Please Wait
11019
İbn-i Haldun gibi bazı Ehl-i Sünnet âlimlerine göre İmamla halife arasında fark yoktur. Onlara göre her ikisi de dinin korunması ve dünya siyasetinde şeriat sahibinden taraf naip olmak demektir.
Ancak konuya genel olarak bakacak olursak, Kur’an ve rivayetlerden imamet makamının nübüvvet makamından bile üstün, çok büyük ve çok yüce bir makam olduğu anlaşılmaktadır. İmam, halkın din ve dünya hayatının tüm yönlerine rehberlik eden kimsedir. Peygamber’in hak halifesi de işte bu vasıflara sahip olan imamdır.
Halife, lügat anlamında yerine geçmek, yerine oturmak manasındadır İmam ise lügat anlamı olarak önder ve öncü anlamındadır. Nitekim Hz. Ali (a.s) ve Masum İmamlar (a.s) imamın şart ve özelliklerine sahip olduklarından hem imam, hem de Peygamber Efendimizin (s.a.a) halifeleri idiler. Ancak bazen imam olan kimse halife olmayabilir. Hz. İbrahim (a.s) böyle idi. Allah-u Teala, Onu (a.s) zor imtihanlardan geçirdikten sonra imamet makamına çıkarmıştı, ama O (a.s), herhangi bir peygamberin halifesi değildi. Gerçi o Allah’ın yeryüzünde halifesi sayılırdı ve bu açıdan ona da halife denebilir.
Galiba sorulmak istenen şey Peygamberin (s.a.a) yerine geçme açısından imamla halife arasındaki farkın ne anlama geldiğidir. Dolayısıyla bu mesele irfani yönden değil kelami ve itikadi yönden incelenmelidir. Ama irfani açıdan ele aldığımızda özet olarak şöyle diyebiliriz: Hilafelik başlangıçta ve devam ederken halifesi olduğu kimsenin aynası olmalıdır; yani halife, görevinin başından sonuna kadar halife olduğu kimsenin aynasıdır, Halife, başkasının yerine geçen kimse anlamındadır. Demek ki, her halife kendisinin yerine geçtiği kimsenin hilafetini üstlenmeli, onun ahlakıyla ahlaklanmalı ve ilahi hükümlerin uygulayıcısı olmalıdır. İlahi halifelik varlık kemali sınıfından ve varlığın dereceleri kategorisindendir. Onun en üst mertebeleri kamil insanlar olan enbiya ve masum imamlarda görülmektedir. Aşağı mertebelerde ise zahid insanlarda vardır.[1]
Binaenaleyh, hilafet kelimesinde şu mana vardır: Kendisinden taraf halife olunan kimse halifede zuhur etmektedir. Halife ise, halife olduğu kimseye bağlıdır, o olmadan onun için her hangi bir mana ve hakikat düşünülemez. Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa bütün peygamberlerden ve yaratıklardan üstün olduğu için onun hak halifesi olan on iki imam onun aynası ve simgesidirler ve diğer bütün insanlardan bu yönleriyle üstündürler, gerçi peygamber değillerdir ve peygamberlik faziletine sahip değillerdir yani bu yönden peygamberler onlardan üstündürler. Ama diğer bütün faziletler yönünden Hz. Muhammed’i temsil ettikleri için peygamberden başka bütün insanlardan üstüdürler.
Meselenin Kelami İncelenmesi
İmam lügatte, önder demektir. İmamet ise önderlik anlamındadır. Ama mütekellimler kelam ilmi ıstılahında imamet için çeşitli manalar zikretmiş ve daha çok toplumun din ve dünya işlerine rehberlik ve riyaset eden kimse manasında tutmuşlardır. Buna göre imam, söz ve davranışta başkalarına örnek olan ve toplumun önderlik sorumluluğunu üstlenen lider demektir. Bu liderlik ister Peygamberin yerine geçen kimse şeklinde olsun, ister baştan bu makama sahip olan kimse için olsun fark etmez.
İmam Kur’an’da bir çok peygamberi içine alan geniş bir manaya sahiptir. İbn-i Manzur’a göre İslam Peygamberinin (s.a.a) kendisi ‘imamların imamı’dır.[2] Zira O (s.a.a) liderliğin en üst makam ve mevkisine sahip olup liderliği aslidir ve kimsenin halifesi değildir. Oysa hilafet meselesinde liderlik konusunun değişik bir şekli vardır ve liderlik Peygamberin yerine oturmak şeklindedir. Bu yüzden bazı alimler imametin tanımına ‘Resulden taraf halife’ ibaresini de eklemişlerdir.
Halife lügatte, birinin yerine oturan demektir. Gerçekte ondan niyabet manası anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Resul-u Ekrem’den (s.a.a) kendi halifeleri hakkında gelen rivayette şöyle buyurmaktadır: ‘Benden sonra ki imamlar on iki kişidir. Birincisi Ali b. Ebi Talib, sonuncusu da Mehdi’dir. Onlar benim halifelerim, vasim ve velilerimdirler. Onlar benden sonra ümmetime Allah’ın hüccetleridirler.’[3] Burada masum imamları özel bir surette kendi halifeleri olarak tanıtmaktadır. Yine: ‘Allahım! Halifelerime rahmet et.’ diye buyurmuştur. ‘Halifelerin kimlerdir?’ diye sorduklarında ‘Benden sonra gelip benim hadis ve sünnetlerimi rivayet eden kimselerdir.’[4] diye cevap buyurdular. Bu hadiste Resulullah (s.a.a) halifelerini genel olarak tanıtmıştır. Peygamber (s.a.a)’in hadis ve sünnetlerini rivayet edenlerden kasıt gaybet dönemindeki fakihlerdir. Dolayısıyla Peygamberin (s.a.a) halifesi, Ondan sonra Onun (s.a.a) şeriat getirme görevi dışındaki görev ve işlerini yapan kimseye denir.
