Please Wait
17903
Hayat kaynağı olan İslam dini, son ilahî şeriat olması özelliği ile mükemmel ve evrensel bir dindir. Dolayısıyla İslam dininde toplumsal kanunlar, bireysel kanunlar gibi aynı derecede önemlidir. İslam dinine göre; toplumsal hayat, bireylerin birbirleriyle olan ilişkisi ve bir vatandaşın yaşadığı toplum ve insanlar karşısındaki vazifeleri belli bir düzen ve kural çerçevesindedir ve her Müslüman, toplumsal münasebetler ve tavırlarda bunlara dikkat etmelidir.
İslamî bir toplumdaki bir vatandaşın en önemli görevleri şunlardan ibarettir:
1: İnsan haklarını çiğnememesi (kul hakkı) ve vatandaşların haklarına saygı göstermesi: Bu düzen ve kuralın örneklerini, İslam dininin komşuların, sokaktan geçenlerin vb. haklarına zarar vermeme hakkındaki vurgulamalarında görmekteyiz.
2: Doğal afetler ve vakıalar gibi zor durumlarda kendi türünden olanlara karşı kendisini sorumlu hissetmek ve onlara yardımda bulunmak: İslam dininin öğretilerine göre İslamî toplumda yaşayan bir vatandaş; siyasi, kültürel, ekonomik vb. ülkenin sorunlarını çözme hususunda çaba sarf etmeli ve doğal hadise ve afetler, ahlaki ve toplumsal sorunlar karşısında da ilgisiz kalmamalıdır.
3) Toplumsal ilişkilerde; güzel ahlak ve davranış, tevazu, alçakgönüllülük, sabır ve insanlarla iyi geçinme gibi İslamî ahlaklara riayet etmelidir.
Sorunuza tam yanıt verebilmek için, öncelikle birkaç hususa değinmemiz faydalıdır:
1: İnsan toplumsal bir varlıktır; daha net bir tabirle “Toplumsal hayat onun doğasında vardır”[1] ve tarih de insanın ilk baştan beri toplumsal olarak yaşadığının şahididir.
2: Hayat kaynağı olan İslam dini, son ilahî şeriat olması özelliğiyle mükemmel ve evrensel bir dindir ve toplumsal yaşam gibi insan hayatının değişik yönleri için kanunları, ahlaki önerileri vardır. Diğer bir tabirle; kulların Allah ile olan irtibatının düzeni için ahkâm ve kurallar olduğu gibi bireylerin toplumda birbirleriyle olan ilişkisi hususunda da çok önemli ahkâm ve kanunları bulunmaktadır. Her Müslüman, toplumsal münasebetler ve tavırlarda bunlara dikkat etmelidir.
3: İslam dininin evrensel olmasından maksat, İslam dininde olan evrensel ilkeleri ortaya çıkartarak İslamî düzen ve ekolün felsefesine[2] ulaşılabilir ve toplumun temel taşları[3] projelendirilebilir.
4: Geçmişte özellikle de İslam dininin ilk döneminde şehir hayatının bugünkü gibi modern olmadığına, bugünkü toplumlarda olan; trafik, hava kirliliği ve bunun gibi problem ve zorlukların o zamanlarda bulunmadığına nazaran bu gibi sorunların doğrudan bir yorumunu dinde aramak yanlış bir eğilimdir. Aslında bütün bunlara toplumda değişken unsurlardır ama bu değişken unsurlar kalıcı ve temel unsurlar ışığında değerlendirilip açıklanabilir. Geleneksel hayat süren az nüfuslu küçük şehirler için İslam dininde evrensel olan kanun ve unsurlar vardır ve bu kanun ve unsurlar bugünün ileri toplumları ve şehir yaşamı için de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Aslında bu kanun ve unsurlardan Müslüman bir vatandaşın özelliklerine ulaşılabilir.
Şimdi Müslüman bir vatandaşın en önemli özellik ve sıfatlarından bazılarına değinelim:
1- İnsan Haklarına Karşı Saygılı Olması
İslam dinine göre toplumsal hayatın temelleri, insanlara ve diğerlerinin haklarına saygı göstermektedir.
Hz. Ali (a.s) İslam’da siyasi yapı ve devlet idaresi ile ilgili Malik Eşter’e yazdığı bildiride şöyle buyurur: “İnsanlar ya senin din kardeşindir veya yaratılışta senin bir benzerindir.” (Her iki durumda da onların değer vermelisin).
