarda bahsedilen mana şudur:
Müstakil olarak yaratma, Allah’ın zatından kaynaklanır ve hiçbir şeye dayanmaz ve Allah’a münhasırdır. Bu merhalede hiçbir şey Onunla ortak değildir. Ama Allah’a bağımlı olarak onun iradesi dahilinde diğer yaratıklar da yaratma işinde hazırlayıcı sebep olabilirler. İşte diğer yaratıkların işleri sebep-sonuç babındandır. Ateş ve hararet arasındaki ilişki gibi.[17]
4. Rububiyette Tevhit:
Rububiyette tevhit yani, âlemdeki işlerin idaresi ve tedbiri sadece Allah’a aittir. Allah’ın rububiyeti, halikiyet manasında değil âlemi yönetmesi manasındadır. Rububiyette şuna inanılır: Âlemde Allah'a bağlı sebeplerin ve yönetmenlerin var olması vuku bulan hayır ve şer ve yaşayışın idaresinin tamamen Allah’ın elinde bulunmasıyla çelişmez (Çünkü tek geçerli irade Onun iradesi ve tek hakim düzen Onun koyduğu genel nizamdır Her şey bu genel nizam çerçevesinde hareket etmekle yükümlüdürler.) Çünkü diğer etkenler Onun isteği ve emri doğrultusunda işlemektedirler. Rububiyette tevhidin karşısında rububiyette şirk bulunmaktadır. Rububiyette şirk, insanın varlık âleminde mahlûk olmasına karşın Allah’ın, insanın tekvini ve teşrii hayatındaki yol ve işlerini bazı varlıklara bırakması ve onları yarattıktan sonra kenara çekilmesi inancıdır.[18]
5. Hâkimiyette Tevhit:
Mutlak hâkimiyetin Allah’a mahsus olması anlamındadır. Hâkimiyette tevhit, rububiyette tevhitten kaynaklıdır: Yani Rab (Allah), sahip ve maliktir. Diğer bir tabirle Rab, tüm varlıkları yoktan var eden ve yaratandır. Bu yüzden onların nefis ve mallarına tasarruf ve tasallut etme ve mahlûku, tasarruf etme hakkı konusunda sınırlama hakkı vardır. Nefis ve mallarda tasarruf, musallat olunan şey üzerinde velayet hakkına sahip olmakla gerçekleştiği kendi yerinde sabittir. Eğer bu velayet olmazsa tasarruf zalimane bri tasarruf sayılır.
Bütün mahlûkat, Allah-u Teâlâ’nın yanında eşit, Onun mahlûku ve Ona muhtaç olduklarına göre yaratıklar hiçbir şeyin maliki hatta kendi vücudunun, eylemlerinin ve düşüncelerinin bile sahibi değildirler. Öyleyse kimsenin kimseye asaleten ve zatı itibariyle velayet hakkı yoktur. Bilakis velayet sadece, insanı ve âlemi yaratan ve onlara hayat ve vücut bahşeden Allah’a aittir.
Öyle ki kendisi şöyle buyurmaktadır: “ İşte orada velayet, hak olan Allah’a aittir. Onun mükâfat vermesi daha iyi ve sonuçlandırması daha güzeldir.”[19]
Buna binaen, hâkimiyet Allah’a mahsus olup Ona münhasırdır ve tevhidin mertebelerinden sayılmaktadır. Bu çeşit tevhide (hâkimiyette tevhit) birçok ayet delalet eder:
“Hüküm yalnız Allah’a aittir. O hakkı anlatır ve O, hüküm verenlerin en iyisidir.”[20]
“Bilin ki hüküm yalnız Onundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir.”[21]
6. Şeriatta Tevhit:
Şeriatta tevhit, kanun koyma ve yasamanın sadece Allah’ın hakkı olduğu manasına gelir. Hiç kimsenin Kuran’a ve sünnete müracaat etmeden kanun oluşturma hakkı yoktur.
7. İtaatte Tevhit:
Kulluğun ve itaat hakkının yalnızca Allah’a mahsus olduğu anlamına gelir. İtaat hakkının Allah'la sınırlı oluşu rububiyetin Ona sınırlı oluşundan kaynaklanır. Allah-u Teâlâ insanın sahibi, hayatını tedbir edeni ve hayat yolunu çizeni olması sebebiyle, hâkimiyet hakkının Ona ait olması gibi itaat ve kulluk hakkı da Ona aittir.
Sonuç olarak varlık âleminde Allah’tan başka zatı itibariyle itaat olunan bir kimse yoktur.
Diğer bir tabirle, Allah’ın insanın varlığının yegâne maliki ve rabbi olması sebebiyle itaat ve kulluk edilme hakkı da yalnız Ona aittir. İtaatten maksat insanın, varlığını ve Allah’ın ona inayet ettiği nimetleri Allah’ın razı olduğu yolda işletmesi ve harcamasıdır. Bu itaatten yüz çevirme ise aklın da kötülediği gibi Allah’a zulüm sayılır.
8. İbadette Tevhit:
İbadette tevhit, Allah’tan başka bir mabudun olmaması demektir. Bu mesele Müslümanların tamamının ittifak ettiği meselelerdendir. Allah, bu konuda şöyle buyuruyor: “ Her ümmette, “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” diye bir peygamber gönderdik.”[22]
[1] Ondan başka; Adl, Hükümet, Mead, Hak vb kavramlar.
[2] Bakınız: Menşur-i Cavit Kuran, Subhani, Cafer, 1.c.
[3] Bakara: 136
[4] Teysirul-Kerimir-Rahman fi Tefsir-i Kelamil-Mennan, Abdurrahman b. Nasır Es-Sadi, 70-71.s
[5] Enbiya: 32
[6] Ahkamul-Kuran, Cessas, 1c, 33.s
[7] Araf: 54
[8] Cafer Subhani, El-İlahiyat, 1.c, 409.s
[9] Teysirul-Kerimir-Rahman, 37.s
[10] İmamiye, Mutezile ve Eşaire.
[11] El-İlahiyat, 1.c, 355.s
[12] Makalatul-İslamiyyin, 1.c, 225.s; Ayrıca bakınız: Cafer Subhani, Muhaziratuhu fil-Mileli ven-Nihel, 2.c, 6. Fasıl
[13] Eş’eri, El-Lume,, 30.s
[14] Ra’d: 16
[15] Zümer: 62
[16] Enam: 102
[17] Bu Eşaire’nin kısaca görüşüdür. Daha fazla bilgi için bakınız: Milel ve Nihel, 2.c
[18] Bu görüşün ayrıntılı açıklaması vardır. Bu konuya ilgili kitaplara müracaat ediniz.
[19] El-İlahiyat, 1.c, 403-415.s
[20] Kehf: 44
[21] Enam: 57
[22] Nahl: 36