İbn-i Haldun diyor ki: Hilafet, din ve dünya siyasetinin şeriat sahibiden taraf naip olarak hıfzedilmesidir. Bundan dolayı hilafet ve imamet denmektedir. Bu makama sahip olana da halife ve imam deniyor.[5]
Bu iki kelime her ne kadar eş anlamlı olarak kullanılsa da anlaşıldığı kadarıyla iki farklı manası vardır; zira imametin manasında önderlik şarttır.
Öyleyse imamet ve hilafet eş anlamlı değildir; bu iki mana bir kişide toplanabilir; örneğin, eğer Peygamber, dinin düsturlarına amel eden ve amel yönünden halkın önderi olan Hz. Ali gibi seçkin ve mümtaz birini kendisine halife seçer, toplumsal ve siyasi işleri, din ve şeriat kanunlarını korumayı Ona havale ederse böyle biri hem gerçek manada imamdır, hem de ilahi hükümleri, dinin kanunlarını uygulayan halifedir.
Bazen Hz. İbrahim (a.s) gibi birisi imam olur ama halife değildir; Hz. İbrahim (a.s) özel manada bir peygamberin halifesi değildi. Yani Hz. Ali (a.s) gibi hem imam, hem de halife değildi, ancak kesinlikle halifetullah manasındaki halife idi. Zira bütün Enbiyalar (a.s) Allah’ın yeryüzündeki halifeleridirler.
Bir millet kendi içinden birini seçer ve peygamberin işlerinden birini ona verirse kendi inançlarına göre onu halife sayılabilir ama o gerçek anlamda Peygamber’in halifesi değildir ve ona imam ve önder de denmez.
Kur’an’a göre imametin özel bir yeri vardır. Kur’an onu, sadece sınırlı sayıda kimselerin ulaştığı insanın tekamülünün son merhalesi olarak saymaktadır. Nitekim şöyle buyurmaktadır: ‘O zamanlar Rabbi, İbrahim'i bazı sözlerle sınadı. O, bunları yerine getirip tamamlayınca dedi ki: Ben seni insanlara imam edeceğim.’[6]
Hz. İbrahim (a.s), bu en yüce ve en üstün makamı onca imtihandan sonra alma liyakatine erdi. Binaenaleyh imamet makamı nübüvvet makamından da daha üstündür. Tabi Ulu’l Azm peygamberlerde olduğu gibi bazı yerlerde imamet makamı nübüvvetle birleşmiştir.
Şii, Ehl-i Sünnetin aksine, peygamberin halifesi olan imamet makamını, seçimle değil de nübüvvet gibi Allah tarafından verildiğine inanmaktadır.
Şiaya göre böyle bir makam (imamet) Allah tarafından geldiği zaman meşrudur. Böyle bir makama sahip olan kimse masumdur, İslamî ahkâm ve maarifini hata yapmadan beyan eder ve günahlardan korunmuştur.
Buna göre imamet konusunda Şii ve Sünni arasında üç meselede ihtilaf vardır:
1- İmametin ilahi makam olması.
2- İmamın ilminin Allah’tan olması ve hata yapmaması.
3- İmamın günah ve hatadan masum oluşu.
Ancak masum olmak imametle eşittir demek değildir. Zira Şiaya göre Hz. Fatımat-uz Zehra (s.a) imamet makamına sahip olmasa da masumdu; nitekim Hz. Meryem (s.a)’da masumdu.
Bazıları böyle konuları gereksiz görüp, ‘Peygamberin halifelik meselesi tarihi ve geçmişe ait bir meseleydi, günümüzde bunları konuşmanın ne faydası var?’ diyorlar.
Şiaya göre imamet inancında, hilafet inancında olmayan birçok faydalar vardır. Bu faydaların bazıları şunlardır:
a) İmamet usul-u dinden olup nübüvvetin devamıdır. Şia, imameti Peygamberi tebliğ ve hidayetin sorumlulukların devam ettiricisi olarak kabul etmektedir. Bu şekilde din kıyamete kadar canlı kalacaktır.
b) En önemli konulardan birisi olan yönetim şeklinin nasıl olacağı meselesi imamet meselesiyle alakalıdır. Kur’an ve hadislerde hakim ve yöneticiyle ilgili yüzlerce hüküm vardır. Din hükümlerini muhafaza ve uygulaması öyle kimselere verilmeli ki hatadan ve günahtan uzak olsunlar, çünkü ancak bu şekilde bir önderliğin varlığı sayesinde insanlara hüccet tamamlanmış olur.
c) Usul, maarif ve dinin furu’ hükümlerinin açıklanması ve insanların hidayeti[7] imamın vazifesidir.
Yukarıda ki hedeflerin gerçekleşmesi yalnızca varlıklarının kapasitesi dini hatasız ve tam olarak açıklayabilecek seçilmiş önderlerle mümkündür. Bu da imamet inancıyla gerçekleşecek bir şeydir.