Toplumsal hayatta insan haklarına saygı göstermenin bir takım somut örnekleri İslam’da özellikle vurgulanmıştır. Aşağıda bu haklardan bazılarına örnek olarak kısaca değineceğiz, Peygamber Efendi'miz (s.a.a) komşu haklarına riayet etme hakkında şöyle buyurmaktadır: “Yüce Allah komşusuna eziyet eden herkese, cennet kokusunu bile haram kılacaktır.”[4]
“Komşusunun haklarına zarar veren bir kimse bizden değildir.”[5]
Bunun diğer bir örneği de genele ait manfaat ve malları özelleştirmekten sakınmak ve sürekli geneline faydalanacağı şekilde korumaktır. Günümüzün sorunlarından biri, şehirlerde genele ait yolların açık tutulması ve bu yerlerin haksız şekilde işgal edilmemesidir, İslam dini 1400 yıl önce bunu konu edip, istenilmeyen bir iş sayarak kendi takipçilerini bu işten sakındırmıştır.
Bu hususta Allah Resulü (s.a.a)şöyle buyurmaktadır: “Yollarda oturmaktan sakının.”[6] “Zarar ve eziyet veren şeyleri Müslümanların kullandıkları yollardan uzaklaştırın.”[7]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Geçiş yerlerinde oturmaktan sakının.”[8]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müslümanların kullandığı yola bir şey konursa ve bu şeyden de zarar görülürse, o şeyin sahibi bu zarardan sorumludur.”[9]
İmam Humeyni, bu rivayetlerden faydalanarak Tahrir-ul Vesile kitabında şöyle yazmaktadır: “Eğer birisi dar bir yol veya sokakta durursa, bu yüzden geçiş de mümkün olmazsa ve bir başka birisi de bilmeden ona çarparak ölürse; aynı şekilde eğer böylesi bir yolda birisi oturursa ve başka birisi de bu yüzden kayarak düşüp ölürse; buna neden olan bu şahıs ölen kimsenin kan parasını ödemelidir.”[10]
Öyleyse Müslüman bir vatandaş, dini öğretilere göre sorun oluşturmamalı ve diğerlerin haklarının çiğnenmesine sebep olmamalıdır ve vatandaşlık haklarına saygılı olmalıdır.
2- Sorumluluk Hissi Taşıması
İslam toplumunun en temel özelliği toplumsal ortak görev ve çalışmalarda görülmektedir. Bu ortak görev ve çalışmalar, aile içinden başlayarak komşulara, şehre vb. ulaşmaktadır. İslami öğretilere göre Müslüman bir vatandaşın, kültürel, ekonomik, siyasi olaylar ve hatta doğal afetler gibi toplumda gerçekleşen olaylar karşısında sorumluluk duyması gerekmekte ve bu gibi sorunların giderilmesinde ve azaltılmasında çaba sarf etmelidir. Aşağıda bu sorumluluk duygusunun bazı güzelliklerine işaret edilecektir. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur: Bir Müslüman’nın “ey müslümlar!” diye feryat edişini duyan ve ona karşılık vermeyen kişi, Müslüman değildir.
a) Başkalarına Yardım Etmek: Kuran-ı Kerim, diğerlerine yardımda bulunmayı her Müslüman'ın görevlerinden biri olduğunu belirterek şöyle buyurmaktadır:
“Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o Müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur”[11] ve “Müminler ancak kardeştirler.”[12]
Müslümanlar, İslami bir toplumda birbirlerinin sorunları karşısında sorumludurlar ve eğer birisi bu sorumluluktan kaçınırsa, rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla bu kimse Müslümanların dışında sayılmaktadır:
“Eğer birisi Müslümanların işlerine önem göstermeden sabahlarsa, bu kimse Müslüman değildir.”[13]
Hz. Ali (a.s), her Müslüman vatandaşı; âlimi, cahili, fakiri zengini ayırt etmeksizin bulunduğu toplumdaki insanlar karşısında sorumlu olduğunu belirterek şöyle buyurmaktadır: “Allah-u Teâlâ, cahillere öğrenmeyi emretmeden önce âlimlere öğretmeyi emretmiştir.”[14]
“Allah-u Teâlâ, fakirlerin rızkını zenginlerin malında karar kılmıştır… Bu yüzden yüce Allah zenginleri sorguya çekecektir.”[15]
Bunlar arasında komşulara yardımda bulunmak daha fazla önem arz etmektedir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Peygamber (s.a.a) komşular hakkında o kadar çok tavsiyelerde bulunuyordu ki biz komşunun komşudan miras alacağını zannettik.”[16]
Bu hususta İmam Seccad'ın (a.s) haklar risalesinde şöyle yazmaktadır: “Komşu zulme uğradığında, ona yardım edilmeli ve saygılı bir şekilde onunla ilişkide bulunulmalıdır.”[17]
b) İyiliği Emretme Ve Kötülükten Sakındırma: Müslüman bir vatandaş, İslami toplumu, ilerlemekte olan bir gemi gibi farz etmelidir. Geminin bir köşesinin delinmesinin zararının sadece delen kimseye değil herkese ulaşacağına ve sonunda da bu geminin batacağına inanmalıdır.
İslam dinindeki iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma hükmü bu özelliği taşımaktadır. İslam dinindeki iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma hükmü, namaz ve zekât gibi diğer farz amellerin yanında yer almakta ve bir çeşit cihat sayılmaktadır. Bu hüküm, kemale ulaşma, değerleri koruma ve toplumu kötülüklerden ve olumsuzluklardan kurtarma vesilesidir. Allah-u Teâlâ Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
“Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alı korlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler.”[18]
Başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.”[19]
Müslümanlar için en önemli örnek olan Hz. Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma, iki ilahi sıfat ve özelliktir.”[20]
“… Bu arada iyiliği emretme ve kötülükten sakındırmayı kalp ve dilleriyle bırakan kimseler vardır. Bunlar hayatlarının hiç değeri olmayan hareketli ölüdürler. Çünkü bütün değerli ameller hatta Allah yolunda yapılan cihat dahi, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma hükmüyle kıyaslandıkları zaman bir şey sayılmamaktadırlar…”[21]
3- Toplumsal İlişkilerde İslami Ahlaka Riayet Etmesi
İnsanlara karşı sergilenen iyi ahlak ve beğenilen davranış, insanın toplumda ilerlemesi ve başarılı olması için en önemli etkenlerden biridir ve hatta bunun çeşitli halk tabakalarında yayılması, adaletin topluma yerleşmesinde de yardımcı olmaktadır. Bu hususta şu noktalar işaret edebiliriz:
a) Güzel Ahlak, İyi Davranış ve Güler Yüzlülük: Kuran-ı Kerim, Peygamber'e (s.a.a) hitap ederek şöyle buyurmaktadır:
“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”[22]
“O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.”[23]
Kuran-ı Kerim, Peygamber'in (s.a.a) insanları yanına çekmede başarılı olmasını güzel ahlaklı olmasına bağlamaktadır. Din önderlerinden bu konuda birçok rivayet bize ulaşmıştır ve bu rivayetlerin bazılarını örnek olarak zikredeceğiz:
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “İyi ve beğenilen ahlak dinin yarısıdır.”[24]
İmam Sadık (a.s), Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “İman, iyi ahlaktan ibarettir…”[25]
İmam Ali (a.s) insanlara karşı güler yüzlü ve iyi ahlaklı olma hakkında şöyle buyurmaktadır: “İman konusunda insanların en kâmili, onların en iyi ahlaklı olanıdır.”[26]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar hakkında yapılan iyilik ve sergilenen güzel ahlak, yeryüzünün (ve toplumların) bayındır olmasına neden olur.”[27]
Bütün halk tabakalarında ve kısımlarında bulunan, özellikle bir iş için müracaat eden vatandaşlara karşı güzel ve doğru sergilenen tavır ve davranışlar, toplumsal ilişkilerin güçlenmesine ve bu sayede de birçok sosyal sorunların halledilmesine ve sert toplumsal ilişkiler yüzünde oluşan ruhsal ve psikolojik rahatsızlıkların düzelmesinde çok büyük etkisi olabilir. İslam dininde sürekli güzel ahlakın tavsiye edilmesinin sebebi bundan kaynaklanmaktadır.
b) Tevazu ve Alçak Gönüllülük: Tevazu, insanlar karşısında edebe ve alçak gönüllülüğe dikkat etmek ve kendini büyük görmekten ve beğenmekten de kaçınmaktır. Tevazu insanın tavır ve hareketlerine etki eden bir ruhi sıfattır.
İnsanlar ve vatandaşlar karşısında alçak gönüllü olmak, dünyada insanların sevgisini ve ahirette de ilahi rızayı kazanmaya sebep olur. Bu, Allah’ın yüce evliyalarının sürekli insanlara tavsiyede bulundukları önemli konulardan biridir.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Üstün bir haldeyken yapılan tevazu ve alçak gönüllülük, kudret sahibiyken yapılan bağışlama gibidir.”[28]
“Alçak gönüllülük, nimetleri kemale ulaştırır.”[29]
“Tevazu, yüce makamdan başka bir şey insana getirmez. Bu yüzden tevazulu olun ki Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.”[30]
Kuran-ı Kerim'de tevazu ve alçak gönüllülük, Allah’ın salih kullarının özelliklerinden sayılmaktadır: “Rahman'ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler).”[31]
c) Müdara (İnsanlarla İyi Geçinme): Müdara, insanlara karşı uyumlu ve yumuşak bir şekilde davranmaktır. İnsanlar sosyal bir varlık oldukları için, sürekli birbirleriyle irtibat halindedirler ve bir bireyin hakları diğer bireylerin haklarıyla değişik şekillerde birbirine bağlıdır. Bu yüzden insanlara karşı müdara etmek İslam dininin üzerinde durduğu konulardan biridir.
İmam Sadık (a.s), Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Allah-u Teâlâ farzları yerine getirmem için bana emrettiği gibi insanlara karşı müdara etmem için de emretmiştir.”[32]
Aynı şekilde şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara karşı müdara etmek dinin yarısıdır ve onlara şefkatli olmak hayatın ve yaşamın yarısıdır.”[33]
İslam dininde insanlara karşı müdara etme ve yumuşak huylu olmak hakkında yapılan tavsiyeler hatta düşmanları dahi kapsamaktadır. Allah-u Teâlâ, Kuran-ı Kerimde bu konu hakkında Hz. Musa (a.s)’ya şöyle buyurmaktadır:
“Varın da ona yumuşak söz söyleyin; olur ki, öğüt dinler yahut korkar.”[34]
İmam Ali (a.s), mümin insanların özelliklerini anlatırken şöyle buyurmaktadır: “Mümin… Yumuşak huylu ve duygusaldır; taştan daha güçlü bir cana sahip olmasına rağmen köle gibi mütevazıdirler.”[35]
d) Hilm ve Sabır: Hilm, hayattaki sorunlar karşısında dayanıklı ve sağlam olmaktır. Sosyal hayat çeşitli değişik insanlarla ilişki temeli üzerine kuruludur. Sürekli insan çeşitli karakterlerle, farklı zevklere, görüşlere, düşüncelere ve ahlak ve huya sahip olanlarla karşılaşılacaktır. Buna göre sosyal yaşayışın ilk şartı, sabırlı olmaktır. Bu, bütün ilahi peygamberlerin muhalif ve müşriklerin yaptıkları eziyetler karşısında taşıdıkları bir sıfat ve özelliktir.
İmam Ali (a.s), hilm ve sabrı Allah-u Teâlâ'nın sıfatlarından olduğunu açıklayarak şöyle buyurmaktadır: “…Yüce Allah’a hamdolsun ki Hilmi gereği hatalardan geçer.”[36]
İmam Ali (a.s) bir başka yerde ise şöyle buyurmaktadır: “Herkes sabırlı ve metanetli olmalı ve işlerinde ihmalkar davranmamalıdır ve insanlar arasında övülmeyi gerektirecek şekilde yaşamalıdır.”[37]
“Sabırlı bir kimsenin hilm ve sabrından dolayı alacağı ilk nimet, insanların onu cahiller karşısında korumasıdır.”[38]
İslami bir toplumun vatandaşı, sosyal hayatın olumsuzlukları ve sorunları karşısında sabırlıdır ve dini öğretilerden olan Hz. Ali’nin (a.s) şu sözüne dikkat etmektedir:
“Takvalı insanlar, hayatın olumsuzlukları ve sorunları karşısında sabırlıdırlar.”[39]
Yukarıda kısaca zikredilen konular, İslami bir toplumda yaşayan Müslüman bir vatandaşın sıfat ve özellikleridir. Toplumsal kanunların yasamasının nedeni, sosyal hayatın sağlam olması, vatandaşların haklarına riayet edilmesi ve düzensizlik ve çöküşü engellemektir. Vatandaşlar sürekli eğitimden geçerek ahlaki faziletlerin kendilerinde edinmemin yanı sıra bu erdemler bir kültür halinde toplum geneline yayılması sağlanmalıdır.
Böylece İslami toplumun ahlaki konulardaki kültür seviyesini yükseltmek, sağlıklı İslami ve insani bir toplumun gerçekleşmesini sağlar.
[1] Daha fazla bilgi edinmek için şu kaynağa başvurabilirsiniz: el-Mizan, c: 2, s: 177.
[2] Bu mefhumlarla daha fazla aşina olmak için şu kaynağa başvurabilirsiniz: İslam Dininin Ekonomik Düzeni Ve Ekolü, Mehdi Hadi Tahrani, s: 19–51.
[3] İslam dininde olan evrensel ilkeleri ortaya çıkartarak İslamî düzen ve ekolün felsefesine ulaşılması fıkhî gerçekler göz önünde bulundurularak fakihler tarafında incelenmesi gereken bir konudur. Ama toplumun temel ilkelerinin projelendirilmesinde sosyoloji bölümü ve toplum bilimcilerinin önemli rolleri vardır. Var olan durumun değerlendirilmesi ve yaşanan gerçeklerin açıklanması, bu gerçeklerle uyumlu temel ilkelerin irdelenmesi ve toplumda temel ilkeleri uygulamaya geçirmek için yöntemleri önermek, toplum bilimcilerinin görevlerindendir ve bu temel ilkelerin toplumda gerçekleşmesinden sonra da onların düzenin hedefleri doğrultusundaki işleyişinin kontrol edilmesi ve bazı önerilerle olası sapmaları önleme sosyoloji bölümünün görevlerindendir.
Tabiî ki bu aşamada da, bu temel ilkelerin toplumda gerçekleşmesi için sabit yöntemlerin dini kaynaklardan çıkartılması fakihlerin görevidir. Aynı şekilde İslamî düzeninin evrensel unsurlarının, zaman ve mekân açısından özel konumlarda uygulanmasının müdüriyeti ve bunların denetlenmesi fakihin görevidir. İslam Dininin Ekonomik Düzeni Ve Ekolü, Mehdi Hadi Tahrani , s: 44.
[4] Allame Meclisi, Muhammed Bakır, Bihar’ul Envar, c: 72.
[5] Aynı kaynak, c: 71, s: 150.
[6] Neragi, Muhammed Mehdi, Cami’us Saadat, c: 2, s: 238.
[7] Hindi, Alaattin Ali, Kenz-ul Ummal, c: 15, s: 781.
[8] Muadihah, Abdulmecit, Batmayan Güneş, s: 380, 69. mektup.
[9] Hurri Amuli, Muhammed b. Hasan, Vesail-uş Şia, c: 19, s: 181.
[10] İmam Humeyni, Seyit Ruhullah, Tahrir-ul Vesile, c:2, s: 562.
[11] Enfâl Sûresi, 72. ayet.
[12] Hucurât Sûresi, 10. ayet.
[13] Kuleyni, Usul-u Kafi, c: 2, s: 131.
[14] Muadihah, Abdulmecit, Batmayan Güneş, s: 522, Ş 478 kelimesi.
[15] Aynı kaynak, s: 479, Ş 329 kelimesi.
[16] el-Kâfi, c: 7, s: 51; Bihar’ul Envar, c: 42, s: 248.
[17] Aynı kaynak, c: 71, s: 7.
[18] Tövbe Sûresi, 71. ayet.
[19] Âli İmran Sûresi, 110. ayet.
[20] Muadihah, Abdulmecit, Batmayan Güneş, s: 177–178.
[21] Aynı kaynak, s: 494.
[22] Kalem Sûresi, 4. ayet.
[23] Âli İmran Sûresi, 159. ayet.
[24] Allame Meclisi, Muhammed Bakır, Bihar’ul Envar, c: 68, s: 385.
[25] Aynı kaynak, s: 392.
[26] Aynı kaynak.
[27] Hurri Amuli, Muhammed b. Hasan, Vesail-uş Şia, c: 5, s: 504.
[28] Ğurer-ul Hikem, (Konu fihristi), s: 405.
[29] Muadihah, Abdulmecit, Batmayan Güneş, s: 448.
[30] Neragi, Muhammed Mehdi, Cami’us Saadat, c: 1, s: 363.
[31] Furkan Sûresi, 63. ayet.
[32] Hurri Amuli, Muhammed b. Hasan, Vesail-uş Şia, c: 8, s: 540.
[33] Aynı kaynak.
[34] Taha Sûresi, 44. ayet. Bu ayetten alınacak ders, hatta muhaliflere karşı dahi müdara edilir ve yumuşak huylu olunursa, onlar da İslam dininin bu güzel ahlakından etkilenerek hidayet olabilecekleridir.
[35] Muadihah, Abdulmecit, Batmayan Güneş, s: 481.
[36] Aynı kaynak, s: 275, 233. hutbe.
[37] Aynı kaynak, s: 395. kelimesi.
[38] Aynı kaynak, s: 444, Ş 197 kelimesi.
[39] Aynı kaynak, s: 221, 184. hutbe.